Kraliçelerin Yönetimi - Морган Райс 6 стр.


Darius kızardı; onu anlayamıyordu. Çok gururluydu.

Nihayet, “Senden nefret etmiyorum,” diye ekledi. “Ama bunu nasıl yaptığını gördüm. Ne yaptığını gördüm.”

Darius, Loti’nin sözlerinden incinmiş vaziyette, içinden titremeye başladığını hissetti. Sözleri ağzından bir suçlama gibi çıkıyordu. Bu adil değildi, özellikle biraz önce onun hayatını kurtarmış olduğu dikkate alındığında.

“Ve bu o kadar korkunç bir şey mi?” diye sordu. “Benim hangi gücü kullanmış olduğum?”

Loti cevap vermedi.

“Ben kimsem oyum,” dedi Darius. “Bu şekilde doğdum. Bunu ben istemedim. Bunu ben de tamamen anlamıyorum. Ne zaman gelip ne zaman gittiğini bilmiyorum. Hayatta bir daha kullanıp kullanamayacağımı da bilmiyorum. Onu kullanmayı ben istemedim. Bu sanki…onun beni kullanması gibi bir şeydi.”

Loti karşılık vermeden, onunla göz göze gelmeden yere bakmaya devam etti ve Darius içini sıkan bir pişmanlık hissetti. Onu kurtarmakla bir hata mı yapmıştı? Kendisinin kim olduğundan utanması mı gerekiyordu?

“Kullandığım her ne idiyse. . .onu kullanmış olmam yerine ölmeyi mi tercih ederdin? diye sordu” Darius.

Yine Loti yürürlerken cevap vermedi ve Darius’un duyduğu pişmanlık derinleşti.

“Bundan hiç kimseye söz etme,” dedi. “Bugün burada ne olduğundan asla söz etmemeliyiz. Yoksa her ikimiz de aforoz ediliriz.”

Köşeyi döndüler ve köyleri önlerinde göründü. Ana toprak yoldan aşağı yürüdüler ve ilerlerken büyük bir neşe çığlığı atan köylüler tarafından görüldüler.

Bir an içinde büyük bir hareketlenme oldu ve yüzlerce köylü onları karşılamak için ortalığa döküldü. Hepsi heyecanla Loti ve Darius’u kucaklamak için koştular. Loti’nin annesi kalabalığı yararak ona doğru ilerledi. Yanında babası ve iki erkek kardeşi vardı. Hepsi uzun boylu, geniş omuzlu, kısa saçlı ve gururlu çeneleri olan birer erkekti. Hepsi tepeden Darius’a bakarak onu tarttılar. Yanlarında Loti’nin diğerlerinden daha ufak ve bir ayağı aksak olan üçüncü erkek kardeşi duruyordu.

“Sevgili yavrum,” dedi Loti’nin annesi; kalabalığın arasından hızla gelip onu kucakladı ve sıkı sıkı sarıldı.

Darius ne yapması gerektiğini bilemeden geride kaldı.

“Ne oldu sana?” diye sordu annesi. “İmparatorluk seni alıp götürdü sandım. Nasıl ellerinden kurtuldun?”

Köylülerin hepsi ciddiyetle sessizleştiler ve bütün gözler Darius’a çevrildi. Darius ne söyleyeceğini bilemeden orada öylece duruyordu. Bu yaptığı şey için büyük bir sevinç ve kutlama anı olmalıydı diye düşündü, büyük gurur duyacağı ve kendi evinde bir kahraman olarak karşılanacağı bir an. Ne de olsa, hepsinin içinde sadece kendisi Loti’nin peşinden gitme cesaretini göstermişti.

Bunun yerine, bu kendisi için zihin karışıklığı yaşadığı bir an oldu. Ve belki de utanç duyduğu bir an. Loti sanki sırlarını açıklamaması için kendini uyarır gibi ona anlamlı bir bakış fırlattı.

