Caitlin koşmayı bıraktı ve arkasını dönüp köylülerle yüz- leşti. Ölüm kaçınılmazsa bu savaşarak olacaktı. Orada öylece dikilirken gözlerini kapadı ve derin nefes aldı. Odaklandı- ğında etrafındaki dünya duruverdi. Çıplak ayaklarının yere kök salmış çimenlere bastığını hissedebiliyordu ve yavaşça ama kuşkuya yer bırakmayacak şekilde vahşi bir kuvvetin içinde yükselip vücudunu ele geçirdiğini hissetti. Hatırla- mak istiyordu; hiddeti, içine işlemiş vahşi kuvveti hatırla- mak istiyordu. Bir zamanlar eğitim görmüş ve insanüstü bir güçle dövüşmüştü. Bunun geri gelmesini öyle arzu ediyordu ki! Derinlerde bir yerlerde, bir şekilde bunun halen dolaş- makta olduğunu hissediyordu. Orada dururken hayatında karşısına çıkmış bütün serseri takımlarını, pislikleri düşün- dü. Ona en ufak bir iyiliği çok görmüş annesini düşündü, onu ve Jonah’ı New York’un ara sokaklarında kovalayan ka- badayıları hatırladı. Hudson Vadisi’ndeki ambarda karşılaş- tığı, Sam’in arkadaşları olan serserileri düşündü. Ve Cain’in Pollepel hakkındaki tanıtımını hatırladı. Görünüşe göre ka- badayılar hiçbir zaman hiçbir yerden eksik olmuyordu. On- lardan kaçmanın hiçbir faydası dokunmamıştı. Hep yaptığı gibi karşılarına çıkmalı ve dövüşmeliydi.
Kafası tüm bu adaletsizliklere dalıp gitmişken içindeki hiddet büyüyüp vücudunu sardı. Önce ikiye, sonra üçe kat- landı; ta ki o, damarlarının bununla dolu, kaslarının pat- lamak üzere olduğunu hissedinceye kadar. Topluluk iyice yaklaşmıştı. Bir köylü sopasını kaldırıp kafasına doğru salla- dı. Yerine gelmiş gücüyle Caitlin tam zamanında eğildi, öne yüklendi ve adamı omzunun üstünden fırlattı. Adam metre- lerce havada uçtu ve sırtüstü yere düştü. Bir başka adam bü- yükçe bir taşı tam atmaya hazırlanıyordu ki Caitlin yerinden fırlayıp onun bileğini tutarak geriye doğru burktu. Adam çığlıklar içinde dizlerinin üstüne çöktü. Üçüncü köylü ona çapasıyla saldırdı ancak Caitlin çok hızlıydı. Kendi etrafın- da dönerek çapayı sallanışının yarısında yakaladı. Onu el- lerinden kaptı, ters çevirdi ve adamın kafasında parçaladı. İki metre uzunluğundaki çapa tam da ihtiyacı olan şeydi. Geniş bir daire çizerek onu savurdu ve menzili dahilindeki herkesi yere yıktı, saniyeler içerisinde etrafında geniş bir alan oluşturdu. Bir köylünün büyükçe bir taşı ona doğru atma- ya hazırlandığını gördü ve çapayı doğruca ona fırlattı. Çapa adamın eline isabet ederek taşı düşürmesini sağladı.
Caitlin sersemlemiş kalabalığın içine daldı ve yaşlı bir kadının elindeki meşaleyi kapıp vahşice sallamaya başladı. Uzun ve kurumuş çimlerin bir kısmını yakıverdi, pek çok köylü korku içinde geri çekilirken feryatlar koptu. Ateş du- varı yeterince genişlediğinde geri çekilip meşaleyi kalabalığa doğru fırlattı. Meşale havada uçtu ve bir adamın elbisesinin arkasına isabet edip onu ve yanındaki adamı alevler içinde bıraktı. Kalabalık çabucak ateşi söndürmek için onların et- rafına toplandı.
