“Peki bu adamı ne yapacağız?” diye sordu Alford. “Neden deli gömleği ve zincirler? Aşırı öldürme isteği gibi görünmüyor mu?”
Riley bir an düşündü.
“Düşüncelerinde değil,” dedi. “Bu, güçle ilgili bir şey. Kurbanlarını yalnızca fiziksel olarak değil, sembolik olarak da kısıtlamak istiyor. Bu pratiğin ötesine giden bir yol. Bu kurbanının gücünü almakla ilgili. Katil aslında buna dikkat çekmek istiyor.”
“Ama neden kadınlar?” diye sordu Lucy. “Eğer kurbanının gücünü almak istiyorsa, bunu erkeklerle yapması daha etkili değil mi?”
“Bu iyi bir soru,” diye yanıtladı Riley. Cesedin çok dikkatle, dengeli bir biçimde nasıl yerleştirildiğini görmek için olay yerine geri dönmeyi düşündü.
“Ama çok güçlü olmadığını unutmayın,” dedi Riley. “Bu bir yönüyle daha kolay hedefler seçmesiyle ilgili olabilir. Bunlar gibi orta yaşlı kadınlar muhtemelen daha az uğraştıracaktı. Ama ayrıca aklında bir şekilde yer etmişlerdi. Özel olarak seçilmemişlerdi ama kadın olarak ve kadını ona temsil eden her ne ise onun için seçilmişlerdi.”
Alford alaycılıkla homurdandı.
“Yani bunun kişisel olmadığını mı söylüyorsun?” dedi. “Bu kadınlar yakalanıp öldürülmek için bir şey yapmadılar. Katil bile özellikle onların bunu hak etmediğini düşünüyordu.”
“Bu çoğunlukla böyledir,” dedi Riley. “Benim son davamda katil oyuncak bebek alan kadınları hedef almıştı. Onların kim oldukları umurunda değildi. Önemli olan onları bebek alırken görmesiydi.”
Yine sessizlik oldu. Alford saatine baktı.
“Yarım saat içinde basın toplantısı yapmam gerek,” dedi. “Bunun öncesinde konuşmamız gereken başka bir şey var mı?”
Riley, “Yani, Ajan Vargas ve ben en erken zamanda kurbanın ailesiyle konuşmalıyız. Bu gece olursa iyi olur.”
Alford endişe ile alnını kırıştırdı.
“Sanmıyorum,” dedi. “Kocası genç öldü, belki on beş yıl oluyor. Bir kızı ve oğlu var. İkisinin de kendi aileleri var. Burada, kasabada yaşıyorlar. Adamlarım bütün gün onlarla konuştular. Çok yıprandılar ve perişanlar. Onları yarına kadar rahat bırakalım.”
Riley, Lucy’nin itiraz etmek üzere olduğunu gördü ve sessiz bir el hareketiyle onu durdurdu. Lucy’nin aile ile hemen görüşme istemesi iyiydi. Ama Riley, özellikle Alford ve takımı gibi yetkili görünen yerel güçlere köstek olmamaları gerektiğini de biliyordu.
“Anlıyorum,” dedi Riley. “Yarın sabah deneriz. İlk kurbanın ailesi nerede peki?”
“Sanırım Eubanks’da hala bazı akrabaları var,” dedi Alford. “Bunu araştırırım. Aceleye getirmeyelim. Nasılsa katilin acelesi yok. Son cinayeti beş yıl önceydi ve yakında tekrar hareket edeceğine dair garanti yok. Doğru ilerlemek için zamanı kullanalım.”
Alford sandalyesinden kalktı.
“Basın toplantısına gitsem iyi olacak,” dedi. “Siz de bu toplantıya katılmak ister misiniz? Yapmak istediğiniz bir açıklama var mı?”
Riley isteksizdi.
“Hayır, sanmıyorum,” dedi. “Başlangıçta FBI’ın dikkat çekmemesi iyi olur. Katilin çok tanındığını hissetmesini istemiyoruz. Eğer dikkatleri istediği kadar üzerine çekmezse kendisini daha çok göstereceğini düşünüyoruz. Şimdi senin gidip insanların karşısına çıkman daha iyi olur.”
“Tamam o zaman, siz yerleşebilirsiniz,” dedi Alford. “Pansiyonda sizin için ayrılmış bir iki oda var. Ayrıca önünde sizin kullanmanız için bir araba da var.”
Masasındaki oda rezervasyon formunu ve arabanın anahtarlarını Riley’e uzattı. Riley ve Lucy polis merkezinden ayrıldılar.
*
O gece geç saatlerde Riley cumbalı pencerenin sedirinde oturmuş Reedsport’un ana caddesini seyrediyordu. Akşam karanlığı çökmüş ve sokak lambaları yanmıştı. Akşam ortam hoş, güzel ve sakindi. Görünürde gazeteciler yoktu.
Alford, Riley ve Lucy için pansiyonda iki katlı güzel bir oda ayırtmıştı. Mekanın sahibi kadın onlara lezzetli bir akşam yemeği sunmuştu. Sonra Riley ve Lucy alt kattaki oturma odasında bir saate yakın ertesi günün planlarını yapmışlardı.