“Hiçbir şey olmadı, Anne,” dedi Loti. “İmparatorluk fikrini değiştirdi. Beni bıraktılar.”

Annesi, “Seni bıraktılar mı?” diye tekrarladı, şaşkınlık içinde.

Loti başını evet der gibi salladı.

“Beni buradan uzaklarda bıraktılar. Ormanda kayboldum ve Darius beni buldu. Geri dönmeme yardım etti.”

Köylü sessizlik içinde hep birlikte kuşkuyla bir Darius’a, bir Loti’ye bakıyordu. Darius onlara inanmadıklarını sezdi.

“Suratındaki şu iz ne?” diye sordu babası, ona yaklaşarak başparmağıyla yanağını ovup incelemek için başını kendisine doğru çevirerek.

Darius oraya baktı ve büyük ve mor bir kırbaç izi gördü.

Loti tereddütle başını kaldırıp babasına baktı.

“Ayağım… Takıldı,” dedi. “Bir ağaç köküne takıldım. Dediğim gibi, ben iyiyim,” diye ısrar etti, meydan okurcasına.

Bütün gözler Darius’a döndü ve köy muhtarı Bokbu öne çıktı.

“Darius, bu doğru mu?” diye sordu sıkkın bir sesle. “Onu kavgasız gürültüsüz sen mi geri getirdin? İmparatorlukla hiç bir çatışman olmadı mı?”

Darius kalbi hızla çarparken, üzerinde yüzlerce göz, orada öyle durdu. Eğer onlara çatışmadan söz ederse, ne yaptığını anlatırsa, gelecek misillemeden korkuya kapılacaklarını biliyordu. Ve kendi büyüsünden bahsetmeden onları nasıl öldürdüğünü izah edebileceği bir yol yoktu. O zaman kendisi ve Loti aforoz edilecekti… Tüm bu insanların kalbine korku salmak istemiyordu.

Darius yalan söylemek istemiyordu. Ama başka ne yapacağını bilmiyordu.

Onun için, yalan söylemektense, Darius konuşmadan başıyla onaylamakla yetindi. Bunu nasıl isterlerse öyle yorumlasınlar, diye düşündü.

İnsanlar yavaş yavaş içleri rahatlayarak, hep birlikte dönüp Loti’ye baktılar. Nihayet, onun erkek kardeşlerinden biri öne çıkarak bir kolunu Loti’nin omzuna attı.

“O, sağ ve salim!” diye seslendi gerginliği bozarak. “Önemli olan tek şey bu!”

Gerginlik ortadan kalkarken köyden büyük bir bağrışma yükseldi ve Loti ailesi ve diğerleri tarafından kucaklandı.

Darius orada durup olanları izledi. Loti ailesiyle dönüp halkla köyün içine götürülürken bir kaç kişi Darius’un sırtını isteksizce sıvazladı. Darius bir kez dahi olsa geriye dönüp kendisine bakmasını bekleyerek ve ümit ederek Loti’nin uzaklaşmasını izledi.

Ama onun hiç geriye bakmadan etrafındaki kalabalığın arasında kayboluşunu izlerken kalbi solup kurudu.

DOKUZUNCU BÖLÜM

Volusia güneşte ışıldayan altın teknesinin üstüne konulmuş olan altın arabasının üzerinde mağrur biçimde duruyor, kolları iki yana açılmış, halkının hayranlığını içine sindirirken ağır ağır Volusia’nın suyollarından aşağıya sürüklenip gidiyordu. Binlercesi onu görmeye gelmiş, suyollarının kenarına yığılmış, sokaklara ve geçitlere dizilmiş, her yönden onun adını haykırıyorlardı.

