Zamanın Kalbi - Amy Blankenship 8 стр.


Kyoko, kendisini Toya’nın kendisini yabancıya doğru çekiştirmesine izin verdi. Onun da ölümsüz olduğunu söyleyebilirdi ama aynı zamanda harika bir nezaket de hissediyordu. Güçlerinin, aurasını keşfetmesine izin verip orada sıcaklık ve… yalnızca bir çocuğa ait olan bir masumiyet buldu.

Kamui’nin parıldayan gözleri büyülenmiş bir şekilde onu izliyordu, “hey Toya, buradaki kim?” Uzun süredir onun için bekliyormuş gibi hissediyordu… kim olduğu hakkında hiçbir fikri olmasa da. Onu çok korkunç bir biçimde özlemiş gibiydi. Aniden, tekrar nefes alıyormuş gibi hissediyordu ve hatta bu gerçeği kanıtlamak için içini çekmişti, ama bunu yaptığında kızın kokusunu duydu ve bu da çok tanıdık geliyordu.

Toya’ya bakarak sordu, “ne yaptın sen?... kendine bir kız mı kapattın?” Gözleri neşeyle aydınlanmış gibi parlayarak sırıttı.

“Lanet olsun hayır,” diye gürledi Toya, “hiç de benim tipim değil.”

“Bunu nasıl bilebilirsin ki? Hiçbir zaman bir kız arkadaşın olmadı” diyerek kendi şakasına yüksek sesle güldü.

Kyoko kıkırdamamak için kendini zor tuttu, ama Kamui’nin gözlerindeki neşeye Toya’nın yüzündeki karanlık ifadenin eşlik ettiğini görmek bunu imkansız kılıyordu.

Toya kıza dönerek, ona dokunmakta olduğunu yeni hatırlamış gibi kolunu bırakarak, “bu Kyoko,” dedi. “Kyoko, bu Kamui. O da burada burslu bulunuyor ve seninle aynı derslere girecek.”

Kamui ciddi bir yüzle, Kyoko’nun ilk anda zar zor zaptedebildiği gülüşü koruma kabiliyetini kaybetmesine sebep olarak “evet, buradaki otlakçılardan birisi de benim” dedi.

Kamui’ye döndü ve elini uzattı. Eğer burada bursla bulunuyorsa geçmişte de arkadaş olduklarını bildiği sırrını içinde tutarak, çok dostça bir gülümsemeyle, “selam Kamui, tanıştığımıza memnun oldum. Ne kadar süredir üniversitedesin?” dedi.

Kamui bu dost canlısı kızı şimdiden sevmişti. “Yaklaşık iki yıldır. Ee, asabi ne yapıyor? Sana etrafı mı gösteriyor?” sırıtarak Toya’ya, ardından tekrar gülümsemesini yumuşatarak kıza baktı. Kişiliğinin yaramaz kısmı öne çıkmış ve Kyoko’nun elini kendi elinin içine almıştı. Hafifçe öne eğilerek, yumuşak elini dudaklarına götürdü ve boğumlarına nazik bir öpücük kondurdu.

Kamui, Toya’nın kendisine öfkeyle bakmasına neredeyse gülüyordu. Yalnızca bir aptal, bu harika kıza karşı hissettiği apaçık çekimi fark edemezdi.

Kyoko hafifçe kızardı ve “asabi” ifadesine kıkırdadı. Toya’nın Kamui’ye sertçe baktığını görerek güldü. “Aslında şu anda Suki ile Shinbe’yi bulmaya çalışıyoruz. İkisinden birini gördün mü...”

Kyoko sözünü bitirmemişti ki birisi onu kolundan tutup Kamui ve Toya’nın arasından çekti. Kyoko hızlı bir bakışla, kendini Suki’nin endişeli yüzünü izlerken buldu.

“Her şey yolunda gitti mi, Kyoko? Kalıyorsun, değil mi?” Suki neredeyse yalvarır gibi konuşuyordu.

Kyoko bir anda Kyou’nun kalması için fısıldayan yumuşak sesini duyarak başıyla onayladı. “Hiçbir yere gitmiyorum.” Verdiği cevap karşısında neredeyse onun kadar tatmin olmuş görünen Shinbe’ye, Suki’nin omzunun üzerinden başıyla selam verdi.

