Bir Şeref Haykırışı - Морган Райс 2 стр.


Gwen sokaklarda koşarken, gerçek bir korku hissediyordu ve bunun sebebi etrafındaki sarhoşlar ve haydutlar değildi; daha çok kardeşi Gareth için korkuyordu. Son karşılaşmalarında, adeta bir şeytana dönüşmüştü; suratını, gözlerini bir türlü aklından çıkaramıyordu… Öylesine karanlık ve ruhsuzdu ki. Bedeni ele geçirilmiş gibiydi. Babalarının tahtında oturuyor olması da manzarayı daha inanılmaz kılıyordu. İntikam alacağından korkuyordu. Belki de gerçekten de onu evlendirmeyi planlıyordu ki buna asla izin vermeyecekti; ya da belki de sadece onu gafil avlamak istiyor, gerçekten de öldürtmeyi planlıyordu. Gwen etrafına bakındı ve koşarken etrafta gördüğü her suratın düşmanca ve yabancı olduğunu fark etti. Herkes potansiyel bir tehdit, Gareth tarafından onu öldürmesi için yollanmış gibi görünüyordu. Gwen paranoyaya kapılmaya başlamıştı.

Köşeyi döndü ve sarhoş ve yaşlı bir adamla omuz omuza çarpıştı. Dengesi bozulunca elinde olmadan irkilip çığlık attı. Sinirleri gerilmişti. Adamın sadece yanından geçen dikkatsiz birisi olduğunu, Gareth’ın sağ kollarından birisi olmadığını anlaması biraz vakit aldı. Arkasına bakınca, adamın tökezlediğini ve özür dilemek için arkasına bile dönmediğini gördü. Kasabanın o bölgesinin kaba hali dayanamayacağı kadar aşırıydı. Godfrey olmasaydı, hayatta oraya yaklaşmazdı. Bunu ona mecbur bıraktığı için ondan nefret etti. Neden meyhanelerden uzak duramıyordu ki?

Gwen bir başka köşeyi döndü ve aradığı yeri gördü: Godfrey’in tercih ettiği, harap meyhane eğreti ve kapısı ardına kadar açık bir hale karşısında duruyordu; her zamanki gibi kapıdan o sonu gelmeyen sarhoşlar çıkıyordu. Hiç vakit kaybetmeden hızla kapıdan içeri girdi.

Bayat biraz ve ter kokan loş bara gözlerinin alışması biraz sure aldı; içeri girdiği anda meyhanede bir sessizlik oldu. İçeriye sığışmış iki düzine kadar adam dönüp şaşkınlıkla ona baktı. Kendisi kraliyet ailesinin bir üyesi olarak şık giysiler içerisinde muhtemelen senelerdir temizlik yüzü görmemiş meyhaneye dalmıştı.

Godfrey’in içki arkadaşlarından biri olan, uzun boylu, şişkin karınlı Akorth’un yanına gitti.

“Kardeşim nerede?” diye sordu.

Genellikle keyifli ve o çok sevdiği zevksiz espriler, her daim yapmaya hazır olan Akorth onu gördüğüne şaşırdı ve başını sallamakla yetindi.

“Durum iyi değil, leydim,” dedi kasvetli bir ifadeyle.

“Ne demek istiyorsun?” dedi Gwen ısrarla kalbi gümbür gümbür atarken.

“Kötü içki içti,” dedi Godfrey’in diğer arkadaşı olduğunu tanıdığı uzun ince bir adam. “Dün gece geç saatte sızdı. Henüz uyanmadı.”

“Hayatta mı?” dedi Gwen çaresizlik içinde Akorth’un bileğini kavrayarak.

“Güç bela hala hayatta,” dedi Akorth yere bakarak. “Zorlu bir gece geçirdi. Bir saat kadar önce konuşmayı kesti.”

“Nerede?” dedi Gwen ısrarla.

“Arka tarafta, hanımefendi,” dedi meyhaneci barın üstünden uzanıp kasvetli bir ifadeyle bir maşrapayı silerken. “Onunla ne yapacağınızı düşünseniz iyi olur. İş yerimde bir cesedin kalmasına müsaade edemem.”

