Yalvaran - Блейк Пирс 4 стр.


İdam görevlileri Caldwell’i masanın üzerine yatırıp kelepçelerini, zincirlerini ve sandallarını çıkarıp yerine bağladılar. Onu her biri ikişer tane deri bantla olmak üzere göğsünden, bacaklarından, ayak bileklerinden ve el bileklerinden bağlamışlardı. Çıplak ayakları pencereye bakıyordu. Yüzünü görmekse zordu.

Birden görüş odasının penceresinin perdeleri kapatıldı. Riley bunun görevlilerin doğru damarı bulamamak gibi sorunlarla karşılaşma olasılıklarına dair idamın yürütülmesi için bir önlem olduğunu biliyordu. Yine de garipsemişti. Görüş odasındaki insanlar idamı izlemek üzerelerdi ama tanıkların iğnenin yapılışını görmelerine izin verilmiyordu. Perde, görevlilerden biri tarafından diğer yöne doğru biraz açıldı.

Perdeler açıldığında borular yerleştirilmişti ve mahkumun kollarından mavi plastik perdenin arkasına doğru uzuyorlardı. Görevlilerden bazıları öldürücü ilaçların idaresini yapmak için perdelerin arkasına geçmişlerdi.

Bir adam muhtemelen hiç gelmeyecek olan aramayı beklemek için kırmızı telefonu aldı. Bir diğer adam kötü ses düzeninden duyulan kırık bir sesle Caldwell’e konuştu. Ona söyleyeceği son bir söz olup olmadığını soruyordu.

Buna karşılık Caldwell’in yanıtı şaşırtıcı derecede netti.

“Ajan Paige burada mı?” diye sordu.

Adamın sözleri Riley’i sarsmıştı.

Görevli yanıtlamadı. Bu soru Caldwell’in yanıt almayı hakettiği bir soru değildi.

Gergin bir sessizlikten sonra Caldwell devam etti.

“Ajan Paige’e söyleyin umarım sanatım onun için yeterince adil olmuştur.”

Riley katilin yüzünü tam olarak görememesine karşın onun kıkırdadığını duyabiliyordu.

“Hepsi bu,” dedi. “Ben hazırım.”

Riley öfke, korku ve karmaşa hisleriyle dolmuştu. Bu onun bekleyebileceği son şeydi. Caldwell yaşamdaki son dakikalarını onun hakkında kullanmayı seçmişti. Ve burada kırılmaz camın arkasında otururken Riley’in bu konuda çaresizdi.

Onu adalete Riley teslim etmişti ama sonunda katil tuhaf hastalıklı bir intikam almıştı.

Gail’in küçük elinin kendi elini kavradığını hissetti.

Tanrım, diye geçirdi içinden Riley. Gail beni teselli ediyor.

Riley midesinin bulandığını hissetti.

Caldwell bir şey daha söyledi.

“Başladığında hissedecek miyim?”

Yine yanıt alamadı. Riley ilacın şeffaf borulardan geçişini görebiliyordu. Caldwell birkaç derin enfes aldı ve derin bir uykuya daldı. Sol ayağı birkaç kez seğirdi ve ardından hareketsiz kaldı.

Biraz sonra gardiyanlardan bir tanesi ayağı çimdikleri ve tepki alamadı. Bu tuhaf bir hareket gibi görünüyordu. Fakat Riley görevlinin sakinleştiricinin etki edip etmediğini ve Caldwell’in bilinçsiz olduğunu kontrol ettiğini anlamıştı.

Gardiyan perdenin arkasından görevlilere anlaşılmayan bir şeyler söyledi. Riley boruların içinden yeni bir sıvının aktığını gördü. Bunun, ciğerlerin çalışmasını durdurmak için verilen ikinci ilaç olduğunu biliyordu. Biraz sonra verilecek üçüncü sıvı da kalbi durduracaktı.

Caldwell’in solukları yavaşlarken Riley izlediği şeyi düşünüyordu. Bu ölüm, kendisinin ölümcül güç kullandıklarından farklı mıydı? Görev sırasında pek çok katil öldürmüştü.