Şehrin içinden dolanıp geçen dar suyollarından kayıp giderken, Volusia neredeyse uzanıp hepsi ismini söyleyen, ağlayan ve ona hayranlığını göstermek için çığlık atan halkına dokunabilecek kadar yakındı. İnsanlar hepsi değişik renklerdeki yırtılmış kâğıt rulolarını havaya atıyor, bunlar yağmur gibi üzerine düşerken ışıkta parıldıyordu. Bu halkının sunabileceği en büyük saygı ifadesiydi. Bu onların geri dönen bir kahramana hoş geldin deme yollarıydı.

“Çok yaşa Volusia! Çok yaşa Volusia!” sesleri geliyor, halk kitlelerinin arasından geçip giderken bu ses birbiri ardına geçitlerde yankılanıyordu. Suyolları onu dosdoğru sokakları ve binaları hep altınla kaplanmış muhteşem şehrinin içinden geçiriyordu.

Volusia arkasına yaslanıp bütün bunları içine sindirdi. Romulus’u yenmiş olmaktan, İmparatorluğun En Üst Hükümdarını katletmiş ve askeri kıtalarını öldürmüş olmaktan büyük sevinç ve heyecan duyuyordu. Halkı onunla birlikti ve kendisi yüreklendiği zaman onlar da cesaret buluyorlardı. Kendisini hayatında hiç bundan daha güçlü hissetmemişti—özellikle annesini öldürdüğü günden beri.

Volusia başını kaldırıp muhteşem şehrine, şehrin girişinde güneşte altın ve yeşil rengi ışıldayan iki kule gibi yüksek sütuna baktı; atalarının zamanında inşa edilmiş, yüzlerce yıllık, iyice eskimiş sonsuz eski binalar dizisini gözden geçirdi. Parlayan, kusursuz sokaklar binlerce insanla doluydu ve her köşesinde muhafızlar duruyordu. Titizlikle yapılmış suyolları her şeyi birbirine bağlayarak bu sokakları mükemmel açılarla kesip geçiyordu. Üzerlerinde en iyi ipeklileri ve mücevheratları içindeki insanların bulunduğu altın arabaları çeken atların pat pat yürüdükleri görülebilen ufak yaya köprüleri vardı. Bütün şehirde bayram ilan edilmiş ve herkes kendisini karşılamaya ve selamlamaya gelmişti. Hepsi bu kutsal günde onun adını ağızlarından düşürmüyorlardı. O halkı için bir lider olmaktan öteye bir konumdaydı—o bir tanrıçaydı.

Bu günün bir festivale, Işıklar Günü’ne rast gelmesi daha da hayırlı bir olaydı. Bu güneşin yedi tanrısının önünde eğildikleri gündü. Volusia, şehrin lideri olarak, daima eğlenceleri başlatan kişi olurdu ve suyollarında kayıp giderken, arkasında iki muazzam altın meşale parlak biçimde yanmaktaydı. Gün ışığından da daha parlak bu meşaleler, Büyük Havuz’u yakmak için hazırdı.

Bütün insanlar onu takip ettiler; sokaklar boyunca aceleyle yürüyerek, teknesinin arkasından koşarak peşinden gittiler; bütün yol boyunca, şehrin altı dairesinin merkezine varıncaya kadar kendisini izleyeceklerini biliyordu. Orada teknesinden inecek ve o günkü bayramın ve kurbanların yerine işaret eden havuzları ateşe verecekti. Bu, onun şehri ve halkı için görkemli bir gündü, onun şehrinin üzerinde, bütün arzu edilmeyen istilacılara karşı on dört giriş kapısını korumak için dönüp durdukları söylenen on dört tanrıyı övmek için bir gün. Halkı onların hepsine birden dua ediyordu ve bugün, bütün günlerde olduğu gibi, onlara şükranlarını sunmaları gerekiyordu.