Reedsport gerçekten şirin ve güzel bir kasabaydı. Farklı koşullar altında olsalardı tatil yapmak için iyi bir yerdi. Ama şu an Riley’in aklı dünkü cinayet konuşmalarından çok ailevi meselelerle doluydu.
Şu ana kadar Peterson’u hiç aklına getirmemişti. O dışarıda bir yerdeydi, bunu biliyordu ama kimse buna inanmıyordu. Böyle şeyleri bırakmış olması akıllıca mıydı? Birini ikna etmek için daha çok uğraşamalı mıydı?
Peterson ve bu iki kadını öldüren katilin şu an hayatlarını yaşıyor olmaları ona ürperti veriyordu. O katillerden dışarıda, eyalette, ülkede daha kaç tane vardı? Neden toplumumuz bu çarpık insanlar nedeniyle rahatsız ediliyordu?
Ne yapıyor olabilirlerdi? Bir yerlerde tek başlarına ya da ailelerinin ve arkadaşlarının, onların içindeki kötülükten hiç haberi olmayan masum insanların içinde rahatça yaşıyorlar mıydı?
O an için Riley bunu bilemezdi. Ama bunu bulmak onun göreviydi.
Üstelik kendisini endişeyle April’ı düşünürken bulmuştu. Onu babasıyla öylece bıraktığı için içi rahat değildi. Ama başka ne yapabilirdi ki? Riley bu davayı almazsa yakında bir başka davanın gelebileceğini biliyordu. Sadece asi bir gençle başa çıkmak için çok işi vardı. Yeteri kadar evde değildi.
Riley, içgüdüsel olarak cep telefonunu çıkardı ve mesaj gönderdi. On an impulse, Riley took out her cell phone and sent a text message.
Selam April. Nasılsın?
Bir iki saniye sonra yanıt geldi.
İyiyim anne. Sen nasılsın? İşi çözmedin mi henüz?
April’ın, yeni davadan söz ettiğini anlaması Riley’in birkaç saniyesini almıştı.
Hayır, henüz halletmedim, yazdı.
April yanıtladı, Yakında halledersin.
Riley bu neredeyse tamamen güven dolu mesaj karşısında gülümsedi.
Konuşmak ister misin? Seni şimdi arayabilirim, yazdı.
April’ın yanıt vermesi için bir iki saniye bekledi.
Şimdi değil. Ben iyiyim.
Riley bunun tam olarak ne anlama geldiğini bilmiyordu. Biraz kalbi kırılmıştı.
Tamam, yazdı. İyi geceler. Seni seviyorum.
Sohbeti kapatıp oturdu ve derinleşen geceyi seyretti. April’ın sorusunu anımsayarak özlemle gülümsedi…
“İşi çözmedin mi henüz?”
“Bunun” anlamı Riley’in hayatındaki pek çok şey olabilirdi. Riley bunları çözmekten kendini çok çok uzak görüyordu.
Riley yeniden dışarıdaki gece karanlığına baktı. Ana yola bakarken, katilin tren rayları boyunca kasabaya doğru girişini gözünde canlandırdı. Bu cesur bir hareketti. Ama deponun ışığının altında görülebilecek cesedi elektrik direğine asmak kadar cesur değildi.
Onun suç eğilimi, cesedi gelişigüzel nehire atmaktan, tüm dünyanın göreceği biçimde asmaya kadar büyük ölçüde değişmişti. Riley’e göre katil özellikle organize olmuş gibi gelmiyordu ama daha takıntılı olmuştu. Hayatında bazı şeyler değişmiş olmalıydı. Ama ne?
Riley bu tür bi cesaretin reklam ve şöhret için artan bir isteği temsil ettiğini biliyordu. Katilin son kurbanından kesinlikle bu sonuç ortaya çıkıyordu. Ama bu olayda farklı bir şey hissediyordu. Bir şey Riley’e katilin yalnızca minyon ve güçsüz olduğunu değil aynı zamanda kendini yok sayan, mütevazi biri olduğunu da söylüyordu.
Öldürmek hoşuna gitmiyordu; Riley bundan kesinlikle emindi. Bu yeni cesaret seviyesine onu getiren ünlü olma isteği de değildi. Bu yalnızca umutsuzluktu. Belki de pişmalık, yarı bilinçli yakalanma arzusuydu.
Katillerin kendilerine karşı olmaya başladıklarından daha tehlikeli hiç olmadıklarını, kişisel deneyimlerinden biliyordu Riley.
Riley, Şef Alford’un daha önce söylediği bir şeyi düşündü.
“Katilin acelesi yok, hiç hem de.”
Riley şefin yanıldığını hissettiğinden emindi.
Bölüm 10
Riley, Şef Alford’un masasına fotoğrafları bırakan orta yaşlı ve şişman adli tabip için üzülmüştü. Fotoğraflar Rosemary Pickens’in otopsisinin tüm korkunç detaylarını gösteriyordu. Tabip Ben Tooley oldukça kötü görünüyordu. Şüphesiz felçten ya da kalp krizinden ölen insanların cesetlerini incelemeye daha alışkındı. Uykusuz görünüyordu. Riley onun gece geç saate kadar ayakta olduğunu farketmişti. Ayrıca yatağına yattığında da mışıl mışıl uyumadığına bahse girebilirdi.
