Morgan Rice
KILIÇ AYİNİ FELSEFE YÜZÜĞÜ 7. KİTAP
Morgan Rice Hakkında
Morgan Rice, USA Today’in 1 numaralı çok satan destansı on yedi Kitaplık FELSEFE YÜZÜĞÜ; on bir Kitaplık (ve hala devam eden) genç yetişkin serisi 1 numaralı çok satan VAMPİR GÜNLÜKLERİ; 2 Kitaptan oluşan (ve devam eden) kıyamet sonrası gerilim, 1 numaralı çok satan KÖLETÜCCARLARI ÜÇLEMESİ; ve yeni destansı fantezi serisi KRALLAR VE BÜYÜCÜLER Kitaplarının 1 numaralı çok satan yazarıdır. Morgan’ın Kitapları hem basılı hem de sesli olarak bulunabilir ve çeviriler 25 dilde mevcuttur.
Morgan sizi dinlemeyi çok seviyor, dolayısıyla lütfen www.morganricebooks.com adresini ziyaret edip eposta listesine eklenin, ücretsiz bir Kitap kazanın, ücretsiz hediyeler alın, ücretsiz uygulamaları indirin, Facebook ve Twitter ile bağlanın ve irtibatta kalın!
Morgan Rice İçin Yazılan Övgülerden Bazıları
“FELSEFE YÜZÜĞÜ ani bir başarı için her şeye sahip: olay örgüsü, karşı tema, gizem, yürekli şövalyeler, kırık kalplerle dolu yeşeren aşklar, dalavere ve ihanet.Her yaştaki okuyucuya hitap ediyor ve saatlerce zihninizi meşgul tutabiliyor. Tüm fantezi okurlarının kütüphanesinde bulunmasını tavsiye ettiğimiz bir kitap.”
–-Books and Movie Reviews, Roberto Mattos
“Eğlenceli bir epik fantezi.”
–Kirkus Reviews
“Dikkate değer bir şeylerin başlangıcı burada.”
–-San Francisco Book Review
“Aksiyon dolu …. Rice'ın yapıtı oldukça sağlam ve olay örgüsü merak uyandırıcı.”
–-Publishers Weekly
“Sürpizlerle dolu bir fantezi …. Bu, genç yetişkin fantezi serisi olma belirtisinin sadece başlangıcı.”
–-Midwest Book Review
Morgan Rice Kitapları
KRALLAR VE BÜYÜCÜLER
EJDERHALARIN YÜKSELİŞİ (1. Kitap)
CESURUN YÜKSELİŞİ (2. Kitap)
ONURUN BEDELİ (3. Kitap)
BİR KAHRAMANLIK OCAĞI (4. Kitap)
FELSEFE YÜZÜĞÜ
KAHRAMANLARIN GÖREVİ (1. Kitap)
KRALLARIN YÜRÜYÜŞÜ (2. Kitap)
EJDERHALARIN KADERİ (3. Kitap)
BİR ŞEREF HAYKIRIŞI (4. Kitap)
ŞEREF YEMİNİ (5. Kitap)
KAHRAMANLIK SALDIRISI (6. Kitap)
KILIÇ AYİNİ (7. Kitap)
SİLAHLARIN TESLİMİ (8. Kitap)
BÜYÜLÜ GÖKYÜZÜ (9. Kitap)
KALKAN DENİZİ (10. Kitap)
ÇELİĞİN HÜKÜMDARLIĞI (11. Kitap)
ATEŞ ÜLKESİ (12. Kitap)
KRALİÇELERİN YÖNETİMİ (13. Kitap)
KARDEŞLERİN YEMİNİ (14. Kitap)
ÖLÜLERİN DÜŞÜ (15. Kitap)
ŞOVALYELERİN MIZRAK DÖVÜŞÜ (16. Kitap)
SAVAŞIN ARMAĞANI (17. Kitap)
KÖLETÜCCARLARI ÜÇLEMESİ
ARENA BİR (1. Kitap)
ARENA 2 (2. Kitap)
VAMPİR GÜNLÜKLERİ
DÖNÜŞÜM (1. Kitap)
SEVİLMİŞ (2. Kitap)
ALDATILMIŞ (3. Kitap)
YAZGI (4. Kitap)
ARZULANMIŞ (5. Kitap)
NİŞANLI (6. Kitap)
YEMİNLİ (7. Kitap)
BULUNMUŞ (8. Kitap)
CANLANDIRILMIŞ (9. Kitap)
GÖMÜLMÜŞ (10. Kitap)
KADER (11. Kitap)
FELSEFE YÜZÜĞÜ serisini sesli kitap formatında Dinleyin!
