Savaşin Armağani - Морган Райс 2 стр.


“Hayatta olduğuna sevindim,” dedi birisi.

Thor dönünce Angel’ın ona gülümsediğini gördü. Thor’un gömleğini çekiştiriyordu. Thor gülümseyip yanına eğildi ve ona sarıldı.

“Ben de senin hayatta olduğuna sevindim,” dedi.

“Neler olduğunu anlamadım,” dedi Angel. “Kendimdeyim, ama bir anda… Bambaşka birisi oluverdim sanki…”

Thor ağır ağır başını sallayıp olanları aklından atmak istedi.

“Çılgınlık en kötü düşmandır,” dedi. “Kendimiz de başa çıkamayacağımız tek düşmanız.”

Angel endişeyle kaşlarını çattı.

“Tekrar aynı şey olacak mı?” diye sordu. “Burada da o tür bir şey var mı?” dedi korkuyla ufka bakarak.

Thor da ufka baktı ve aynı şeyi düşündü… Ama yanıt onu endişelendirerek bir anda geliverdi.

Bir balina suyun yüzeyine çıkıyormuş gibi müthiş bir ses geldi ve Thor o güne dek gördüğü en çirkin yaratıkla karşılaştı. Dev bir mürekkep balığını andırıyordu; on beş metre boyunda, parlak kan kırmızısı renkli bir şeydi ve sudan yukarı fırlayıp geminin tepesine dikilmişti. Çok sayıdaki dokunaçları dokuz metreye ulaşıyordu ve düzinelercesi dört bir yana dağılmıştı. Pörtlek sarı gözlerini öfkeyle onlara dikmişti; kocaman ağzında sıra sıra keskin ve sarı dişler vardı ve ağzı insanın içini bulandıran bir sesle açılmıştı. Yaratık kasvetli havanın cılız ışığını da örttü ve onlara doğru alçalırken, korkunç bir ses çıkardı. Dokunaçları etrafa yayıldı ve tüm gemiyi sarmalamaya hazırlandı. Thor bunu dehşet içinde izledi, diğerleriyle birlikte yaratığın gölgesinde kaldı ve kesin bir ölümden diğerine geçtiklerini anladı.

İKİNCİ BÖLÜM

İmparatorluk komutanı zertasını tekrar tekrar kamçılayarak Büyük Hiçlik’te günlerdir yaptığı gibi çölün zeminindeki izlerin peşinden gidiyordu. Adaları da nefes nefese, yorgunluk yıkılmak üzere peşinden geliyorlardı, çünkü komutan onlara yola çıktıklarından beri dinlenme molası vermemişti. Gece boyunca bile ilerlemişlerdi. Zertaları nasıl son nefeslerine kadar kullanacağını biliyordu… Aynı şeyi insanlar içinde yapmasını biliyordu.

Kendisine de adamlarına da acımıyordu. Onların yorgunluğa, sıcağa ve soğuğa karşı dayanıklı olmalarını istiyordu… Özellikle de bu gibi kutsal bir görevdeyken. Ne de olsa, bu izleri düşündüğü yere, efsanevi Yamaca gidiyorsa, İmparatorluğun tüm kaderini değiştirebilirdi.

Komutan zertayı cıyaklatana dek topuklarıyla yaratığın böğrüne vurdu ve tökezleyip düşecek raddeye gelene dek daha hızlı gitmeye zorladı. Gözlerini kısarak güneşe baktı, ilerlerken izleri inceledi. Hayatı boyunca çok iz sürmüştü ve izlerin sonuna vardığında birçok kişiyi öldürmüştü… Ama asla bu denli zorlu bir iz peşinden gitmemişti. İmparatorluk tarihindeki en büyük keşfi yapmaya ne kadar yaklaştığını hissedebiliyordu. İsmi anılacak, nesiller boyu ondan söz edilecekti.