Bu yıl, halkını bir sürpriz bekliyordu: Volusia on beşinci bir tanrı ilave etmişti, yüzyıllardan beri, şehrin kuruluşundan beri, ilk kez bir tanrı ilave edilmiş oluyordu. Ve bu tanrı kendisiydi. Volusia yedi dairenin merkezinde kendisinin altından çok yüksek bir heykelini diktirmişti ve bu günü kendi isim günü, kendi bayramı ilan etmişti. Bunun üstündeki örtü kaldırılınca, bütün halkı bunu ilk defa olarak görecek, Volusia’nın, annesinden çok daha fazla, bir liderden çok ötede, sırf bir insandan daha fazla bir şey olduğunu görecekti. O her gün kendisine ibadet edilmesi gereken bir tanrıçaydı. Onlar diğerleriyle beraber ona da dua edip eğileceklerdi—bunu yapacaklardı, yoksa onların kanına girecekti.

Volusia teknesi gittikçe şehir merkezine yaklaştıkça kendi kendine gülümsedi. Yüzlerindeki ifadeyi görmek, onları aynen diğer on dört tanrı gibi kendine de tapınmaya mecbur etmek için zor bekliyordu. Henüz bunu bilmiyorlardı, ama bir gün, diğer tanrıları birer birer, geriye sadece kendisi kalıncaya kadar ortadan kaldıracaktı.

Volusia, heyecan içinde, omzunun üstünden arkasını kontrol etti ve arkasında sonsuz bir dizi teknenin kendisini izlemekte olduğunu gördü. Bunların hepsi tanrılara o gün verilecek kurbanlara hazırlık olarak, güneşin altında kıpır kıpır ve gürültücü canlı boğalar ve keçiler ve koçlar taşımaktaydı. Bunların en büyüğünü ve en iyisini kendi heykelinin önünde kurban ettirecekti.

Volusia’nın teknesi nihayet yedi altın daireye giden açık suyoluna ulaştı. Dairelerin her biri bir öncekinden daha genişti, su halkalarıyla birbirinden ayrılmış geniş altın plazalar. Teknesi dairelerin içinden yavaşça geçti, on dört tanrının her birinin yanından geçerek merkeze gittikçe yaklaştı ve kalbi heyecan içinde gümbürdemeye başladı. Giderlerken her tanrı üzerlerinde dev gibi yükseliyor, ışıldayan altından her heykel yirmi ayak yükseğe çıkıyordu. Bütün bunların tam ortasında, her zaman kurban kesmek ve dini amaçla toplanmak için boş bırakılan meydanda, şimdi yeni imal edilmiş bir kaide ve bunun üzerinde, beyaz ipek kumaşla örtülü elli ayaklık bir yapı duruyordu. Volusia gülümsedi: bütün halkı arasında o kumaşın altında ne olduğunu sadece kendisi biliyordu.

En içteki meydana ulaşınca, hizmetçileri yardım etmek için koşarlarkenVolusia teknesinden indi. Diğer bir tekne öne çekilip hayatında gördüğü en büyük boğa aşağı indirilir ve bir düzine adam tarafından doğrudan kendisine getirilirken yapılanları izledi. Adamlardan her biri kalın bir halatı tutuyor ve hayvanı dikkatle idare ediyordu. Bu boğa özeldi, Aşağı Vilayetlerde yetiştirilmişti: on beş ayak yüksekliğinde, parlak kırmızı derisiyle, bir kuvvet timsali gibiydi. Aynı zamanda öfke doluydu. Direndi, ama adamlar heykelin önüne doğru götürürlerken boğayı kontrol altında tuttular.

Volusia bir kılıcın kınından çıkarıldığını duydu ve döndüğünde kişisel katili Aksan’ın tören kılıcını uzatmış yanında durduğunu gördü. Aksan hayatta karşılaştığı en sadık askerdi, sırf kafasını eğerek gösterdiği herhangi birisini öldürmeye hazırdı. Aynı zamanda sadistti, kendisini bu yüzden seviyordu ve bu nedenle birçok kez kendisinin saygısını kazanmıştı. Yanında bulunmasına izin verdiği pek az insandan biriydi bu adam.