Ama bu diğer ölümlere benzemiyordu. Kıyaslamak gerekirse, bu ölüm garip biçimde konrollü, temiz, klinik ve tertemizdi. Anlaşılmayacak kadar yanlış görünüyordu. Riley kendisini şöyle düşünürken buldu…

Bunun olmasına izin vermemeliydim.

Yanlış düşündüğünü biliyordu. Caldwell’in tutuklanmasını profesyonelce ve kitabına göre yapmıştı. Fakay öyle olsa bile… diye düşündü.

Onu ben kendim öldürmeliydim.

Gail, Riley’in elini on uzun dakika boyunca tutmaya devam etti. Sonunda Caldwell’in yanındaki görevli Riley’in duyamayacağı tonda bir şey söyledi.

Hapishane müdürü perdenin arkasından çıkarak tanıkların anlayabileceği temiz bir ses tonuyla konuşmaya başladı.

“İdam sabah saat 9:07’de başarıyla gerçekleştirilmiştir.”

Sonra perdeler yeniden kapatıldı. Tanıklar göreceklerini görmüştü. Gardiyanlar odaya gelerek herkesin olabildiğince çabuk dışarı çıkarılmasını sağladılar.

Grup koridora çıkarken Gail yeniden Riley’in elini tuttu.

“Söylediği şey için üzgünüm,” dedi Riley’e.

Riley şaşırmıştı. Kanun kendi kızının katilinin işini bitirdiği böyle bir anda Gail onun hisleriyle ilgili nasıl üzülebiliyordu?

“Sen nasılsın Gail?” diye sordu hızlı adımlarla çıkışa doğru yürürlerken.

Gail bir süre sessizce yürüdü. Yüz ifadesi tamamen boş görünüyordu.

“Bitti,” dedi sonunda. Sesi durgun ve soğuktu. “Bitti.”

Bir anda gün ışığına çıktılar. Riley sokağın karşısında iki kalabalık grubun birbirinden ayrı tutularak polis tarafından kontrol edildiklerini gördü. Bir tarafta idamı destekleyen, küfürlü ve müstehcen nefret dolu söylemler yapan insanlar vardı. Anlaşılır biçimde sevinçliydiler. Diğer tarafta kendilerina ait söylemlerle idam cezası karşıtı grup vardı. Bütün gece burada mum ışığında nöbet tutmuşlardı. Bunlar daha boyun eğmiş gibiydiler.

Riley her iki gruba da sempati duymuyordu. Bu insanların burada yalnızca kendileri için toplandıklarını, kendi zevkleri için hakaret edip haklılık sözleriyle ortak bir gösteri yaptıklarını biliyordu. Bunların, acı ve kederleri tamamen gerçek olan insanların arasında, burada olmamaları gerektiğinden yakınıyordu.

Giriş ve kalabalık arasında yakındaki medya minibüsleri ile birlikte bir gazeteci ordusu vardı. Riley aralarına girerken bir kadın elinde mikrofonla ve arkasında bir kameraman olduğu halde ona doğru koştu.

“Ajan Paige? Siz Ajan Paige misiniz?” dedi.

Riley yanıt vermedi. Muhabiri geçmeye çalıştı.

Muhabir inatla yanında kaldı. “Caldwell’in son sözlerinde sizden bahsettiğini duyduk. Yorum yapacak mısınız?”

Diğer muhabirler de yaklaşarak aynı soruyu sordular. Riley dişlerini sıkıp kalabalığı ittirdi. Sonunda onlardan kurtulmuştu.

Arabasına doğru hızla ilerlerken Meredith ve Bill’i düşünmeye başladı. Her ikisi de yeni davada çalışması için ona yalvarıyorlardı. Oysa kendisi onlara bir yanıt vermekten kaçınıyordu.

Neden? diye merak etti.

Muhabirlerden kaçıp kurtulmuştu. Acaba Bill ve Meredith’ten de kaçıp kurtulmuş muydu? Acaba gerçekten kim olduğundan da kaçıp kurtulmuş muydu? Bunların hepsini yapmak zorunda mıydı?