Morgan Rice © 2012
Tüm hakları saklıdır. Bu yayının herhangi bir bölümü, 1976 ABD Telif Hakları Kanunu ile izin verilenin dışında, yazarın önceden izni olmaksızın, hiçbir formatta ve hiçbir amaçla çoğaltılamaz, dağıtılamaz veya yayılamaz veya bir veri tabanı veya bilgi kurtarma sisteminde saklanamaz.
Bu eKitap sadece sizin kullanımınız için lisanslanmıştır. Bu eKitap başkalarına tekrar satılamaz veya verilemez. Eğer bu kitabı paylaşmak istiyorsanız lütfen her birey için birer ek kopya satın alın. Eğer bu kitabı okuyorsanız fakat satın almadıysanız veya sadece sizin kullanımınız için satın alınmadıysa lütfen satın alan kişiye iade edin ve kendinize bir kopya satın alın. Yazarın emeğine saygı gösterdiğiniz için teşekkür ederiz.
Bu kitap kurgusal bir eserdir. İsimler, karakterler, işletmeler, kuruluşlar, mekânlar, olaylar ve durumlar yazarın hayal ürününün eserleridir ve kurgusal amaçla kullanılmıştır. Gerçek hayattaki ölü veya yaşayan herhangi biri ile benzerlik tamamen tesadüfîdir.
Telif hakları RazoomGame’e ait Jacket adlı eser, Shutterstock.com lisansı ile kullanılmıştır.
“Bana açıklayacağın şey nedir? Şayet herkesin yararına olacaksa, bir gözüne şerefi, diğerine ölümü yerleştir ki, ikisine de tarafsızca bakayım. Şeref ismini ölümden korktuğumdan fazla sevdiğim için, tanrılar yardımcım olsun.”
--William ShakespeareJül Sezar
BİRİNCİ BÖLÜM
Thorgrin Halka’nın uçsuz bucaksız kırlık alanının tepesinden güneye, Gwendolyn’e doğru bir yere uçan Mycoples’in sırtında ilerliyordu. Aşağıya bakarken Kader Kılıç’ını kavradı ve Andronicus’un milyon askerlik ordusunun engin Halka’yı bir çekirge sürüsü gibi sere serpe kapladığını gördü. Kılıç’ın elinde bir nabız gibi attığını hissetti ve ona ne yaptırmak istediğini anladı. Halka’yı koruyacaktı. İstilacıları geri püskürtecekti. Kılıç adeta ona emir veriyor gibiydi… Thor’sa ona itaat etmekten fazlasıyla memnundu.
Kısa bir süre sonra, Thor geriye doğru bir daire çizecek ve istilacıların teker teker yaptıklarının bedelini ödemesini sağlayacaktı. Artık Kalkan tekrar kalktığına göre, Andronicus ve adamları orada mahsur kalmışlardı, daha fazla İmparatorluk destek birliği içeri sızamazdı; Thor da her birini öldürmeden rahat etmeyecekti.
Ama henüz öldürme vakti gelmemişti. Thor’un yapması gereken ilk şey tek gerçek aşkını, o sınırları aştığından beri hasretini çektiği kadını bulmaktı: Gwendolyn. Thor ona tekrar bakmak, sarılmak, hayatta olduğunu öğrenmek için can atıyordu. Gömleğinin içine annesinin yüzüğünü yerleştirmişti ve bunu Gwen’e sunup, aşkını itiraf edip evlenmek teklif etmek için yanıp tutuluyordu. Gwen’in başına her ne gelmiş olursa olsun, aralarında hiçbir şeyin değişmediğini bilmesindi istiyordu. Ona hala eskisi kadar çok seviyordu, hatta daha fazla seviyordu ve bunu bilmesini istiyordu.