Sabah olmuştu ve Riley kendisini oldukça dinlenmiş hissediyordu. Yatağı son derece yumuşak ve rahattı. Uykusu ne kabuslar ne de davetsiz misafirlerle bölünmemişti. Böyle bir gece geçirmeye şiddetle ihtiyacı vardı. Lucy ve Şef Alford tetikte görünüyorlardı ama tabibin başka anlatacakları vardı.
“Bu beş yıl önceki Marla Blainey cinayetinden daha kötü,” dedi Tooley. “Çok daha kötü belki de. Tanrım, bundan sonra bu tür korkunç şeyler geride kalır umarım. Böyle bir şans olamaz.”
Tooley onlara kadının kafasının arkasını yakından gösterdi. Derin bir yara izi görünüyordu ve etraftaki saçın üzerinde kurumuş kan vardı.
“Sol parietal kemik derin darbe almış,” dedi. “Kafatasını kırmak için yeterli bir darbe. Büyük olasılıkla beyin sarsıntısına, belki de kısa bir süre bilinç kaybına neden olmuş olmalı.”
“Ne tür bir cisim kullanılmış?” diye sordu Riley.
“Yolunmuş saçlar ve kazınan bölgeye bakarak söylemem gerekirse ağır bir zincir kullanılmış. Marla Blainey de aynı yerde aynı tip yaraya sahipti.”
Alford başını salladı. “Bu adam yalnızca zincirlerle ilgileniyor,” dedi. “Zaten gazeteciler onu ‘zincir katili’ diye çağırıyorlar.”
Lucy kadının karnının yakın çekimlerinden bazılarını işaret etti.
“Onun defalarca dövüldüğünü mü düşünüyorsun genel olarak?” diye sordu. “Bu morluklar kötü görünüyor.”
“Kötüler doğru, ama dayak yüzünden değil,” dedi Tooley. “Zincirlerle sıkı sıkı bağlandığı için vücudunda çürükler var. Deli gömleği ile zincirler arasında sıkı sıkı uzun süre bağlı kalmaktan çok uzun süre acı çekmiş olmalı. Marla Blainey ile aynı durum.”
Bu önemli bilgiler yüzünden hepsi bir an sessizliğe büründü.
Sonunda Lucy, “Onun minyon ve çok güçlü olmadığını biliyoruz ve gerçekten bir ‘’erkek’’ olduğunu varsayıyoruz. O halde her kadını kafalarına vurduğu tek keskin darbe ile susturmuş olmalı. Sersemlemiş ya da bilinçlerini kaybetmiş olduklarında onları yakındaki arabaya taşımış.”
Riley onayladığını işaret etti. Bu ona iyi bir tahmin gibi gelmişti.
“Peki ona esir olduğunda nasıl davrandı?” diye sordu Alford.
Tooley parçalanmış gövde görüntülerini ortaya çıkarmak için fotoğrafları karıştırdı.
“Çok kötü,” dedi. “Midede neredeyse hiç kalıntı bulamadım. Bağırsakta da. Onu su ile hayatta tutmuş olmalı. Ama büyük olasılıkla açlıktan öldürmeye çalışmadı. Bu çok uzun zaman sürerdi. Belki onu yalnızca zayıflatmak istedi. Yine söylüyorum, Marla Blainey ile aynı. Kesik boğazında belirleyici ve ölümcül bir darbe izi yoktu.”
Yeniden sessizlik oldu. Herkesin söyleyeceği çok az söz kalmıştı. Daha çok düşünmeleri gerekiyordu. Riley’in aklı sormak istediği bir çok soru ile karmakarışıktı. Katil bu kadınları neden esir almıştı? Alışılmış motiflere uymuyordu bu. İşkence ya da tecavüz etmemişti. Eğer onları öldürmeyi amaçladıysa, bunun için neden beklemişti? Bunu başarabilmek için zamana mı ihtiyacı vardı?
Açıkçası, katilin kurbanlarının çaresizliği ile ilgili takıntısı olduğunu düşünüyordu Riley. Bu ona bir çeşit başarma duygusu veriyordu. Büyük olasılıkla kendisi de bu tür bir çaresizlik yaşamıştı. Belki de çocukluk döneminde… Ayrıca kurbanlarını yalnızca zayıf düşürmenin dışında bir nedenden dolayı aç bıraktığından şüpheleniyordu. Acaba katil de bir zamanlar aç mı bırakılmıştı?
Riley derin bir nefes aldı. Pek çok soru vardı. Davanın başlarında hep böyle olurdu. Bu arada yapılacak çok iş vardı.
*
İki saat sonra Riley, Alford’un ödünç arabası ile, Lucy ile birlikte Hudson Nehri boyunca ilerliyordu. Marla Blainey’in yaşadığı ve öldürüldüğü Eubanks kasabasına doğru yoldalardı. Az önce iki yetişkin çocuğuyla konuştukları Rosemary Pickens’ın evinden geçmişlerdi.