*

Riley evde olmaktan çok memnundu. Sabah şahit olduğu idam görüntüsünün boş hisleriyle doluydu ve Fredericksburg’a kadar geriye araba kullanmak onu yormuştu. Fakat kapıyı açıp evinden içeriye girdiğinde bir şeylerin ters gittiğini hissetmişti.

Ev alışılmadık biçimde sessizdi. April şimdiye kadar okuldan gelmiş olmalıydı. Gabriela neredeydi? Riley mutfağa gitti. Boştu. Masanın üzerinde bir not vardı.

Me voy a la tienda, yazıyordu. Gabriela markete gitmişti.

Riley her yerine yayılan bir panik dalgasıyla sandalyeyi tuttu. Gabriela’nın markete gittiği başka bir zaman April babasının evinden kaçırılmıştı.

Karanlık, bir alevin gözüne ilişmesi.

Riley dönüp merdivenlere koştu.

“April,” diye bağırdı.

Yanıt yoktu.

Riley merdivenlerden yukarıya koşturdu. Yatak odalarında kimse yoktu. Kendi küçük çalışma odasında kimse yoktu.

Aklı kendisine aptalca düşündüğünü söylese de Riley’in kalbi çarpıyordu. Bedeni aklını dinlemiyordu.

Aceleyle aşağıya inip arka verandaya çıktı.

“April,” diye bağırdı.

Ama yan komşunun bahçesinde kimse oynamıyordu ve görünürde çocuklar yoktu.

Bir kez daha bağırmamak için kendisini durdurdu. Komşularının onun tam bir deli olduğunu düşünmelerini istemiyordu. Bu kadar çabuk değil.

Elini cebine götürüp telefonunu çıkardı. April’a mesaj attı.

Yanıt alamadı.

Yeniden içeriye girip kanepeye oturdu. Başını ellerinin arasına aldı.

Yeniden o daracık yerde, karanlıkta pisliğin içinde yatıyordu.

Ama küçük bir ışık ona doğru yaklaşıyordu. Alevlerin arasından adamın acımasız yüzünü görebiliyordu. Ama katilin kendisi için mi yoksa April için mi geldiğini bilmiyordu.

Riley şimdiki gerçeklikteki bu vizyondan sıyrılmak için kendisini zorladı.

Kendi kendine defalarca Peterson öldü, dedi. İkimize de yeniden asla zarar veremeyecek.

Kanepede oturmuş içinde bulunduğu ana ve yere odaklanmaya çalışıyordu. Bugün yeni evinde ve yeni hayatının içindeydi. Gabriela markete gitmişti. April mutlaka yakınlarda bir yerlerdeydi. Nefes alış verişi yavaşlamıştı ama hala ayağa kalkamıyordu. Dışarıya çıkıp tekrar bağırmaktan korkuyordu.

Çok uzun gibi gelen bir süre sonra Riley ön kapının açıldığını duydu.

April şarkı söyleyerek kapıdan içeriye girdi.

Riley şimdi ayağa kalkabilirdi. “Hangi cehennemde kaldın?”

April şok olmuş görünüyordu.

“Senin sorunun ne anne?”

“Nerdeydin? Neden mesajıma yanıt vermedin?”

“Özür dilerim, telefonum sessizde kalmış. Cece’lerdeydim. Evleri hemen yolun karşısında. Okul otobüsünden indikten sonra annesi bize dondurma ikram etti.”

“Nerede olduğunu nasıl bilebilirim?”

“Henüz eve geldiğini bilmiyordum.”

Riley kendi bağırışını duyuyor ama kendisini durduramıyordu. “Ne düşündüğün umurumda bile değil. Düşünmüyordun. Bana daima haber vermelisin…”

Sonunda Riley’in yanaklarından düşen gözyaşları Riley’i durdurdu.