Çaresizliğe kapılan Gwen kendisini de şaşırtarak ufak bir hançer çıkardı, öne eğildi ve hançerin ucunu meyhanecinin boğazına dayadı.

Adam şok içinde geri çekilerek yutkunurken, içeriye ölümcül bir sessizlik çöktü.

“Bir kere,” dedi Gwen, “Burası bir iş yeri değil… Acınası bir yalak; benimle bir daha o şekilde konuşursan, kraliyet muhafızlarının burayı dümdüz etmesini sağlarım. Bana leydim diye hitap ederek işe başlayabilirsin.”

Gwen kendisi gibi davranmadığını hissetti ve içine dolan güç onu şaşırttı; bu gücün nereden geldiğini bilemiyordu.

Meyhaneci yutkundu.

“Leydim,” dedi itaatkâr bir tavırla.

Gwen hala hançeri ona tutuyordu.

“İkincisi kardeşim ölmeyecek. Kesinlikle burada ölmeyecek. Cesedi buraya girip çıkmış diri olan herkesten çok daha fazla iş yerini şereflendirir. Ölecek olursa, Bunun sorumlusunun sen olacağına da emin olabilirsin.”

“Ama ben bir hata işlemedim, leydim!” diye yalvardı adam. “Herkese verdiğim içkiden verdim!”

“Birisi içine zehir koymuş olmalı,” dedi Akorth.

“Herhangi birisi yapmış olabilir,” dedi Fulton.

Gwen ağır ağır hançeri indirdi.

“Beni ona götürdün. Hemen!” diye emir verdi.

Meyhaneci bu sefer tevazuuyla başını önüne indirdi ve arkasını dönüp hızla barın arkasındaki bir kapıdan içeri girdi. Gwen de peşinde Akorth ve Fulton’la adamın ardından gitti.

Gwen meyhanenin arka odasına girdi ve kardeşi Godfrey’i baygın halde yerde yatar halde görünce şaşkınlıkla bir ses çıkardığını fark etti. Onu hiç o kadar solgun görmemişti. Ölümün kıyısına yaklaşmış gibiydi. Duyduklarının tamamı gerçekti.

Hızla yanına gidip elini tutunca, ne kadar soğuk ve terli olduğunu fark etti. Godfrey hiçbir tepki vermedi; başı yana düşmüştü, tıraşsızdı ve yağlı saçları alnına yapışmıştı. Ama Gwen nabzının güçsüz de olsa attığını fark etti; ayrıca her nefes alıp verişinde göğsü inip kalkıyordu. Godfrey hayattaydı.

Birden içini müthiş bir öfke kapladı.

“Onu nasıl burada bu şekilde bırakabildiniz?” diye bağırdı hızla meyhaneciye dönerek. “Kardeşim, kraliyet ailesinin bir üyesi ölmek üzereyken bir kopek gibi tek başına yerde mi bırakıldı?”

Meyhaneci endişeyle yutkundu.

“Başka ne yapabilirdim ki, leydim?” dedi tereddütle. “Burası bir hastane değil. Herkes onun neredeyse ölmüş olduğunu ve…”

“O, ölmedi!” diye bağırdı Gwen. “Siz ikiniz,” dedi Akorth’a ve Fulton’a dönerek. “NE biçim arkadaşınız? Kardeşim size böyle bırakır mıydı?”

Akorth ve Fulton pişmanlıkla birbirlerine baktılar.

“Beni affedin,” dedi Akorth. “Dün gece doktor gelip onu muayene etti ve ölmek üzere olduğunu söyledi… Geriye bir tek konu buraya yatırmak kaldı. Bir şey yapılabileceğini düşünmedim.”

“Gecenin büyük bir kısmında yanındaydık, leydim,” dedi Fulton. “Sadece kısa bir mola verdik, üzüntümüzü bastırmak için bir içki içtik. Sonra, siz içeri girdiniz ve…”

Gwen uzanıp büyük bir öfkeyle adamların ellerindeki bardaklara vurup yere fırlattı ve her yere içki saçılmasına neden oldu. Adamlar şok içinde ona baktılar.