Toya, Kyoko’nun söyledikleri karşısında bir kaşını kaldırdı. Kyou’nun ona, kalmak için bu kadar kararlı olmasını sağlayacak ne söylediğini merak etti. Şimdi çok farklı davranıyordu, neredeyse mutlu gibi görünüyordu. Kyou insanlarla yalnız başına konuştuğunda genelde…uzaklaşıp saatlerce gergin olurlardı. Adam, her seferinde biraz kendisinin bile tüylerini ürpertiyordu.

Kyoko, Suki’nin kolunu tuttu ve merdivenlere yöneldi, “eğer dans etmeye gidiyorsak, bana bu gece giyecek bir şey bulmamda yardım etmelisin.” İki kız birbirlerine sokulup konuşarak yürüdüler. Birbirlerini ezelden beri tanırmış gibi davranıyorlardı.

Shinbe, Kamui ve Toya, iki kızın merdivenlerden çıkıp gözden kaybolmalarını izledi. Shinbe endişeli bir sesle Toya’ya, “burada gerçekten neler olup bittiğini biliyor mu?” diye sordu.

Toya, Suki ile konuşan Kyoko’nun dudaklarını izledi, “evet, sanırım biliyor.” Daha sonra onlara dönerek konuyu değiştirdi, “Kamui, bu gece bizimle geliyor musun?”

Shinbe’nin jetonu geç düştü. “Toya? Gerçekten dansa mı geliyorsun?” sesi şok olmuş gibiydi. Kendi kendine, ‘bu Toya’ya benzemiyor’ diye düşündü.

“Hey, bir şahin gibi onu izlemem söylendi, yani sanırım artık bir seçeneğim yok, var mı?” Toya’nın canı sıkkın görünüyordu, bu yüzden bunu isteği dışında yaptığını düşüneceklerdi. Ama aslında, onu ansızın gözden kaçırmak istemiyordu.

Nabzı teninin ardında, öyle yapması istenmiş olsun ya da olmasın, onu ne pahasına olursa olsun korumasını söylemek ister gibi küt küt atıyordu. Şu an, Kyoko’nun kalabalık bir dans pistinde, gümbür gümbür çalan bir müzikle, akıl çelici bir şekilde etrafta dönüp durduğunu zihninde canlandırması hiç de yardımcı olmuyordu. Bu, korucuyu içgüdülerinin aniden günyüzüne çıkmasına sebep oldu ve bir anda gitmemesini tercih etti.

Toya’nın gırtlağından yumuşak bir hırıltı çıktı ve kızın üzerinde çok fazla gözün… uygunsuz bakışların gezindiği düşüncesinden kendisini kurtarmaya çalıştı.

Kamui, “kulağa eğlenceli geliyor, geliyorum” diye bağırdı. “Haftasonları, aklımızı bu yerden uzaklaştıracak bir şeyler yapmak zorundayız.” Bundan sonra Kyoko’nun da etrafta olacağı düşüncesiyle neredeyse sersemlemiş gibiydi. “Dahası, Toya için bir kız arkadaş bulmalıyız” diye masumca bağırdı.

Toya, Kamui’nin başının tepesine vurarak, “bir kız arkadaşa ihtiyacım olduğunu da kim söyledi seni küçük ahmak” diye gürledi. “Poponu ısırsaydı bir kız arkadaşın ne olduğunu anlardın.”

Shinbe sırıttı, “sanırım burada bir kız arkadaşın ne olduğunu bilen tek kişi benim, ama eğer tecrübe isterseniz size iki bakire gösterebilirim,” İkisi de öldürücü bakışlarla ona dönünce hızlıca bir adım geriledi.

Shinbe çabucak konuyu değiştirerek başını eğip Toya’ya biraz daha yaklaştı. “Kyou senden Kyoko’yu izlemeni mi istedi?” bakışları kızın gittiği yöne kaydı. “Biliyorsun… son zamanlarda buradaki dengede, bir şeyler olmaya hazırlanıyormuş gibi bir kayma hissediyorum. Kötülük yaklaşıyor. Bununla başa çıkacak bir şeye sahip olup olmadığını merak ediyorum.” Shinbe’nin içgüdüleri neredeyse her zaman doğru çıkardı ve bu onu endişelendiriyordu.