Riley nefesini tutup, kızına doğru koşup ona sarıldı. April’ın bedeni önce sinirden kaskatıydı ama Riley onun giderek gevşediğini hissetti. Ayrıca kendi gözlerinden de yaşlar boşaldığını farketti.

“Özür dilerim,” dedi Riley. “Özür dilerim. Biz o kadar korkunç şeyler yaşadık ki... çok korkunç.”

“Ama hepsi geçti,” dedi April. “Anne, hepsi geçti.”

İkisi birlikte kanepeye oturdular. Taşındıklarında yeni almışlardı bu kanepeyi. Riley onu yeni hayatı için almıştı.

“Geçtiğini biliyorum,” dedi Riley. “Peterson’un öldüğünü biliyorum. Buna alışmaya çalışıyorum.”

“Anne, her şey artık daha iyi. Benim için her dakika endişelenmene gerek yok. Ayrıca küçük ve aptal bir çocuk değilim. On beş yaşındayım.”

“Ve çok akıllısın,” dedi Riley. “Biliyorum. Bunu yalnızca kendime hatırlatmam gerekecek. Seni seviyorum April,” dedi. “Bazen çılgın gibi davranmamın nedeni bu.”

“Ben de seni seviyorum anne,” dedi April. “Sadece çok endişelenmeni istemiyorum.”

Riley kızının yeniden gülümsediğini görünce sevinmişti. April kaçırılmış, esir alınmış ve o alev meşalesiyle tehdit edilmişti. Annesi henüz tam istikrarlı davranmaya başlamadıysa da April tamamen normal bir ergen gibi görünmeye başlamıştı.

Yine de Riley kızının zihninin bir yerlerinde patlamaya hazır bekleyen karanlık anılar olup olmadığını merak etmeden duramıyordu.

Onun için olduğu gibi, kendi korkularından kaynaklanan kabuslar için de birisiyle konuşmaya ihtiyacı olduğunu biliyordu. Bunu en erken zamanda yapacaktı.

Bölüm Altı

Riley, Mike Nevins’e söylemeye çalıştığı şeyi düşünürken sandalyesinde kıpırdanıp duruyordu. Huzursuz ve sinirliydi.

“Acele etme,” dedi adli psikiyatrist sandalyesinde öne doğru eğilip endişeyle Riley’e bakarken.

Riley acı acı gülümsedi. “Sorun da bu,” dedi. “Zamanım yok. Çok oyalandım. Bir karar vermem gerek. Hiç bu kadar kararsız olduğumu gördün mü?”

Mike yanıt vermedi. Yalnızca gülümsedi ve parmak uçlarını birbirine bastırdı.

Riley, Mike’ın bu suskunluklarına alışkındı. Kibar, ilgili bir adamdı ve bir arkadaş, bir terapist ve zaman zaman da akıl hocası olarak yıllar boyunca Riley için çok şey yapmıştı. Bu günlerde daha çok bir suçlunun karanlık zihniyle ilgili fikirlerini almak için arıyordu onu. Ama bu ziyaret farklıydı. Dün akşam tatbikattan eve dönünce onu aramış ve bu sabah DC’deki ofisine gelmişti.

Mike sonunda, “Peki gerçekten ne yapmak istiyorsun?” diye sordu.

“Aslında sanırım hayatımın geri kalanına ajan olarak mı yoksa eğitmen olarak mı devam etmem gerektiğine karar vermem gerekiyor. Ya da tamamen farklı bir şey bulmalıyım.”

Mike güldü. “Dur bir dakika. Bütün geleceğini bugün planlama istersen. Şu ana odaklan. Meredith ve Jeffreys senin bir dava almanı istiyorlar. Sadece bir dava. Öyle ya da böyle. Kimse senden eğitim vermekten vazgeçmeni istemiyor. Ve şimdi kez tek yapman gereken evet ya da hayır demek. Peki öyleyse sorun ne?”

Bu kez susma sırası Riley’deydi. Problemin ne olduğunu o da bilmiyordu. Bu nedenle buradaydı.

“Bir şeyden korktuğunu düşünüyorum,” dedi Mike.