Mycoples hafif bir uğultu çıkarıyordu ve Thor onun pullarının arasından titreşimi hissedebiliyordu. Mycoples’in de Gwendolyn’in başına bir şey gelmeden ona varmak istediğini sezinliyordu. Mycoples bulutların altına dalıyor, içine girip çıkıyor, iri kanatlarını çırpıyordu ve orada, Halka’nın içinde olmaktan ve Thor’u sırtında taşımaktan memnunmuş gibi gözüküyordu. Aralarındaki bağ giderek güçleniyordu; Thor Mycoples’in onun her düşüncesini ve isteğini paylaştığını hissediyordu. Adeta bir uzantısının üstünde gidiyor gibiydi.
Thor bulutlarından arasına girip çıkarak yoluna devam ederken, düşünceleri Gwendolyn’e kaydı. Eski Kraliçe’nin sözleri düşüncelerine hâkim oluyor, sürekli aklına geliyordu, ama Thor bunları düşünmemeyi tercih ediyordu. Kraliçe’nin anlattıkları ona aklına hayaline gelmeyecek bir biçimde acı vreiyordu. Andronicus mu? Babası mıydı?
Olamazdı. Thor’un bir yanı bunun daha ilk baştan ondan nefret eden eski Kraliçe’nin oynadığı bir başka oyun olduğunu umuyordu. Belki de onu rahatsız etmek, sebebi her neyse kızından uzak tutmak için aklına yanlış düşünceler yerleştirmek istemişti. Thor çaresizce buna inanmak istiyordu.
Ama Kraliçe bunu anlatırken, sözcükler Thor’un bedeninde ve ruhunda yankılanmış, içine işlemişti. Bunların doğru olduğunu biliyordu. Doğru olmadığını düşünmek istese de, Kraliçe bunları söyler söylemez Andronicus’un gerçekten de babası olduğunu anlamıştı.
Bu düşünce Thor’un üstüne bir kâbus gibi çökmüştü. Her zaman zihninin gerisinde bir yerlerde babasının Kral MacGil olduğunu, Gwen’in onun öz kızı olmadığını umup dua etmişti; böylece, birlikte olabilirlerdi. Thor her zaman babasının kim olduğunu öğrendiği gün dünyadaki her şeyin daha mantıklı olmasını, kaderinin açıklığa kavuşacağını ummuştu.
Babasının bir kahraman olmadığını öğrenmek bir şeydi. Bunu kabul edebilirdi. Ama onun bi canavar olduğunu, canavarların en kötüsü olduğunu, her şeyden öte Thor’un ölmesini istediği adam olduğunu öğrenmesi idrak etmekte zorluk çektiği bir durumdu. Thor Andronicus’un kanını taşıyordu. Bu, Thor için ne anlama geliyordu? Thor’un da bir canavar olmaya mahkûm olması mı demekti? Damarlarında sinsi sinsi kötü bir şey mi gizleniyordu? Onun gibi mi olacaktı? Yoksa aynı kanı paylaştıkları halde ondan farklı olması mümkün müydü? Kader de kanla mı nesilden nesle geçerdi? Yoksa her nesil kendi kaderini mi yaratırdı?
Thor bir yandan da tüm bunların Kader Kılıcı için ne anlama geldiğini anlamaya çabalıyordu. Şayet efsane doğruysa ve sadece bir MacGil kılıcı kullanabiliyorsa, Thor aynı zamanda bir MacGil miydi? Bu doğruysa, Andronicus nasıl babası olabilirdi? Tabii, Andronicus her nasılsa bir MacGil değilse.
En kötüsü de, Thor bu haberi Gwendolyn’le nasıl paylaşacaktı? Onun ne çok nefret ettiği düşmanının oğlu olduğunu nasıl söyleyecekti? Ona saldırılmasını emreden adam. Gwen kesin Thor’dan nefret edecekti. Thor’a her baktığında, Andronicus’un suratını görecekti. Ama Thor’un yine de bu durumu ona anlatması gerekiyordu… Bu sırrı ondan saklayamazdı. Bu sır ilişkilerini mahveder miydi?
Thor öfkeden çıldırmak üzereydi. Andronicus babası olduğu, bunu ona yaptığı için ona saldırmak istiyordu. Uçarlarken, Thor aşağıya baktı ve alanı gözden geçirdi. Andronicus’un orada bir yerlerde olduğunu biliyordu. Çok geçmeden onunla karşı karşıya gelecekti. Onu bulacaktı. Yüzleşecekti. Sonra da onu öldürecekti.