“Siz ikiniz, ayaklarından ve kollarından tutun,” diye emir verdi Gwen buz gibi bir sesle; orada dururken, içine yeni bir gücün dolduğunu hissetti. “Onu burada götüreceksiniz. Kraliyet Şifacısına gidene dek beni Kraliyet Sarayı'na kadar izleyeceksiniz. Kardeşimin gerçekten iyileşebilmesi için bir şans verilmiş olacak; kıt akıllı bir doktorun dediklerine dayanarak ölüme terk edilmeyecek.

“Sana gelince,” dedi meyhaneciye dönerek. “Kardeşim hayatta kalırsa, bir daha buraya geri gelirse ve sen ona içki servis edersen, zindana atılmanı ve bir daha çıkamamanı şahsen sağlarım.”

Meyhaneci olduğu yerde kıpırdanıp başını önüne eğdi.

“Haydi!” diye bağırdı Gwen.

Akorth ve Fulton irkilerek derhal harekete geçtiler. Gwen hızla odadan çıktı, iki adam da kardeşini taşıyarak onun peşinden bardan günışığına çıktılar. Kraliyet Sarayı'nın kalabalık arka sokaklarında hızla şifacıya doğru ilerlemeye başladılar; Gwen bir tek geç kalmamış olduklarına dua ediyordu.

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

Thor Kraliyet Sarayı’nın dış bölgesindeki tozlu alanda dörtnala koşuyordu; Reece, O’Connor, Elden ve yanında ikizler gidiyor, Krohn hızla yanından ilerliyor, Kendrick, Kolk, Brom ve sayılarca Lejyon ve Gümüş yanlarında onlara eşlik ediyordu. Bütün ordu McCloudlarla karşılamak için ilerliyordu. Bir bütün olarak şehri kurtarmaya hazır bir biçimde atlarında ilerliyorlardı ve gök gürültüsünü andıran toynak sesleri kulakları sağır ediyordu. Gün boyuna yola devam etmişlerdi ve çoktan ikinci güneş tepeye yükselmişti. Thor ilk gerçek askeri görevinde tüm bu muhteşem savaşçılarla bir arada yol aldığına inanamıyordu. Adamların onu kendilerinden birisi olarak kabul ettiklerini hissetmişti. Gerçekten de, tüm Lejyon yedek olarak çağrılmıştı ve asker arkadaşları etrafında ilerliyordu. Lejyon üyeleri kralın ordusunun binlerce üyesi tarafından ufacık kalmıştı ve Thor hayatında ilk kez kendinden daha büyük bir şeyin parçası olduğunu hissediyordu.

Ayrıca, onu tetikleyen bir amaç da hissediyordu. Ona ihtiyaç duyulduğunu hissediyordu. Kendi halkı McCloudlar tarafından istila edilmişti ve onları kurtarmak, halkını korkunç bir kaderden kurtarmak ordusuna kalmıştı. Yaptıkları şeyin önemi canlı bir şey gibi üstüne çökmüştü. Bu da onu güçlü hissettiriyordu.

Thor tüm o adamların yanında kendisini güvende hissediyordu, ama bir yandan da endişeliydi: Bunlar gerçek erkeklerden oluşan bir orduydu, ama bu da gerçek erkeklerden kurulu bir orduyla karşılaşacak oldukları anlamına geliyordu. Gerçek ve azılı savaşçılarla karşılaşacaklardı. Bu sefer, bir ölüm kalım meselesi söz konusuydu ve hayatında hiç karşılaşmadığı kadar önemli şeyler tehlikeydi. Atının üstünde ilerlerken, içgüdüsel bir hareketle eğildi ve güvendiği sapanıyla yeni kılıcının orada oluşu onu rahatlattı. Gün sona erdiğinde, kılıcının kanla kaplı olup olmayacağını düşündü. Ya da yaralanıp yaralanmayacağını.

Orduları bir anda bir ağızdan bağırdı ve bir köşeyi dönüp istila edilmiş şehri ufukta ilk kez gördüklerinde sesleri atların toynak seslerini bile bastırdı. Şehrin üstünde kapkara dumanlar butlular oluşturmuştu. MacGil ordusu atlarını tekmeleyerek daha da hızlandı. Thor da atını daha sert tekmeledi, herkes kılıçlarını çekip silahlarını havaya kaldırırken ve ölümcül bir niyetle şehre ilerlerken onların hızına yetişmeye gayret etti.

