çarparken dirseklerini koymaya çalıştıysa da bu düşüş, hızı- nı sadece birazcık yavaşlattı. Gözünün ucundan defterinin uçup gittiğini ve sayfalarının her yana dağıldığını görebili- yordu.
Önce kahkahalar, arkasından da ona doğru yaklaşan ayak sesleri duydu.
Kalbi göğsünden fırlayacak gibi atarken adrenalin dev- reye girdi. Daha onlar erişemeden yuvarlanıp ayaklarının üstüne kalkmayı başardı. Sokak arasına dalıp ölümüne koş- maya başladı.
Çocuklar arkasında yakın bir mesafeden takip ediyor- lardı.
Uzun süre kalacağını düşündüğü bir yerdeki eski okulla- rından birinde yarış kursu almış ve bunda iyi olduğunu fark etmişti. Takımın en iyisiydi aslına bakılırsa, uzun mesafede değil ama yüz metre koşusunda. Birçok erkeği bile geride bırakabiliyordu. İşte şimdi de aynı kuvvet tekrar kaslarına hücum ediyordu.
Caitlin ölümüne koştu ve peşindeki erkekler onu yakala- yamadı.
Arkasına bakıp ne kadar uzakta kaldıklarını gördüğünde onlardan kurtulmak konusunda iyimser düşüncelere kapıl- dı. Tek yapması gereken doğru yerlere dönmekti.
Sokak arası bir T şeklinde sona eriyordu. Yani ya sağa ya sola dönebilirdi. Eğer yakalanmamak istiyorsa kararını de- ğiştirecek zamanı olmayacaktı ve çabucak bir seçim yapma- lıydı. Gelgelelim köşelerin sonunda ne olduğunu göremi- yordu. Körü körüne sola döndü.
Bunun doğru seçim olmasını diledi. Haydi ama. Lütfen!
Keskin bir sol dönüş yapıp yolun çıkmaz sokak olduğunu gördüğünde kalbi durdu.
Yanlış hamle.
Çıkmaz sokak. Doğrudan yolun sonundaki duvara tır- manıp bir çıkış, herhangi bir çıkış için etrafı taradı. Hiç çıkış olmadığını fark ettiğinde yüzünü ona doğru yaklaşan saldır- ganlara doğru döndü.
Nefesi tükenmiş bir hâlde onların köşeyi dönüp yaklaşma- larını izledi. Onların omuzları üstünden baktığında, eğer sağa dönmüş olsaydı şu an evde olacağını görebiliyordu. Şans tabii.
“Pekâlâ kaltak” dedi içlerinden biri, “Şimdi azap çekecek- sin.”
Hiçbir çıkış olmadığının bilincinde olan çocuklar
Caitlin’in üstüne yürümeye başladılar. Hızlı hızlı nefes alı-yor, sırıtıyor ve az sonra uygulayacakları şiddetin şimdiden tadını çıkarıyorlardı.
Caitlin gözlerini kapatıp derin bir nefes aldı. Jonah’ın uyanmasını, tamamıyla güçlü ve onu kurtarmaya hazır bir hâlde köşede belirmesini diledi. Ancak gözlerini açtığında şu an yaklaşmakta olan saldırganlar dışında köşede kimse yoktu.
Annesini, ondan ne kadar nefret ettiğini, yaşamak zorun- da bırakıldığı tüm mekânları düşündü. Kardeşi Sam’i dü- şündü. Bugünden sonra hayatının ne menem bir şey olabi- leceğini düşündü.
Tüm hayatını, her daim kendisine reva görülen mua- meleyi, nasıl kimsenin onu anlamadığını, nasıl hiçbir şeyin onun istediği gibi gitmediğini geçirdi aklından ve bir şey dank etti. Her nasılsa, artık canına yetmişti.
Bunu hak etmiyorum. Bunu hak etmiyorum BEN!
Sonra birden onu hissetti.