Aksan içe çökmüş delik deşik suratıyla ona baktı, kalın, kıvırcık saçlarının arasından boynuzları görünüyordu.

Volusia uzandı ve uzun, altından yapılma altı ayak uzunluğundaki tören kılıcını aldı ve kabzasını her iki eliyle sıkı sıkı kavradı. Dönüp kılıcı yukarı kaldırarak bütün gücüyle boğanın ensesine indirirken halkının üzerine derin bir sessizlik çökmüştü.

Bir parşömen kadar ince ve olabildiğince keskin kılıç boğanın boynunu boydan boya kesti ve  kılıcın eti parçalayıp geçen sesini duyduğunda, bir uçtan öbürüne kadar kestiğini hissettiğinde ve hayvanın kanı yüzüne fışkırdığında Volusia sırıttı. Kan her yere boşaldı, ayaklarının dibinde koca bir gölcük oluştu ve başsız boğa sendeleyerek onun hala kumaşla örtülü heykelinin kaidesinin dibine yığıldı. Halkı büyük bir sevinç çığlığı atarken, ipek kumaşın ve altının üzerine kan fışkırıp her tarafı lekeledi.

Aksan öne eğilip, “Harika bir kehanet, leydim,” dedi.

Törenler başlamıştı. Her taraftan boru sesleri yükselirken yüzlerce hayvan çekilip getirilmeye ve çevresindeki görevlileri tarafından kesilip katledilmeye başlandı. Kesimle ve tecavüzlerle ve yiyecek ve şarap tüketilerek geçen bir gün olacaktı bu… Sonra, hepsi ertesi günü ve daha sonraki gün en baştan tekrarlanacaktı. Volusia mutlaka onlara katılacak, bazı adamları kendine ayıracak ve biraz şarap içecek ve kendi putlarına kurban etmek için bunların boğazlarını kesecekti. Sadizm ve gaddarlık içinde uzun bir gün geçirmeyi ümit ediyordu.

Ama daha önce, yapılacak bir şey daha kalmıştı.

Volusia heykelinin dibindeki tabanlığa çıkarak dönüp halkıyla yüz yüze durduğu zaman herkes sessizleşti. Kendisinin diğer bir güvenilir bir danışmanı olan Koolian öbür taraftan tırmanmaktaydı. Bu siyah başlıklı bir pelerin giyen karanlık bir büyücüydü. Işıldayan yeşil gözleri ve  siğillerle kaplı bir suratla, Volusia’ya kendi annesinin katline giden yolda yardımcı olan yaratıktı bu. Kendisinin böyle bir heykelini yaptırmasını tavsiye etmiş olan da Koolian’dı.

İnsanlar, olabildiğince sessizlik içinde ona baktılar. O bu anın dramının zevkine vararak bekledi.

“Volusia’nın büyük halkı!” diye gümbürdedi. “Size en yeni ve en büyük tanrının heykelini sunuyorum!”

Gösterişle Volusia ipek çarşafı geri çekti ve kalabalıktan bir hayret nidası yükseldi.

Koolian halka, “Sizin yeni tanrıçanız, on beşinci tanrıça, Volusia!” diye haykırdı.

Halk hayret ve merakla yukarı bakanken,  bastırılmış bir saygı ve korku sesi çıkardı. Volusia başını kaldırıp ışıldayan altın heykeline baktı, diğerlerinden iki misli yüksek olan heykel kendisinin kusursuz bir modeliydi. Halkın nasıl tepki vereceğini görmek için tedirginlik içinde bekledi. Herhangi birisi yeni bir tanrı başlatalı yüzyıllar olmuştu ve halkının kendisine sevgisinin olması gerektiği kadar güçlü olup olmadığını görmek için bir kumar oynamaktaydı. Onların kendisini sadece sevmelerine değil, kendisine tapmalarına ihtiyacı vardı.

Назад Дальше