Bunu Toya da hissetmişti ve cevap istiyordu. “Evet, hiçbir zaman şimdiki gibi değildi. Neden sadece yukarı çıkıp soğuk adama gerçeği sormuyorum?” Kyou’nun bir şey sakladığını biliyordu ve ne olduğunu öğrenecekti.

Shinbe onu durduramadan merdivenleri çıkmaya başlamıştı. Shinbe korkuyla sindi, “ikisinin aynı odada olmasından nefret ediyorum. Buna şahit oldum ve hiç hoş değil. Kardeş veya buna benzer bir şeymişler gibi davranıyorlar.” Ametist gözleri, Toya’nın basamakları ikişer ikişer çıkışını izleyerek merdivenlere sürüklendi.

Kamui, Kyou’nun bazen kendisinin de ödünü kopardığını bildiğinden onayladı. “Benimle olduğundan daha iyi. Akşama görüşürüz.” Hala merdivenleri izleyen Shinbe’yi orada yalnız bırakarak gitti.

Shinbe, koruyucu güçlerini yansıtan aynasının bulunduğu aklının derinliklerinde az önce yanlarından ayrılan rahibeiçin de benzer bir duygu hissederek şaşırdı. Gözlerini kapatarak, ruhunun derinliklerinde gerçeği aradı.

Ametist gözlerini tekrar açtığında yalnızca kendisinin bildiği sırlarla parlıyorlardı.


*****

Kyou, Kyoko ile nasıl başa çıkacağına dair düşüncelerde kaybolmuştu, artık onu olmasını istediği yere getirmişti. Kapıya vurulduğunu duyduğunda düşünceleri beklenmedik bir şekilde bölündü. Gözlerini birkaç kez kırpıp, bunun yalnızca Toya olabileceğini bilerek altın rengi gözlerini devirme isteğini bastırdı. Onay almadan açılan kapıya bir bakış attı.

Toya, hedefini arayarak apansız içeri girdi ve Kyou’yu koltukta yatarken buldu. “Kyoko ile ilgili ne haltlar dönüyor?” Doğrudan konuya girmişti.

Kyou’nun gözleri Toya’yı hedef aldı, ama yüz ifadesi soruyla ilgilenmiş gibi durmuyordu.

Toya, Kyou’nun ruh hallerini iyi biliyordu ve farkındaydı ki damarına basmış olsaydı yüzüne bile bakmazdı. Ona göre Kyou’yu okumak bir bilimdi. Eğer bunu yapan Kyou ise, göz kırpmanın bile bir anlamı vardı. Toya, oturmak için karşısından dolgun bir sandalye almaya gitti.

“Yapma, aptal değilim. Onu korumamı istiyorsan, nedenini bana söylemelisin. Hepsinden öte, kalan herkes kendi halindeyken onun farkı ne?” Bu düşünce kendisini tiksindirmiş gibi tükürdü. “O yalnızca zayıf bir insan kız.”

Toya, ansızın boğazında bulduğu pençeyi kavradı ve Kyou’nun çok öfkeli olan yüzüne baktı.

Kyou’nun sesi öfkeyle titriyordu, “ne söylüyorsam onu yapacaksın.”

Toya’nın gözleri kısıldı. Artık bir şeylerin döndüğünü biliyordu. “İyi” diye tısladı ve serbest bırakılarak ödüllendirildi. Karşısındaki eski yerine geçerken Kyou’nun öfkesinin bir anda yok oluşunu izledi, arkasında saklandığı soğuk maskesi yerine oturuyordu. Toya başını salladı. “Onun neden ‘senin için’ bu kadar önemli olduğunu bana söylemelisin.” ‘Senin için’ derken bunu vurgulamıştı.

Kyou, nasılsa kabul etti. Toya’yı doğduğu günden beri o yetiştiriyordu. Toya bu dünyada nefes aldığı anda onun yakınlarda olduğunu biliyordu ve onu, kendisini anlayamayacak olan ailesinden çaldı. Kyou, bir süre için onları uzaktan izlemeyi seçse de, diğer kardeşleriyle de aynı şeyi yaşamıştı.