Şimdiye kadar tecrübe ettiği hiçbir şeye benzemeyen bir dalga gibiydi. Bir hiddet dalgasıydı bu. İçinden geçip kanı- na işliyordu. Karnını merkez almış, oradan etrafa dağılmıştı. Sanki altındaki beton ve kendisi birmiş gibi ayaklarının yer- de kök saldığını hissediyordu. Ardından ilkel bir kuvvetin onu teslim alıp bileklerine hücum ettiğini, kollarından yu- karı, omuzlarına yükseldiğini duyabiliyordu.
Caitlin ilk başta öyle bir kükredi ki kendisi bile korktu. İlk çocuk ona yaklaşıp eliyle bileğini kavradığı anda bileği- nin kendi kendine tepki verişini izledi. Saldırganın bileğini kavramış ve sonra dik bir açıyla ters tarafa bükmüştü. Önce bileği, ardından kolu çat diye kırılan çocuğun yüzü yaşadığı sarsıntıyla buruştu.
Dizlerinin üstüne düşüp çığlık atmaya başladı.
Diğer üç çocuğun hayretler içerisinde gözleri kocaman oldu.
Üçlünün arasından en cüsseli olanı ona doğru çemkirdi. “Seni oro...”
Lafını bitirmesine kalmadan, Caitlin havaya uçup iki aya- ğını göğüs kafesinin tam ortasına indirdi ve çocuk, havaya uçtuktan sonra üç metre gerisindeki metal çöp kutularına çarparak durabildi.
Orada kaldı, kımıldamadan.
Diğer iki çocuk sarsılmış bir hâlde birbirlerine baktılar. Gerçekten korkmuşlardı.
İçinde insani olmayan bir kuvvet hisseden Caitlin, ileri doğru bir adım atıp iki çocuğun her birini tek eliyle tuttuğu gibi yerden onlarca santim yukarı kaldırırken kendi hırıltı- sını işitti.
Onlar havada asılı dururken Caitlin onları önce geri son- ra ileri sallayıp inanılmaz bir kuvvetle birbirine vurdu. Ço- cukların ikisi de yere çöktü.
Caitlin hiddetten köpürür bir hâlde öylece dikildi. Dört çocuğun hiçbiri hareket etmiyordu.
Kendini rahatlamış hissetmiyordu. Tam tersine daha faz- lasını istiyordu; daha fazla kavga edilecek oğlan, daha fazla fırlatıp atılacak beden.
Ve başka bir şey daha...
Aniden gözlerinin önündeki görüntü berraklaştı ve ço- cukların açıkta kalmış boyunlarına zum yapabilir hâle geldi. Her milimi gözleriyle seçebiliyordu ve durduğu yerden her birinin atmakta olan damarlarını görebiliyordu. Onları ısır- mak, beslenmek istiyordu.
Kendisine neler olduğunu anlayamayan Caitlin, kafasını geri doğru atıp binaların arasından, bloklar boyunca yankı- lanan tüyler ürpertici bir çığlık attı. Bu en başta kazandığı zaferin çığlığıydı ve bir de tatmin olmamış hiddetinin.
Bu daha fazlasını isteyen bir hayvanın çığlığıydı.
İkinci Bölüm
Caitlin yeni dairesinin kapısının önünde öylece bakakal- mış bir hâlde duruyordu ki birden nerede olduğunun ayırdına vardı. Buraya nasıl geldiği konusunda hiçbir fikri yoktu. Son hatırladığı şey çıkmaz sokakta oluşuydu. Nasıl
olduysa kendini eve getirebilmişti.
Bununla beraber, o çıkmaz sokakta olanların her bir sani- yesini hatırlıyordu. Bunu hafızasından silmeye çalışmış ama yapamamıştı. Olduklarından farklı görünmelerini umduğu kolları ve ellerine baktı ama her zamanki gibiydiler. Hiddet içini doldurmuş, onu dönüştürmüş ve sonra geldiği gibi bir çırpıda gitmişti.
Fakat bunu takip eden etkiler yerli yerindeydi. Bir kere içi boşalmış gibiydi. Hissizdi. Başka bir şey daha duydu içinde. Tam ne olduğunu çıkaramıyordu. Aklından, o kabadayıla- rın açıkta kalmış boyunlarının görüntüleri, atardamarlarının atışları geçip duruyordu. Sonra ise açlık, doymak bilmez bir iştah hissetti.