Ama önce Gwendolyn’i bulmalıydı. Güney Orman’ının üstünden geçerlerken, Thor Gwen’in yakınlarda olduğunu hissetti. İçinde Gwen’in başına bir şey geleceğine dair kötü bir his vardı. Gwen’in her an son anını yaşayabileceğini hissederek Mycoples’i daha da hızlı gitmeye zorladı.
İKİNCİ BÖLÜM
Gwendolyn rahibelerin ona verdiği kapkara giysilerle Sığınak Kulesi’nin üst siperlerinde tek başına durmuş, çoktan ezelden beri oradaymış gibi hissediyordu. Rahibeler onu konuşmadan karşılamışlardı ve sadece rehberi olan tek bir rahibe bir kere ona orasının kurallarını anlatmıştı: Konuşmak yasaktı, diğer rahibelerle de iletişim kurmayacaktı. Orada bütün kadınlar kendi başlarına, kendi evrenlerinde yaşıyorlardı. Her biri yalnız kalmak istiyordu. Orası bir sığınak kulesiydi, iyileşmek isteyenlerin bulunduğu bir yerdi. Gwendolyn orada dünyadaki tüm tehlikelerden uzak olacaktı. Ama yalnız da olacaktı. Hem de yapyalnız.
Gwendolyn bunun ne anlama geldiğini gayet iyi biliyordu. O da yalnız kalmak istiyordu.
O sırada, kulenin tepesinde durmuş, Halka’nın Güney Ormanı’nın ağaçlarının tepesinin oluşturduğu uçsuz bucaksız manzarayı izliyor ve kendisini hiç olmadığı kadar yalnız hissediyordu. Güçlü olması gerektiğini, bir savaşçı olduğunu biliyordu. Bir Kral’ın kızıydı ve muhteşem bir savaşçının karısıydı. Daha doğrusu, karısı sayılırdı.
Ama Gwendolyn ne kadar güçlü olmak istese de, kalbinin ve ruhunun hala yaralı olduğunu itiraf etmesi gerekiyordu. Thor’u çok özlüyordu ve ona asla geri dönmeyeceğinden korkuyordu. Zaten Thor geri dönse bile, başına enler geldiğini öğrendiği anda bir daha onunla birlikte olmak istemeyecek diye korkuyordu.
Gwen ayrıca Silesia’nın yok edildiğini, Andronicus’un kazandığını ve önemsediği herkesin ya öldüğünü, ya da tutsak alındığını bildiği için de içinin bomboş olduğunu hissediyordu. Andronicus artık her yerdeydi. Halka’yı tamamıyla ele geçirmişti ve kaçacak yer kalmamıştı. Gwen çaresiz ve bitkin hissediyordu; o yaştaki bir kişinin olmaması gerekeceği kadar bitkindi. En kötüsü de, herkesi yarı yolda bırakmış gibi hissediyordu; sanki o ana dek birçok hayat yaşamıştı ve artık başka bir şey yaşamak istemiyordu.
Çıkıntıda siperlerin en kenarına, durması gereken noktanın ötesine doğru bir adım attı. Kollarını yavaşça kaldırdı ve avuçlarını yana tutu. Serin ve ani bir esinti, kışın o dondurucu rüzgârlarını hissetti. Rüzgâr dengesini bozdu ve uçurumun kenarında sendeledi. Aşağıya bakınca, ne kadar yüksekte olduğunu gördü.
Gwendolyn göğe bakıp Argon’u düşündü. Nerede olduğunu, kendi evreninde mahsur kalmış bir halde onun için cezasını nerede çektiğini merak etti. Onu o anda görebilmek, son bir kere bilgeliğini duyabilmek için her şeyi verebilirdi. Belki bu onu kurtarır, geri dönmesini sağlardı.
Ama Argon gitmişti. O da bir bedel ödemişti ve geri dönemezdi.