Çölde bir yamaca tırmandılar ve komutan cılız bir sesin tıpkı çölde kopmak üzere olan bir fırtına gibi yükselmeye başladığını duydu; yamacın tepesine çıkarken ileriye baktı ve bir kum fırtınasının onlara doğru yaklaştığını göreceğini düşündü, ama bunun yerine yüz metre ileride sabit bir kum duvarı görünce şaşırdı. Duvar yerden doğruca göğe doğru yükseliyor, olduğu yerde kıvrılıp dönerek sabit bir girdabı andırıyordu.

Yanında adamlarıyla durdu ve duvar yerinden kımıldamadığı için merakla buna baktı. Buna bir anlam verememişti. Hızla dönen bir kum duvarıydı, ama onlara yaklaşmıyordu. Diğer tarafında ne olduğunu merak etti. Nedense orada Yamacın olduğunu hissetti.

“İzler burada sona eriyor,” dedi askerlerden biri hayal kırıklığıyla.

“Bu duvarı aşamayız,” dedi bir başka asker.

“Bizi sadece daha fazla kumun bulunduğu bir yere getirdiniz,” dedi birisi.

Komutan kararlı bir biçimde kaşlarını çatıp, ağır ağır başını salladı.

“Ya o kum duvarının diğer tarafına bir başka diyar varsa?” dedi.

“Diğer tarafı mı?” dedi bir asker. “Çıldırdınız herhalde. Orası bir kum bulutundan, bu çölün geri kalanı gibi uçsuz bucaksız bir hiçlikten ibaret.”

“Başarısız olduğunuzu itiraf edin,” dedi başka bir asker. “Hemen geri dönelim… Yoksa siz olmadan geri döneceğiz.”

Komutan dönüp askerlerine baktı. İtaatsizlikleri onu şok etmişti. Bakışlarından onu kınadıklarını ve isyan etmek üzere olduklarını anladı. Buna bir son verecekse, derhal bir şeyler yapması gerektiğini biliyordu.

Ani bir öfkeyle eğilip kemerinden bir hançer aldı ve bunu tek bir hareketle hızla arkasındaki askerin boğazına sapladı. Asker nefessiz kalıp zertasından arka üstü yere düştü ve çölün zemininde yeni bir kan birikintisi meydana geldi. Saniyeler içinde, bir sürü böcek bir yerden çıkıp adamın cesedini kapladı ve onu yemeye başladı.

Diğer askerler bu sefer korkuyla komutanlarına baktılar.

“Emirlerime karşı gelmek isteyen başkası var mı?” diye sordu komutan.

Adamlar endişeyle ona baktılar, ama kimse bir şey demedi.

“Ya çöl sizi öldürür, ya da ben. Karar sizin.”

Komutan başını önüne eğip ilerlemeye devam etti ve ölebileceğini bile bile kum duvarına doğru giderken muazzam bir savaş çığlığı attı. Adamlarının peşinden geleceğini biliyordu. Bir saniye sonra, zertalarının sesini duydu ve memnuniyetle gülümsedi. Bazen adamların hizaya getirilmesi gerekiyordu.

Kum girdabına girerken çığlık attı. Üstüne adeta milyon kilo kum binmiş gibiydi ve kum duvarının daha da derinlerine girerken tenini dört bir yandan sıyırıyordu. Ses o denli yüksekti ki, kulaklarında bin tane eşek arısı vızıldıyor gibiydi. Buna rağmen, zertasını tekmeleyerek saldırmaya devam etti. Zertası ona direndiği halde duvarın daha da içine ilerledi. Kumun başını, gözlerini ve suratını tırmaladığını hissediyor, paramparça olacağını düşünüyordu.

Yine de durmadı.

Tam adamlarının haklı çıktığını, bu duvarın ardında hiçbir şey olmadığını hepsinin orada öleceğini düşünürken, aniden kum duvarının diğer tarafında gün ışığına çıktığını görünce rahatladı. Tenini tırmalayan kumlar, o yoğun ses dinmişti ve etrafında berrak bir gökyüzüyle açık bir alandan başka bir şey yoktu. Hayatında bu tür bir manzarayı gördüğüne hiç o kadar sevinmemişti.