Caitlin gerçekten eve dönmek istememişti. Annesiyle uğraşmak istemiyordu, hele bugün hiç. Yeni bir yerle, eşyalarını yerleştirmekle uğraşmak istemiyordu. Eğer içeride Sam olmamış olsaydı, arkasını döndüğü gibi çekip gidebilir- di. Nereye giderdi bir fikri yoktu; fakat en azından yürüyor olurdu.
Derin bir nefes alıp kapının topuzuna uzandı. Ya kapının topuzu çok sıcaktı ya da onun elleri buz gibi soğuktu.
Caitlin epey aydınlık daireye adım attı. Ocakta pişen ye- meğin kokusunu alabiliyordu. Belki de koku mikrodalga- dan geliyordu. Sam! Her zaman eve erken gelir ve kendine yemek yapardı. Zira annesi saatlerce eve gelmezdi.
“İlk günün pek iyi geçmiş gibi durmuyor.”
Caitlin annesinin sesini duymaktan ötürü sarsılmış bir hâlde kafasını çevirdi. Orada, kanepede oturmuş sigarasını içiyor ve daha şimdiden Caitlin’i yukarıdan aşağı, küçümser bakışlarla süzüyordu.
“Ne yaptın gene! Süveterini mi mahvettin hemencecik?” Caitlin üstüne baktığında, muhtemelen yere düşmekten
ötürü oluşan kir lekelerini fark etti.
“Neden bu kadar erken saatte evdesin?” diye sordu Caitlin. “Benim de ilk günüm biliyorsun” diye çıkıştı. “Bir tek sen
değilsin yani. İşler azdı. Patron eve erken yolladı.”
Caitlin annesinin çirkin tonuna katlanamıyordu, bu gece çıkarı yoktu. Ona karşı her zaman üstünlük taslamıştı ve bu gece, Caitlin’in canına tak etmişti. Ona kendi ilacından bir nebze tattırmaya karar verdi.
“Harika” diye karşılık verdi Caitlin. “Bu tekrar taşınaca- ğımız anlamına mı geliyor?”
Annesi birden ayağa fırlayıverdi. “Ağzından çıkanı kula- ğın duysun!” diye bağırdı.
Caitlin annesinin ona bağırmak için bir bahane bekledi- ğinin farkındaydı. Ona bir yem atıp bu işi halletmenin en iyi yol olduğuna karar vermişti.
“Etrafta sigara içmemelisin” diye cevap verdi Caitlin so- ğukkanlı bir şekilde. Ardından ufak odasına girip kapıyı çarptı ve kilitledi.
Anında annesi kapıyı yumruklamaya başladı.
“Çık dışarı, seni ufak serseri! Annenle nasıl konuşuyorsun sen öyle! Masanıza ekmeği kim koyuyor...”
Caitlin, bu gece kafası çok meşgul olduğu için annesi- nin sesini bastırabiliyordu. Sesi dinlemektense aklından gün içinde olanları, o çocukların kahkahalarını, kalbinin dışarı fırlayacak gibi çarpmasını, kendi kükremesini düşündü.
Tam olarak ne olmuştu? Nasıl bu kadar kuvvetli hâle gel- mişti? Sadece bir adrenalin pompalanmasından mı ibaretti? İçinden öyle olmasını umuyordu. Ne var ki içten içe öyle olmadığını biliyordu. O neydi?
Kapının yumruklanması devam ettiyse de Caitlin sesi zar zor işitiyordu. Masasının üstünde duran cep telefonu deli gibi titriyor, mesajlar, e-postalar ile yanıp yanıp sönüyor olsa da bunları da pek duyduğu söylenemezdi.
Ufacık penceresine doğru gidip camdan aşağı, Ams- terdam Bulvarı’na doğru bakmaya başladığında kafasının içinde yeni bir ses işitti. Bu Jonah’ın sesiydi. Gülümseme- sine eşlik eden kısık, derin ve huzur veren sesi. Ardından onu kanlar içinde, pek kıymetli enstrümanı paramparça edilmiş hâlde yerde yatarken gördü. Yeni bir öfke dalgası yükseldi.