Bir şekilde Toya’nın kişiliğini daha farklı hale getirmeyi ummuştu ama Kyou onu değiştirmek için ne yaparsa yapsın, belli ki kişiliği bu hayatında da onu takip etmişti. Sonuç olarak, nasıl bir hayat sürerse sürsün, Toya hala Toya idi. Kyoko ile karşılaşmasının anılarını canlandıracağını düşünmüştü, ama kardeşi şu ana kadar ona olan ilgisi dışında öyle bir belirti göstermemişti. Kyou’nun gözleri bu düşünceyle kısıldı.

“Ona karşı bir şey hissetmiyor musun?” diye Toya’yı ürküten bir tonla sordu.

Toya, onun için gerçekten bir şeyler hissettiğini bilerek ama bunu kabul etmeyi düşünmeyerek, “hissetmeli miyim?” diye karşılık verdi. Kollarını önünde kavuşturarak, altın rengi gözlerinde dans eden gümüşün farkında olmaksınız her zamanki gibi rahatsız olmuş göründü.

“Evet” diye soğuk bir cevap geldi.

Toya çileden çıkarak öfkeyle kollarını indirdi. “Lanet olsun! Onu bizim için bu kadar özel yapan ne?”

Kyou’nun bakışı onunkine meydan okudu, “o bekleyip durduğumuz kişi.”

Toya’nın gözleri açıldı. Kyou, hatırlayabildiği kadar eski bir geçmişte ona, Koruyucu Kalp Kristali’ni taşıyan kişi için hazırlanmaları gerektiğini söylemişti. Elbette, bundan bahsediyor olamazdı… öyle güçlü bir kristal neden böyle zayıf bir kızın içinde olacaktı ki? Bekleyip durduğu savaşçı bir tür… basit bir kız değildi.

Kaşları sorgulayıcı biçimde havaya kalktı. “Herkesi buraya toplamanın nedeni bu mu?”

Kyou, Toya’ya geçmişini anlatmaktan her zaman kaçınmıştı, ama onu geleceği konusunda uyarmıştı. “Onu ne pahasına olursa olsun korumalısın.”

Toya’nın beyni bir düşünce sarmalına daldığında oda sessizleşti. Son zamanlarda bölgedeki şeytani titreşimlerde, daha fazlası doğuyor ve kötülüğün tarafı güçleniyormuş gibi bir artış hissetmişti.

“Yani bu, o. Başka ne bilmem gerekiyor?” Kardeşinin, Kyoko ile bu kadar ilgilenmesinin nedeninin bu olduğunu öğrenerek bir rahatlama hissetti, ama şimdi kıskançlığa işaret eden bu duyguların derinine inmeyecekti.

Kyou gerçeği çok uzun zamandır saklıyordu, hatıraları paylaşmaya hazır olup olmadığına emin değildi. Toya’nın geçmişte Kyoko’ya olan yakınlığı sorunları çözmeye yardım etmiyordu. Belki de en iyisi bazı şeylerin unutulmasıydı. İkisi zaman zaman birbrilerinden ayrılamaz hale gelmiştiler. “Onu korumak için yeniden doğdun ve ben bin yıldan uzun bir süredir onu bekleyerek yaşadım. Şimdilik… bilmen gerekenin hepsi bu.”

Toya sessizce homurdandı, ardından hafif alaycı bir şekilde kıkırdadı. “Bilmem gereken tek şey bu ha?” Farkında olmasa da, içindeki gizli bir öfkeyi açığa çıkarmak için duyduğu karşı konulmaz ihtiyaçla parmaklarını uzun saçlarından geçirdi. “Bu yüzden mi gözlerinde ateşle ona bakıyorsun? Yakın olduğumuzu söylüyorsun… aslında çok uzun zaman önce, sana o gözle bakmayacak bir kızla güya olmuş bir şeyi mi kıskanıyorsun?” Toya ters ters baktı… gözleri şimdi erimiş gümüş gibiydi.

Назад Дальше