Bu, Caitlin’in işine yaradı. Köylüler nihayet ona kaçmak için ihtiyacı olan koşma şansını verecek kadar şaşırmışlardı. Caitlin onlara zarar vermek niyetinde değildi. Sadece rahat bırakılmak istiyordu. Biraz soluklanmalı, nerede olduğunu anlamalıydı.
Arkasını dönüp tepedeki kiliseye doğru koşmaya başladı. Yepyeni bir kuvvete ve hıza sahip olduğunu hissediyor, te- peyi sekerek çıkarken arkasındakileri geride bıraktığını bili- yordu. Sadece kilisenin açık olmasını ve onu kabul etmesini umuyordu.
Çıplak ayaklarının altındaki çimenleri hissederek tepe- den yukarı koşarken alacakaranlık çöktü ve Caitlin manas- tır duvarları boyunca bir sürü meşalenin yakıldığını gördü. Yaklaşınca yüksek bir istihkâm duvarının üzerinde bir gece nöbetçisi olduğunu gördü. Adam aşağı doğru ona baktığın- da yüzünü bir korku ifadesi kapladı. Başının üstündeki me- şaleye uzandı ve bağırdı: “Vampir! Vampir!”
Ardından kilise çanları çalmaya başladı. Caitlin her tara- fını meşalelerin kapladığını gördü. Çanlar çalmaya ve gece bekçisi bağırmaya devam ederken ağaçlıkların içinden her koldan insanlar çıkmaya başladı. Bir cadı avıydı bu ve hepsi ona doğru yönelmekteydiler.
Caitlin hızını arttırdı, o kadar hızlı koşuyordu ki eklemleri ağrımaya başlamıştı. Nefes nefese kilisenin meşeden yapılma kapılarına vardı. Bir tanesini hızlıca çekerek açtı ve içeri girip sert bir şekilde kapıyı kapadı. İçeriye girdikten sonra delir- mişçesine etrafa bakınırken bir çoban değneği gözüne ilişti. Onu kapıp çifte kapıların arkasına yerleştirerek kapıları sür- güledi. Aynı anda kapıdan muazzam bir gümbürtü işitildi, pek çok el kapıyı yumruklamaktaydı. Kapılar sarsıldı ama açılmadı. Değnek sağlamdı, en azından şimdilik.
Caitlin çabucak içeriyi inceledi. Çok şükür ki kilise boş- tu. Devasa kilisenin kemerli tavanı metrelerce yükseğe uza- nıyordu. Mermer zemininin üstünde yer alan yüzlerce sıra bomboştu. Uzak köşede, mihrabın üstünde bir sürü yanan meşale vardı. Kafasını çevirdiğinde salonun uzak köşesinde bir hareket gördü.
Yumruklamalar daha da şiddetlendi ve kapı sallanmaya başladı. Caitlin mihraba doğru koştu. Oraya ulaştığında haklı olduğunu anladı. Orada biri vardı. Sessizce diz çökmüş, arka- sı ona dönük olan kişi bir rahipti. Tüm bunları nasıl olup da görmezden geldiğini, onun mevcudiyetini umursamadığını, böylesi bir zamanda kendini bu derece dua etmeye kaptırmış olduğunu Caitlin’in aklı almıyordu. Rahibin onu peşindeki topluluğa teslim etmemesini umuyordu.
“Hey!” dedi Caitlin.
Adam hiç isitifini bozmadı. Caitlin diğer tarafına geçerek onunla yüz yüze geldi. Tıraşlı, saçları beyazlamış, yaşlı bir adamdı ve açık mavi gözleri dua etmekte olduğu sırada boş- luğa bakıyordu. Kafasını kaldırıp ona bakma zahmetine bile girmiyordu. Onunla ilgili hissettiği başka bir şey daha vardı. İçinde bulunduğu şu vaziyete rağmen Caitlin onda farklı bir şeyler olduğunu sezebiliyordu. Onun kendi türünden biri, bir vampir olduğunu anladı.