Öfkesi endişeye dönüştü. Acaba iyi mi, oradan kalkabildi mi, eve gidebildi mi diye endişeleniyordu. Onu, kendisine seslenirken hayal etti. Caitlin, Caitlin.
“Caitlin?”
Kapının dışından gelen ses yeniydi, bir oğlandan geli- yordu.
Kafası karışık bir hâlde kendini topladı. “Benim Sam, açsana.”
Kapıya gidip kafasını dayadı.
“Annem gitti” dedi diğer taraftan gelen ses. “Sigara alma- ya indi. Hadi, aç kapıyı.”
Caitlin kapıyı açtı.
Sam gözlerini dikmiş ona bakıyor ve yüzünden endişe okunuyordu. Daha on beş yaşında olmasına rağmen yaşın- dan büyük gösteriyordu. Boyu erken vakitte 180 santime kadar uzamış olsa da henüz kilo almamıştı; çelimsiz ve sırık gibiydi. Siyah saçı ve kahverengi gözleriyle renk açısından ona benziyordu. Kesinlikle akraba gibi duruyorlardı. Caitlin yüzündeki endişeyi görebiliyordu. Sam onu her şeyden çok seviyordu.
Caitlin onu çabucak içeri alıp ardından kapıyı kapadı. “Özür dilerim” dedi. “Onunla bu gece uğraşamayacağım.” “Ne oldu ikinize?”
“Her zamankinden. Kapıdan girdiğim gibi üstüme çul- landı.”
“Sanırım zor bir gün geçirdi” dedi Sam. Her zaman yap- tığı gibi ikisinin arasını bulmaya çalışıyordu. “Umarım onu tekrar kovmazlar.”
“Kimin umurunda ki? New York, Arizona, Teksas... Bir sonraki ne olacak kimin umurunda ki? Taşınıp durmamız hiç bitmeyecek.”
Sam, onun masasındaki sandalyede otururken kaşları- nı çatınca birden kendini kötü hissetti. Bazen dilinin ayarı kaçıyor, düşünmeden konuşuyor ve sonra da söylediklerini geri alabilmeyi diliyordu.
Konuyu değiştirmeye çalışarak, “Senin ilk günün nasıl geçti?” diye sordu.
Sam omuz silkti. “Fena değil sanırım.” Ayak başparmağı- nı sandalyeye sürttü.
Kafasını yukarı kaldırdı. “Ya seninki?”
Caitlin omuz silkti. Yüz ifadesinde bir şey olmalıydı zira Sam kafasını öte yana çevirmemişti. Ona bakmaya devam etti.
“Ne oldu?”
“Hiçbir şey” dedi savunmacı bir şekilde, sonra da sırtını dönüp cama doğru yürüdü.
Onun tarafından izlendiğini hissedebiliyordu. “Biraz... Farklı görünüyorsun.”
Caitlin duraksadı. Onun hadiseyi bilip bilmediğini, dış görüntüsünde bir değişiklik olup olmadığını merak etti. Yutkundu.
“Nasıl?”
Sessizlik.
“Bilmiyorum” diye cevap verdi sonunda.
Caitlin camdan dışarı bakmaya devam etti. Köşe başın- daki bodega, müşterilerinden birine uyuşturucu verirken o amaçsızca etrafı izliyordu.
“Bu yeni yerden nefret ediyorum” dedi Sam. Caitlin ona dönüp yüz yüze geldi.
“Al benden de o kadar.”
“Hatta şeyi bile düşündüm...” Kafasını eğdi, “Bırakıp git-meyi...”
“Ne demek istiyorsun?” Sam omuz silkti.
Caitlin ona baktı. Gerçekten sıkıntılı görünüyordu. “Nereye?” diye sordu.
“Belki... Babamın peşinden.”
“Nasıl? Nerede olduğunu bilmiyoruz ki.” “Deneyebilirdim. Onu bulabilirdim.” “Nasıl?”
“Bilmiyorum... Ama deneyebilirdim.”
“Sam. Tek bildiğimiz şey ölmüş olabileceği.”