Adamları etrafından onun gibi üstleri başları sıyrıklar ve kanlar içinde zertalarıyla birlikte duvardan çıktılar ve hepsi hayatta olduğu halde daha ziyade ölü gibi gözüküyorlardı.

Komutan yukarıya ve ileriye bakarken, hayretler verici bir manzarayı gördü ve kalbi çılgınlar gibi atmaya başladı. Manzaraya bakarken nefes bile alamadı. Ama kalbi ağır ağır ama gördüğü şeyden emin bir biçimde ani bir zafer ve galibiyet sevinciyle doldu. Görkemli tepeler göklere kadar yükseliyor ve bir halka oluşturuyordu. Orası tek bir yer olabilirdi:

Yamaç.

Yamaç ufukta göklere yükselmiş, muhteşem, engin bir manzara oluşturuyor ve her iki yanlarına gözlerinin alabildiğince uzanıyordu. En tepesinde, güneşin altında ışıldayan parlak zırhlarıyla vardiya gezen binlerce asker görünce şaşırdı.

Bulmuştu. Sadece kendisi orayı bulabilmişti.

Adamları yanında aniden durduğunda, komutan onların da şaşkınlıkla ve hayretle, ağızları açık kalmış halde oraya baktıklarını gördü. Adamların hepsi de aynı şeyi düşünüyordu: o an tarihe yazılacaktı. Hepsi kahraman olacak ve İmparatorluk halk öykülerinde nesillerce anlatılacaklardı.

Komutan suratında kocaman bir gülümsemeyle dönüp adamlarına baktı. Askerler artık ona saygıyla bakıyorlardı. Sonra, zertasına binip geri çevirdi ve kum duvarından tekrar geçmeye hazırlandı… İmparatorluk karargâhına varana dek durmayacak ve şahsen Yediler Şövalyeleri’ne bu keşfini anlatacaktı. Günler içinde İmparatorluğun tüm güçlerinin oraya gelebileceğini ve bir m

Milyon askerin orayı talan etmeye hazır olacağını biliyordu. O kum duvarını aşacaklar, Yamaca tırmanacaklar ve o şövalyelerle savaşıp İmparatorluğun sona kalan tek özgür diyarını da ele geçireceklerdi.

“Askerler, vakit geldi,” diye seslendi. “İsimlerinizin sonsuzluğa yazılmasına hazırlanın.”

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

Kendrick, Brandt, Atme, Koldo ve Ludvig Büyük Hiçlik’te ilerliyor, çölde sökmek üzere olan şafağın yükselen iki güneşine doğru gidiyordu. Bütün gece olduğu gibi, yürüyerek ilerliyorlardı ve genç Kaden’ı kurtarmaya kararlıydılar. Ciddiyetle yürürken sessiz bir ritim tutturmuşlardı. Hepsinin elleri silahlarındaydı ve Kum Yürüyücüleri’nin yerdeki izlerini takip ediyorlardı. Yüzlerce ayak izi onları bu ıssız toprakların derinliklerine doğru götürüyordu.

Kendrick yol acaba hiç bitecek mi diye merak etti. Kendisini bir daha ayak basmamaya yemin ettiği Hiçlik’te aynı durumda bulduğuna inanamıyordu… Özellikle de yayan ilerlediğine, atları ve erzakları ve geri dönmek için yanlarında hiçbir şey olmadığına inanamıyordu. Yamacın diğer şövalyelerinin atlarla onlar için geri döneceklerine güveniyorlardı… Dönmezlerse kendilerine geri dönüşü olmayan bir göreve bilet almışlar demekti.

Ama Kendrick yiğitliğin böyle bir şey olduğunu biliyordu. Kocaman bir yüreği olan geç ve iyi bir savaşçı olan Kaden asaletle nöbet tutmuş, bunu yaparken kendisini kanıtlamak için cesaretle tek başına çöle girmişti ve o vahşi yaratıklar tarafından kaçırılmıştı. Koldo ve Ludvig onu kurtarma şansları ne kadar az olsa da küçük kardeşlerine sırtlarını dönemezlerdi… Kendrick, Brandt ve Atme de hiçbirini yalnız bırakamazlardı; görev ve şeref hissi onları bunu yapmamaya zorluyordu. Yamacın bu muhteşem şövalyeleri onları en ihtiyaç duydukları zamanda misafirperverlikle ve iyi niyetle karşılamışlardı. Bedeli her en olursa olsun, bu iyiliğin karşılığını vermenin vakti gelmişti. Ölüm ona vız geliyordu, ama şeref her şey demekti.