Yumruklamaların gürültüsü arttı ve menteşelerden biri yerinden çıkınca Caitlin korku içinde arkaya baktı. Bu kala- balık oldukça azimli görünüyordu ve Caitlin nereye gidece- ğini bilmiyordu.
“Lütfen, bana yardım et!” diye yalvardı.
Adam birkaç saniye daha duasına devam etti. Sonunda ona hiç bakmadan, “Zaten ölü olan bir şeyi nasıl öldürebi- lirler ki?” dedi.
Tahtaların kırılma sesi onlara ulaşıyordu.
“Lütfen” diye üsteledi. “Beni onlara verme.”
Adam ağır ağır ayağa kalkıp kilise mihrabını işaret etti. “İşte orada” dedi. “Perdenin arkasında gizli bir kapı var. Fırla!”
Caitlin adamın parmağının gösterdiği yönü takip etti, ne var ki sadece saten bir kumaşla kaplanmış geniş bir platform görünüyordu gözüne. Kumaşı çekti ve gizli kapıyı gördü. Ka- pıyı açıp vücudunu ufak boşluğa soktu. Ufak bir delikten dışarıyı görebiliyordu. Rahibin hızla yan kapıya doğru gidip şaşılası bir kuvvetle tekmeleyerek açışını seyretti. O sırada ana kapı kalabalık tarafından yıkıldı ve herkes koridora doluştu.
Caitlin çabucak perdeyi geri çekti. Onu fark etmemiş ol- malarını umuyordu. Ahşap üzerindeki delikten dışarıyı iz- lerken kalabalığın koridor boyunca koşturarak doğruca ona gelmekte olduğunu görüyordu.
“Şu taraftan!” diye bağırdı rahip. “Vampir şu taraftan kaçtı!” Eliyle yan kapıyı işaret etti ve kalabalık doğruca onun yanından geçerek gecenin içine doğru uzaklaştı.
Birkaç saniye sonra sonu hiç gelmeyecekmiş gibi gözüken insan seli kiliseden çıkmış ve etraf nihayet sessizleşmişti. Ra- hip kapıyı kapayıp arkadan kilitledi.
Caitlin ona doğru gelmekte olan ayak seslerini duyabiliyor- du ve korkudan titreyerek, soğuk terler döke döke kapağı açtı.
Adam perdeyi çekti ve ona baktı. Nazikçe elini uzattı. “Caitlin” dedi gülümseyerek, “uzun zamandır seni bekliyor- duk biz de.”
İkinci Bölüm
Roma, 1790
Kyle karanlıkta zar zor nefes alarak ayakta duruyordu. Kısılıp kalınan yerlerden daha fazla nefret ettiği pek az şey vardı, karanlıkta elini uzatıp onu çevreleyen taşı hissetti- ğinde terlemeye başladı. Kapana kısılmıştı. Onun için daha kötüsü olamazdı. Geri çekildi ve yumruğuyla taşın tam or- tasında bir delik açtı. Taş parçalara ayrıldığında Kyle içeri sızan gün ışığına karşı gözlerini eliyle kapadı. Eğer Kyle’ın kapana kısılmaktan daha fazla nefret ettiği bir şey varsa o da doğrudan gün ışığına maruz kalmaktı, özellikle de ten koruyucusu yokken. Çabucak molozların içinden çıkıp bir duvarın arkasına sığındı.
Kyle gözlerindeki tozu temizlerken sersem bir halde de- rin derin nefes alarak etrafını inceledi. İşte zaman yolculu- ğunun bu yanından nefret ediyordu: Asla nereye düşeceği- ni bilemiyordu. Bu işe yüzyıllardır kalkışmamıştı ve şayet şu hiç bitmeyen baş belası Caitlin olmasaydı, bu sefer de kalkışmazdı.