“Öyle deme!” diye bağırdı ve yüzü açık kırmızı rengini aldı.
“Özür dilerim” dedi. Sam tekrar sakinleşti.
“Fakat onu bulsak bile bizi görmek istemeyebileceğini hiç düşündün mü? Bizi terk eden oydu. Sonra bir daha temas kurmaya çalışmadı.”
“Belki annem ona izin vermeyeceği içindir.” “Ya da belki sadece bizi sevmediği için.”
Sam, başparmağını yere sürtmeye devam ederken kaşları iyice çatıldı. “Ona Facebook’tan baktım.”
Caitlin’in gözleri hayretle açıldı. “Onu buldun mu?”
“Emin değilim. Onun adını taşıyan dört kişi vardı. Ara- larından ikisi özel profildi ve resim yoktu. İkisine de mesaj yolladım.”
“Ve?”
Sam başını iki yana salladı. “Bir cevap almış değilim.” “Babam Facebook’ta olmazdı.”
“Bunu bilemezsin” diye cevap verdi tekrardan savunmaya geçerek.
Caitlin içini çekip yatağına gitti ve uzandı. Sarı ve pul- lu tavana bakarken nasıl olup da bu noktaya geldiklerini düşündü. Kaldıkları şehirlerden bazılarında mutlu olduk- ları doğruydu. Hatta annesinin bile neredeyse mutlu oldu- ğu zamanlar vardı; hani şu adamla görüştüğü vakitler gibi. Yeterince mutluydu; en azından Caitlin’i rahat bırakacak kadar.
Öyle yerler vardı ki, mesela son kaldıkları yer gibi, o ve Sam birkaç iyi arkadaş edinmiş; en azından oradan mezun oluncaya kadar orada kalabileceklerini gerçekten düşün-müşlerdi. Ardından her şey çok çabuk değişmişti. Tekrardan toplanma, vedalaşmalar... Normal bir çocukluk istemek çok mu fazlaydı?
Sam, “Tekrardan Oakville’e taşınabilirim” dedi düşünce akışını keserek. Burası son kaldıkları yerdi. Nasıl olup da Sam’in her zaman kafasından geçenleri bildiği konusu pek gizemliydi. “Arkadaşlarımla kalabilirim.”
Gün üstüne gelmeye devam ediyordu. Bu kadarı da faz- laydı. Berrak bir şekilde düşünemiyordu. Uğradığı bu hüsran içerisinde kulağına gelenler Sam’in de onu bırakmaya hazır- landığını, yani artık onu umursamadığını bildiriyordu.
“O zaman git!” diye çıkıştı aniden istemsizce. Sanki bunu başka biri söylemiş gibiydi. Kendi sesindeki acımasızlığı işit- ti ve işitir işitmez pişman oldu.
Neden her şeyi böyle pat diye dışarı vurmak zorundaydı ki? Neden kendisini tutamıyordu?
Daha iyi bir gününde olsa, daha sakin olsa ve her şey bir anda bu kadar üstüne gelmemiş olsa bunu söylemeyebilirdi ya da daha hoşa gidecek şekilde davranabilirdi. Şöyle bir şey diyebilirdi mesela: Ne demeye çalıştığının farkındayım. Ne kadar kötü olursa olsun asla burayı terk etmeyeceğini; çün- kü tüm bunlarla uğraşmam için beni bir başıma bırakmaya- cağını söylemeye çalışıyorsun. Seni bunun için seviyorum. Ben de seni asla bırakamam. İkimizin de çocukluğunun çi- visi çıkmışken en azından birbirimize sahibiz.
Ancak bunun yerine ruh hâli, içindeki en kötüyü ortaya çıkarmıştı. Bunları demektense bencil ve düşüncesizce dav- ranmıştı.
Oturma pozisyonuna geçtiğinde söylediklerinin, Sam’in yüzüne yansıttığı incinmeyi görebiliyordu. Söylediklerini geri almayı, özür dilemeyi istedi ama durumun ağırlığı al- tında fazlasıyla kalmıştı. Her nasıl olduysa ağzını bir türlü açmayı başaramadı.