“Bana Kaden’dan söz et,” dedi Kendrick Koldo’ya. Sessizliğin yarattığı monotonluğu kırmak istemişti.

Koldo derin sessizlikte irkilip başını kaldırdı ve iç çekti.

Karşılaşabileceğin en iyi savaşçılardan biridir. Kalbi her zaman yaşından büyük olmuştur. Daha bir çocukken bile bir erkek olmayı, eli kılıç tutamazken bile kılıç kullanmayı istiyordu.”

Başını salladı.

“Çok uzaklaştıysa ve bir devriye tarafından ele geçirilen ilk kişi olduysa hiç şaşırmam. Hiçbir şeyden korkmaz… Özellikle de mesele başkalarını korumaksa.”

Ludvig lafa karıştı.

“Aramızdan birisi alınacak olsa, küçük kardeşimiz gönüllü olacak ilk kişidir. En gencimizdir ve en iyi yönlerimizi temsil eder.”

Kendrick Kaden’la yaptığı konuşmalardan bu kadarını zaten tahmin ediyordu. Genç yaşına rağmen içindeki o muhteşem savaşçı ruhunu fark etmişti. Kendrick her zamanki gibi yaşın bir savaşçı olmakla bir ilgisi olmadığını biliyordu; savaşçı ruhu birisinde ya vardı, ya da yoktu. Ruh yalan söyleyemezdi.

Uzunca bir süre yürümeye devam ettiler; Brandt hafifçe öksürene dek tepeye yükselen güneşlerinden altında yine konuşmadan yürüdüler.

“Ya bu Kum Yürüyücüleri nedir?” diye sordu Koldo’ya.

Koldo yürürlerken ona baktı.

“Vahşi bir grup gezgin,” dedi. “İnsandan ziyade hayvan gibilerdir. Kum Duvarı’nın çevresini korurlar ve devriye gezerler.”

“Yağmacıdırlar,” dedi Ludvig araya girerek. “Kurbanlarını çölün ta derinliklerine getirdiklerini söylenir.”

“Nereye?” dedi Atme.

Koldo ve Ludvig sıkıntıyla bakıştılar.

“Her nerede toplanıyorlarsa oraya… Bir ayin yapıp onları paramparça ettikleri yere.”

Kendrick Kaden’ı ve onu bekleyen sonu düşününce tüylerinin ürperdiğini hissetti.

“O halde, kaybedecek vakit yok,” dedi. “Koşalım mı?”

Herkes çölün ne kadar büyük olduğunu ve ne kadar çok koşmaları gerektiğini bildiğinden birbirine baktı. Özellikle de yükselen ısıda ve üstlerindeki zırhlarla koşmaları çok zor olacaktı. Hepsi bu gaddar topraklarda hızlı gitmenin ne kadar riskli olduğunun farkındaydı.

Ama tereddüt etmediler; hep birlikte koşmaya başladılar. Hiçliğe doğru koşarlarken, suratlarından terler aktı. Kaden’ı yakında bulamazlarsa, çölde öleceklerini biliyorlardı.

*

Kendrick koşarken soluklanmaya çalışıyor, tepeye yükselmiş olan ikinci güneşin gözleri kamaştıran ışığına ve boğucu ısısına rağmen diğerleriyle birlikte nefes nefese yola devam ediyordu. Koşarlarken hepsinin zırhı tangır tungur sesler çıkarıyordu. Suratından akan terler Kendrick’in gözlerini o kadar kötü yaktı ki, önünü zar zor görebiliyordu. Ciğerleri patlayacak hale geldiğinde, oksijene ne kadar ihtiyaç duyabileceğini ilk kez fark etmişti.