Caitlin’in New York’u terk etmesinin üstünden çok geç- memişti ki Kyle bu savaşın yalnızca kısmi olarak kazanıldı- ğının farkına vardı. Caitlin halen kayıpken, zırhın peşinden koşmaktayken asla rahat edemeyeceğini anlamıştı. Savaşı kazanmanın, tüm insan soyunu köleleştirmenin, vampir ırkının tek lideri olmanın kıyısına gelmişti oysa ki. Ancak o zavallı ufak kız yoluna taş koyuyordu. Zırh ortalıkta do- laşmaktayken asla mutlak güce erişmiş sayamazdı kendini. Onu takip edip öldürmekten başka çaresi yoktu ve bu, za- manda geri gitmesini gerektiriyorsa, onu da yapardı.
Zar zor nefes alan Kyle çabucak bir ten koruyucusu çı- karıp kollarını, boynunu ve göğsünü sardı. Etrafına bakındı ve bir anıt mezarda olduğunu fark etti. İşaretlere bakılırsa Roma’da bir yere benziyordu. Roma.
Asırlardır buraya gelmemişti. Mermeri kırdığında üstü başı toz olmuştu ve üstünden silkeledikleri gün ışığında ha- vada asılı duruyordu. Derin bir nefes aldı, kendini hazırladı ve dışarı çıktı.
Haklıydı, burası Roma’ydı. Etrafına bakıp İtalyan servi ağaçlarını gördüğünde başka bir yerde olamayacağını anla- dı. Roma Forumu’nun tepesinde durduğunu fark etti; ye- şil çimenleri, tepeleri, vadileri ve harabe kalıntıları hafif bir eğimle önünde uzanıyordu. Bu, anılarını canlandırdı. Burası kullanılmaktayken bir sürü insanı öldürmüştü ve neredeyse bir keresinde kendisi de öldürülüyordu. Bu düşünce karşı- sında gülümsedi. İşte burası tam onun meskeniydi. Ayrıca konuşlanmak için kusursuz bir bölgeydi. Panteon çok uzak- ta değildi. Birkaç dakika içinde buranın en güçlü meclisi olan Yüce Roma Konseyi’nin yargıçlarının önünde olabilir ve istediği tüm cevapları alabilirdi. Çok geçmeden Caitlin’in nerede olduğunu bulur ve her şey yolunda giderse, onu öl- dürme iznini alırdı.
Gerçi buna ihtiyacı yoktu. Sadece nezaketen, vampir etiği ve bin yıldan eski bir gelenek sebebiyle izin isteyecekti. Vam- pirler başkasının bölgesinde birini öldürmek için her zaman izin alırdı. Eğer onu geri çevirirlerse durması mümkün de- ğildi. Böyle bir durumda karşısına çıkan herkesi öldürürdü.
Kyle derin bir nefes çektiğinde kendini evinde hissetti. Buraya en son gelişinin üstünden uzun zaman geçmişti. Çok uzun zamandır New York’ta, vampir politikasının için- de, modern bir zaman ve mekânda kısılıp kalmıştı. Oysa bu onun tarzına daha uygundu. Uzaktan atları ve kirli yolları seçebiliyordu, on sekizinci yüzyıl civarında bir zamanda ol- duğunu tahmin etti. Harika. Roma kentleşmişti fakat hâlâ saflığını koruyordu, geriye kalanlara yetişmesi için daha iki yüz yılı vardı.
Kyle üstünü başını kontrol ederken zaman yolculuğunu oldukça ucuz atlattığını gördü. Öbür yolculuklarında çok daha beter hallere düşmüş, düzelmesi için çok daha fazla zamana ihtiyaç duymuştu. Ancak bu sefer öyle olmamıştı. Şimdiye kadar hiç hissetmediği kadar güçlüydü ve harekete geçmeye hazırdı. Sanki kanatları hemencecik açılacak ve şayet canı isterse doğruca Panteon’a uçup planını uygula- maya koyabilecekti. Ancak o kadar da hazır olduğu söyle- nemezdi. Uzun zamandır tatil yapmamıştı ve buraya geri dönmüş olmaktan memnundu. Birazcık etrafı keşfetmek, burada olmanın neye benzediğini görmek ve hatırlamak istiyordu.
