İmparatorluk askerlerinin sayısı çok fazlaydı ancak hepsi eğitimli değildi ve çoğu da Andronicus’un hizmetine alınmış kölelerden ibaretti. Öte yandan Silesialılar, sayıca azlardı ancak her biri seçkin birer savaşçı, sert, iyi eğitimli bir askerdi, her biri on İmparatorluk askerine bedeldi. Ayrıca şaşırtmaca faktörünü de kullanmışlardı bir de üstünde damarlarındaki kan deli deli akıyordu; sırtları duvara dönük, yaşama içgüdüsüyle, sevdiklerini koruma içgüdüsüyle, Gwendolyn için duydukları kızgınlıkla savaşıyorlardı. Ne de olsa bu onların şehriydi. Ve eğer bu savaşı kazanamazlarsa, ölümlerinin geldiğini pek ala biliyorlardı.
Çok sayıda Silesialının savaş borusunu üflerken çıkarttığı sesler de korkunçtu, sanki ucu bucağı olmayan bir ordu sesi gibi tınlıyordu ve daha fazla sayıda adam da tünellerden çıkıyordu. Tüm hayatları buna bağlıymış gibi saldıran binlerce adam on binlerce İmparatorluk askerine hücum ediyordu.
Dövüş amansız ve şiddetliydi, kılıçlar kılıçlarla, hançerler hançerle karşı karşıya kalınca tüm meydan kanla kaplanmıştı. Adamlar birbirlerinin gözlerine kenetlenerek boğuşuyorlar, birbirlerini öldürmek için el ele yüz yüze mücadele veriyorlardı. Kısa süre içinde savaş Silesialılar lehine döndü.
Bir boru sesi daha duyuldu ve aşağı kapılardan güçlü, vahşi savaş çığlıklarıyla saldıran yüzlerce Lejyon gelmeye başladı. Sapan, ok, hançer ve kılıçlarını havaya dikerek alana geldiler ve sağda solda kalan İmparatorluk askerlerini öldürerek işlerin yoluna girmesine yardım ettiler. Lejyon zaten çok sert savaşçılardan oluşuyordu, çok küçük yaştakiler de koşarlarken bile Gwendolyn ve Thor’un ismini haykırıyorlardı.
Lejyon, kuvvetlere planlandığı gibi katıldığı için katılan diğer savaşçılar kadar zarar verdi, İmparatorluk askerlerini dış kapıdan geriye, daha öteye itmeyi başardılar. Kısa süre sonra da savaş lehlerine gelişti, İmparatorluk askerlerinin cesetleri her taraftan yere düşüyordu, hayatta kalanlar da panikle koşuyorlardı. Kapının dışında bir milyon İmparatorluk askeri bekliyordu ama askerlerin kaçtığı dar bir geçitti ve hepsi sığamıyordu.
Andronicus öfkeden deliye dönmüş ve kargaşanın içine atılarak ona saldıran, birbirlerine saldıran askerlere karşı koyuyor, çıplak elleriyle kafalarını birbirlerini vurup boyunlarını koparıyor ve oracıkta öldürüyordu.
“GERİ ÇEKİLMİYORUZ!” diye bağırdı.
Askerlerden kılıçları alarak kendi silahlarıyla onları kalplerinden şişledi. Bu adam kendi başına kıyım yaratabilen tek kişilik bu ordu, ne gariptir ki Silesialılara yardım ediyordu.
En yakın generallerinden bir kaçı da onun kadar vahşi savaşıyordu.
Ancak izdihama, onlara doğru koşan askerlerin bitmek bilmez ağırlığı karşısında yapabilecekleri bir şey yoktu. Çabalarına rağmen geri gitmeye ve dış kapının ötesine sürülmeye zorlandılar.