Devasa ordu daha ufak gruplara ayrıldı; Thor’un grubunda on asker, lejyon üyeleri, arkadaşları ve tanımadığı birkaç kişi daha vardı. Önlerinde kralın ordusunun kıdemli komutanlarından, diğerlerinin Forg diye hitap ettiği, ince uzun ve kaslı, suratı suçiçeği izleriyle kaplı, kısa gri renkli saçlı ve karanlık, çökük gözleri olan bir adam vardı. Ordu ufak gruplara ayrılıyor, dört bir yana ilerliyordu.

“Bu grup beni izlesin!” diye bağırdı komutan asasıyla Thor ve diğerlerine ayrılarak peşinden gitmelerini işaret ederek.

Thor’un grubu emirlere uydu ve Forg’un peşinden ilerleyerek ana ordudan daha da ayrılmaya koyuldu. Thor arkasına baktığında, grubunun diğerlerinden daha da uzaklaştığını, ordunun uzakta kalmaya başladığını gördü; tam nereye doğru gittiklerini düşünürken, Forg bağırdı:

“McCloud kanadında pozisyon alacağız!”

Thor ve diğerleri hızla ileri atılırken ve ana ordu artık görünmeyecek kadar geride kalırken endişeyle ve heyecanla birbirlerine baktılar.

Çok geçmeden, yeni bir bölgeye girdiler ve şehir tamamıyla gözden kayboldu. Thor tetikteydi, ama McCloud ordusundan hiçbir yönde iz yoktu.

Nihayet, Forg bir korulukta ufak bir tepenin önünde atını durdurdu. Diğerleri de arkasında durdular.

Thor ve diğerleri ona bakıp neden durduğunu merak ettiler.

“Misyonumuz şuradaki kale,” dedi Forg. “ala genç savaşçılar olduğunuzdan, sizi esas savaş bölgesinden uzak tutmak istedik. Ana ordumuz şehre dalıp McCloud ordusuyla yüzleşirken, sizler buradaki pozisyonunuzda kalaksınız. McCloud askerlerinin buraya gelmesi olası değil ve burada büyük ölçüde güvende olacaksınız. Kalenin etrafında pozisyon alın ve başka bir emir duyana dek buradan ayrılmayın. Haydi!”

Forg atını tekmeledi ve hızla tepeye çıkmaya koyuldu; Thor ve diğerleri de aynı şeyi yaparak peşinden gittiler. Ufak grup tozlu arazide ilerlerken etrafta bir toz bulutu oluştu ve Thor’un görebildiği kadarıyla etrafta kimsecikler yoktu. Esas hareketliliğin yaşanacağı yerden uzak kalmak onu hayal kırıklığına uğratmıştı; neden onları bu kadar iyi koruyorlardı?

İlerledikçe, Thor daha da huzursuz hissetmeye başladı. Onu neyin huzursuz ettiğini anlayamamıştı, ama altıncı hissi ona bir terslik olduğunu söylüyordu.

Zirvesinde uzun ince be terk edilmiş bir kulenin olduğu ufak ve eski bir kalenin bulunduğu tepeye yaklaşırlarken, Thor’un içinden bir ses ardına bakmasını söyledi. Bunu yaptığında, Forg’u gördü. Onun yavaş yavaş grubun ardında kaldığına, gitgide daha uzaklaştığına şaşırdı. Thor onu izlerken, Forg döndü ve atını tekmeleyip hiçbir şey demeden dörtnala aksi yöne doğru ilerlemeye başladı.

Thor neler olup bittiğini anlayamamıştı. Neden Forg onları aniden terk etmişti? Arkasında Krohn kişnedi.

Thor tam neler olduğunu anlamaya başladığı anda tepenin zirvesine ve eski kaleye vardılar; oraya çıktıklarında karşılarında çorak bir bölgeden başka bir şey göreceklerini sanmıyorlardı.