Kendrick bu güneşlerin yoğun sıcaklığına benzer bir şeyi daha önce hiç hissetmemişti. Derisi sıcaktan bedeninden ayrılacak gibiydi.

O sıcakta o hızda daha fazla ilerlemeleri mümkün değildi. Kendrick çok yakında hepsinin nefes nefese orada öleceğini ve böceklere yem olacağını gayet iyi biliyordu. Gerçekten de, koşarlarken uzaktan gelen tiz bir ses duydu ve başını kaldırınca saatlerdir tepede daireler çizen akbabaların alçaldığını fark etti. Akbabalar en zeki hayvanlardı: Yakın zamanda yeni bir ölümün gerçekleşeceğini hemen anlarlardı.

Kendrick Kum Yürüyücüleri’nin ufka kadar devam ettiğini gördüğü ayak izlerine bakarken, o kadar yolu çabucak nasıl kat ettiklerini anlayamadı. Sadece Kaden’ın hala hayatta olması ve tüm bunları boşa yapmadıklarını umdu. Ama bunu ummasına rağmen, ona ulaşabilecekleri konusunda emin değildi. Ayak izlerini suları çekilen bir okyanusun içinde takip ediyor gibiydiler.

Etrafına bakınca, diğerlerinin de iki büklüm olduğunu ve koşmaktan çok sendelediklerini gördü. Ayakta zor duruyorlardı. Ama hepsi onun gibi hala devam etmeye kararlıydı. Kendrick de diğerleri de hareket etmeyi kestikleri anda öleceklerini biliyorlardı.

Kendrick sessizliğin monotonluğunu yıkmak istedi, ama diğerleriyle konuşamayacak kadar yorgun düşmüştü. Tonlarca yük binmiş gibi hissettiği bacaklarını hareket ettirmek için kendisini zorladı. Ufka bakmak için bile enerji harcamaya korkuyordu. Hiçbir şey görmeyeceğini, orada öleceğini biliyordu. Bu yüzden, ileriye bakmak yerine yere baktı, izleri takip etti ve geriye kalan değerli enerjisini korumaya çalıştı.

Kendrick bir ses duydu ve ilk önce zihninin ona oyunlar oynadığını sandı; sonra, sesi yine duydu. Uzaktan gelen, arıların vızıltısını andıran bir sesti. Bu sefer, kendisini başını kaldırmaya zorladı, çünkü orada hiçbir olmadığını bildiği için ses duyması aptalcaydı. Umutlu hissetmeye dahi korkuyordu.

Ama bu sefer, karşısındaki manzara kalbinin heyecanla çarpmasına neden oldu. Orada, belki yüz metre kadar karşılarında bir grup Kum Yürüyücüsü duruyordu.

Kendrick diğerlerini dürtükledi. Herkes başını kaldırıp baktı, düşüncelerinden sıyrıldı ve şok içinde yaratıkları gördü. Savaşma vakti gelmişti.

Kendrick yere uzanıp diğerleri gibi silahını aldı ve içine adrenalin akın ettiğini hissetti.

Düzinelerce Kum Yürüyücüsü dönüp onları gördü ve onlar da savaşmaya hazırlandılar. Cıyaklayıp onlara doğru koşmaya başladılar.

Kendrick kılıcını havya kaldırdı ve müthiş bir savaş çığlığıyla en sonunda düşmanlarını öldürmeye veya son nefesini verene dek bunu denemeye hazırlandı.

DÖRDÜNCÜ BÖLÜM

Gwendolyn yanında Krohn’la birlikte Yamacın başkentinde ciddiyetle ilerliyordu, Steffen da arkasından geliyordu. Argon’un dediklerini düşünürken zihni karmakarışık olmuştu. Bir yandan, onun iyileşip kendisine geldiğine çok sevinmişti… Ama onu o meşum kehaneti zihninde bir lanet gibi, öleceğini haber veren bir çan gibi çalıp duruyordu. Argon’un karamsar ve şifreli ifadeleri onun sonsuza dek Thor’la birlikte olmayacağını ima ediyor gibiydi.

Назад Дальше