Gwen gözlerini yumdu ve son bir kez Thor’u düşündü. Thor orada olsaydı, her şey değişirdi. Dünyada onu gerçekten seven tek bir kişi sağ kalmış olsaydı, belki de yaşamaya devam etmek için bir nedeni olabilirdi. Ufka baktı ve elinde olmaksızın Thor’u görmeyi umdu. Hızla süzülen bulutlara bakarken, ufukta bir yerde, bir ejderhanın kükreyişini duyar gibi oldu. Ses öylesine uzaktan ve cılız geliyordu ki, bunu hayal etmiş olmalıydı. Zihni sadece ona oyun oynuyordu. Halka’nın içinde hiçbir ejderhanın olamayacağını biliyordu. Tıpkı Thor’un uzaklarda olduğunu, İmparatorluk’ta sonsuza dek asla geri dönmeyeceği bir yerde kaybolduğunu bildiği gibi.
Thor’u ve birlikte geçirebilecekleri hayatı düşünürken Gwen’in gözyaşları yanaklarından süzüldü. Bir zamanlar ne kadar yakın olduklarını düşündü. Suratının ifadesini, sesinin nasıl çıktığını, gülüşünü düşündü. Birbirlerinden ayrılmaz olacaklarına, hiçbir şey yüzünden asla ayrılmayacaklarına o kadar emin hissetmişti ki.
“THOR!” Gwendolyn başını geriye attı ve çıkıntının kenarında sallanarak bağırdı. Thor’un ona geri dönmesini istedi.
Ama sesi rüzgârda yankılanıp dindi. Thor dünyalar kadar uzaktaydı.
Gwendolyn elini kaldırıp Thor’un ona verdiği, bir keresinde hayatını kurtarmış olan tılsıma elledi. O tek şansı kullanmış olduğunu biliyordu. Artık başka şansı kalmamıştı.
Gwendolyn kenardan aşağıya bakınca, babasının suratını gördü. Babasının etrafı beyaz bir ışıkla çevriliydi ve ona gülümsüyordu.
Öne eğilip tek ayağını ıkıntıdan öteye sarkıttı ve esintiye karşı gözlerini yumdu. İki dünya arasında, yaşayanlar ve ölüler dünyalarının arasında asılı kaldı. Gayet dengede duruyordu ve bir sonraki şiddetli rüzgârın hangi yöne gideceğine karar vereceğini biliyordu.
Thor, diye düşündü. Beni affet.
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
Kendrick MacGiller’in, Silesialılar’ın ve Halka’nın özgür kalan diğer vatandaşlarından oluşan büyük ve giderek büyümeye devam eden ordunun önünden ilerlerken, hep birlikte Silesia’nın ana kapılarından dışarı fırladılar ve geniş yola çıkıp doğuya, Andronicus’un ordusunun bulunduğu yöne ilerlemeye koyuldular. Yanında Srog, Brom, Atme ve Godfrey, arkalarındaysa Reece, O’Connor, Conven, Elden ve Indra’yla birlikte binlerce savaşçı vardı. İlerlerlerken, binlerce İmparatorluk askerinin ejderhanın nefesiyle yanıp kapkara ve kaskatı kesilmiş bedenlerinin yanından geçtiler; diğerleriyse Kader Kılıç’ının iziyle ölmüştü. Thor tek kişilik bir ordu gibi yıkım dalgalarını serbest bırakmıştı. Kendrick bunlara baktı ve Thor’un yıkımının boyutlarına, Mycoples’in ve Kader Kılıcı’nın gücüne hayret etti.
Kendrick olayların nasıl değiştiğine de hayret etti. Sadece günler önce hepsi Andronicus’un boyunduruğu altında tutsaktı ve yenildiklerini itiraf etmeye zorlanmışlardı; Thor hala İmparatorluk’taydı, Kader Kılıcı’ysa yitirilmişti ve geri döneceklerine dair umutlar neredeyse tükenmişti. Kendrick ve diğerleri çarmıha gerilmiş, ölmeye terk edilmişlerdi ve her şey kaybedilmiş gibi gözüküyordu.
Ama bir kez daha Thor’un gelişiyle canlanıp özgür erkekler, askerler ve şövalyeler olarak ilerlerken, durum lehlerine çevrilmişti. Mycoples Tanrı’nın bir armağanıydı, gökten yağan bir yıkım gücüydü; Silesia artık özgür bir şehirdi ve Halka’nın kırlık alanları İmparatorluk askerleriyle değil, onların cesetleriyle doluydu. Doğuya giden yolun iki yanı göz alabildiğince İmparatorluk askerlerinin cesetleriyle kaplıydı.