Ama lejyon üyelerinden oluşan ufak grup atlarını birden durdurdu. Hepsi de karşılarındaki manzaraya bakarken donakalmıştı.

Karşılarında McCloud ordusunun tamamı duruyordu.

Bir tuzağa düşmüşlerdi.

DÖRDÜNCÜ BÖLÜM

Gwendolyn Hızla Kraliyet Sarayı'nın kıvrılarak ilerleyen sokaklarında, ardında Godfrey’i taşıyan Akorth ve Fulton’la birlikte yürüyor, sıradan halkın arasından bir yol açmaya çalışıyordu. En kısa zamanda şifacıya varmayı aklına koymuştu. Godfrey onca şey yaşadıktan sonra, bu şekilde ölemezdi. Godfrey’in öldüğünü duyan Gareth’ın tatmin olmuş bir ifadeyle gülümsediğini gözlerinin önüne neredeyse getirebiliyordu ve bunun olmamasına kararlıydı. Sadece keşke kardeşini daha çabuk bulmuş olsaydı diye düşünüyordu.

Gwen bir köşeyi dönüp şehir meydanına telaşla girdiğinde, etraf daha da kalabalıklaştı ve başını kaldırınca hala bir kirişten sallanan, ipin hala boynunu sıkıca kavradığı, herkesin görebilmesi için indirilmemiş olan Firth’ü gördü. İçgüdüsel bir hareketle başını çevirdi. Ağabeyinin ihanetini hatırlatan korkunç bir manzaraydı. Hangi yöne dönse, sanki ondan kaçamayacak gibiydi. Daha bir gün önce o sırada ipten sallanan Firth’le konuştuğunu düşünmek tuhaftı. Ölümün etrafını kuşattığını, ona da yaklaştığını düşünmeden edemedi.

Gwen ne kadar arkasını dönüp bir başka yoldan ilerlemek istese de, meydandan gitmenin daha kısa süreceğini biliyordu; korkularına yenik düşemezdi. Kendini doğrudan darağacının, karşısındaki asılmış cesedin yanından geçmeye zorladı. Bunu yaparken, kapkara cüppeli kraliyet infazcısının yoluna çıkışına şaşırdı.

İlk önce, adamın onu da öldüreceğini sandı ama infazcı eğilip selam verdi.

“Leydim,” dedi mütevazı bir tavırla ve saygıyla başını eğerek. “Henüz cesedi ne yapacağımız konusunda bir kraliyet emri gelmedi. Ona düzgün bir cenaze töreni mi düzenleyeceğime, yoksa toplu yoksullar mezarına mı atacağıma dair bir emir verilmedi.”

Gwen bu işin ona yüklendiğine sinir olmuş bir halde durdu; Akorth ve Fulton da tam yanında durdular. Başını kaldırıp güneşe doğru gözlerini kıstı ve tam karşısında sallanan cesede baktı; tam yoluna devam edip adamı duymazdan gelecekti ki aklına bir şey geldi. Babası için adaletin yerini bulmasını istiyordu.

“Onu toplu mezara at,” dedi. “Nerede olduğunu da işaretleme. Özel gömme ayinlerini de yaptırma. Tarihi belgelerimizde isminin unutulmasını istiyorum.”

Adam itaatkâr bir tavırla başını önüne eğdi ve Gwen biraz olsun intikam aldığını hissetti. Ne de olsa, o adam babasını gerçekten de öldürmüş olan kişiydi. Şiddet gösterilerinden nefret ettiği halde, Firth için gözyaşı dökecek değildi. Artık babasının ruhunu eskisinden daha da güçlü bir biçimde yanında hissediyor, huzur bulduğunu düşünüyordu.

“Bir şey daha,” dedi infazcıyı durdurarak. “Cesedi şimdi aşağıya indir.”

“Şimdi mi, leydim?” dedi adam. “Ama kral süresiz olarak asılması için emir verdi.”

Gwen başını salladı.

“Şimdi,” dedi yine. “Yeni emirleri böyle,” diye yalan söyledi.

İnfazcı yine başını eğdi ve cesedi indirmek için hızla uzaklaştı.

Назад Дальше