Kyle inanılmaz bir hızla tepeden aşağı sekerek indi ve neredeyse göz açıp kapayıncaya kadar Forum’dan çıkıp Roma’nın kalabalık, itiş kakış sokaklarına daldı.
İki yüz yıl önce Roma’nın bu kadar kalabalık olması karşısında şaşırdı. Kyle kalabalığın içine karışırken adım- larını yavaşlatıp onların hızına uydu. Bir insan kalabalığı dolanıyordu. Zemini hâlâ topraktan olan geniş bulvar her yöne koşturan binlerce insana ev sahipliği yapıyordu. Aynı zamanda her türden ve ebattan atı, at arabalarını, fayton- ları ve nakliye araçlarını barındırıyordu. Sokaklar buram buram ter ve at pisliği kokuyordu. Kyle şimdi hepsini ha- tırlamaya başlıyordu işte… Kanalizasyon yokluğu, yıkanma alışkanlığının yokluğu, eski zamanların pis kokusu. Midesi bulanıyordu.
Kalabalık gittikçe büyüyüp her ırktan ve sınıftan insanlar oradan oraya koşuştururken Kyle her bir yandan itilip kakıl- maya başlandığını hissetti. Eski moda İtalyan şapkaları sa- tan mağaza vitrinleri hayretini uyandırdı. Üstü başı dökülen ufacık oğlanların ona doğru koşup meyve dilimleri satmaya çalışması onu şaşırttı. Bazı şeyler hiç değişmiyordu.
Kyle eski zamanlardan iyi hatırladığı dar ve biçimsiz bir ara yola saptı, önceki halini korumakta olduğunu umuyor- du. Öyle olduğunu görmek pek hoşuna gitti. Önündeki so- kakta duvarlara yaslanmış bir dolu fahişe yanlarından geçtiği sırada onu çağırıyordu.
İçlerinden birine yaklaşırken abartılı makyajı olan, saçları kırmızıya boyalı balık etli bir kadın ileri çıkıp yüzünü eliyle okşadı. “Hey koca oğlan” dedi. “İyi zaman geçirmek mi isti- yorsun? Cebinde ne kadarın var?”
Kyle sırıttı, kolunu kadının beline dolayıp onu yan bir sokağa doğru yöneltti.
Kadın memnuniyetle ona uydu. Köşeyi döner dönmez ka- dın lafa girdi. “Soruma cevap vermedin. Cebinde ne kad…?” Bu asla sonunu getiremeyeceği bir soruydu. Daha lafını biti- remeden Kyle dişlerini boğazına saplamıştı bile. Kadın bağır- maya çalıştı fakat Kyle serbest olan eliyle ağzını kapayıp onu daha yakına çekerek kanından doyasıya içti. Damarlarında insan kanının dolaştığını ve yenilendiğini hissetti. Susamış, içi kavrulmuştu. Zaman yolculuğunda yitirdiği gücünü geri kazanması için ihtiyacı olan şey tam da buydu.
Kyle kadının bedeninin gevşediğini hissetti, ihtiyacı olandan daha fazlasını alıyordu ondan. Susuzluğunu gider- diğinde kadının cansız bedeninin yere düşmesine izin verdi. Tam dönmüş ve sokaktan çıkmaya hazırlanıyordu ki devasa, tıraşsız, tek dişi eksik bir adam ona doğru yaklaştı. Keme- rinden bir hançer çıkardı. Adam önce ölü kadına, sonra da Kyle’a bakıp yüzünü buruşturdu.
“O benim malımdı” dedi adam. “Umarım bunu ödeye- cek paran vardır.”
Adam, Kyle’a doğru iki adım atıp hançeri ona saplamaya çalıştı. Kyle refleksleri sayesinde kolayca yana çekilip ada- mın bileğini kavradı, tek bir hamlede geri çekti ve kolunu ortadan kırdı. Adam çığlık atmaya kalktı, ne var ki çığlığı- nın sonu gelmeden Kyle hançeri elinden kaptı ve aynı hare- ketin bitiminde boğazını kesiverdi. Cesedin yere düşmesine izin verdi.