Riley zorlukla yutkundu. İşte buydu. Korkmuştu. Bunu kendisine bile itiraf etmeyi reddetmişti. Ama şimdi Mike onu bu konu hakkında konuşturacaktı.

“Peki neden korkuyorsun?” diye sordu Mike. “Bazı kabuslar gördüğünü söylemiştin.”

Riley hala susuyordu.

“Bu senin travma sonrası yaşadığın stress bozukluğundan olmalı,” dedi Mike. “Hala geçmişi düşünüyor musun?”

Riley bu sorunun sorulacağını tahmin etmişti. Sonuçta Mark onu özellikle bu korkunç deneyimin travmasından çıkarmak için herkesten fazla uğraşmıştı.

Riley başını sandalyenin arkasına dayayıp gözlerini kapadı. Bir an için yeniden Peterson’un karanlık kafesinin içindeydi ve o adam propan aleviyle kendisini tehdit ediyordu. Peterson onu esir ettikten sonra bu hatıra aylarca onun aklına gelmişti.

Ama Peterson’u yenmiş ve kendi elleriyle öldürmüştü. Aslında hareketsiz bir hamur haline gelene kadar dövmüştü.

Eğer bu da sona erdirmediyse ne olduğunu bilmiyorum, diye düşündü kendi kendine.

Sanki bir başkasının bilinmeyen öyküsünü seyrediyormuş gibi şimdi anıları şahsi olmaktan çıkmıştı.

“Daha iyiyim,” dedi Riley. “Daha kısa sürüyor ve daha seyrek oluyor.”

“Peki kızın nasıl?”

Bu soru Riley’i bıçak gibi kesmişti. Peterson’un April’ı esir aldığında yaşadığı dehşetin yankısını hissetti. Hala April’ın sesinin yardım için beyninde çınladığını duyabiliyordu.

“Sanırım bundan hala kurtulamadım,” dedi. “Onun yine kaçırılmış olmasından korkarak uyanıyorum. Onun iyi olduğunu ve uyuduğunu kontrol etmek için odasına gitmek zorunda kalıyorum.”

“Bu nedenle mi başka dava almak istemiyorsun?”

Riley derinden ürperdi. “Onu tekrar böyle bir tehlikenin içine atmak istemiyorum.”

“Bu benim sorumun yanıtı değil.”

“Hayır, hiç sanmıyorum,” dedi Riley.

Tekrar sessizlik oldu.

“Daha başka şeyler olduğunu hissediyorum,” dedi Mike. “Sana kabuslar gördüren ne? Geceleri seni uyandıran ne?”

Riley’in zihninde gizlenen bir dehşet onu sarsarak aklına geldi.

Evet, başka şeyler de vardı.

Gözleri açık bile olsa adamın yüzünü görebiliyordu. Eugene Fisk’in bebeksi, küçük, boncuk gibi gözleriyle tuhaf bir biçimde masum görünen yüzünü… Riley onunla yaptığı ölümcül dövüşte bu gözlere derinden bakmıştı.

Katil, boğazına bir ustura dayayarak Lucy Vargas’ı rehin almıştı. O anda Riley onu en büyük korkuların içinde görmüştü. Zincirler hakkında konuşmuştu (Katilin kendisiyle konuştuklarına ve onu arka arkaya cinayetler işlemeye, kadınları zincirlemeye ve boğazlarını kesmeye zorlayan zincirler).

“Zincirler bu kadını öldürmeni istemiyor,” demişti Riley ona. “Bu kadına ihtiyaçları yok. Onların bunun yerine neye ihtiyacı olduğunu sen biliyorsun.”

Katilin gözleri yaşarmış ve başıyla onaylamıştı. Sonra kurbanlarını öldürme şeklinin aynısını kendi üzerinde yapmıştı.

Riley’in gözlerinin önünde kendi boğazını kesmişti.

Ve şimdi burada Mike Nevin’in ofisinde otururken, Riley neredeyse kendi korkularının içinde boğulmak üzereydi.

Назад Дальше