Silahlarin Teslimi - Морган Райс 2 стр.


Nihayet tepeye ulaştılar, Gwen, Kanyon’un en uzak tarafındaki sert zemine çöktü. Ulaşır ulaşmaz kalan ipler çözüldü ve köprünün kalanı da girdaplı sisin eşliğinde Kanyon’un derinliklerine uçtu.

Gwendolyn zor nefes alıyordu, tekrar zeminle buluştuğu için çok mutluydu ve az önce olanları merak ediyordu. Yer dondurucuydu, buz ve karla kaplıydı ama nihayetinde yine de sağlam bir zemindi. Köprüyü geçmişti ve hayattaydı. Başarmışlardı. Alistair sayesinde.

Gwendolyn döndü ve Alistair’e baktı ona karşı hissettiği merak ve saygı yeni bir boyuta kavuştu. Yanında olduğu için minnetten daha fazlasını duyuyordu. Daha önce hiç sahip olmadığı bir kız kardeş gibi hissediyordu ve Gwen, Alistair’in sahip olduğu gücün derinliklerini hakkında henüz hiç bir fikri olmadığını hissediyordu.

Gwen, burada işleri bitince, -tabii eğer bitirirlerse, Argon’u bulup dönüş yoluna geçebilirlerse- Halka topraklarına nasıl dönecekleri hakkında hiç bir fikre sahip değildi. Dönüp kör edici parlaklıktaki kardan duvara, Dipdünya’nın girişine baktığında en zor engellerin henüz önlerinde aşılmamış olarak durdukları hissine kapıldı

İKİNCİ BÖLÜM

Reece, Kanyon’un Doğu Geçişi’nde durdu. Köprünün taştan tırabzanlarına tutunarak sarp kayalıklara dehşetle baktı. Zor nefes alıyordu. Az önce gördüklerine hala inanamıyordu: Kader Kılıcı, bir kayaya yerleşik, ucu dibe doğru döne döne düşüyor karanlıkta kayboluyordu.

Parçalanma sesini duymayı, ayaklarının altında bir sarsıntı oluşmasını bekledi durdu fakat bu ses hayret verici şekilde hiç gelmedi. Kanyon gerçekten dipsiz miydi? Konuşulanlar doğru muydu?

En sonunda Reece tırabzanı bıraktı, parmak boğumları beyazlamıştı, nefesini verdikten sonra dönüp yoldaş Lejyon'a baktı. Hepsi; O'Connor, Elden, Conven, Indra, Serna ve Krog da orada durmuş dehşet içinde olana bakıyorlardı. Bu donmuş yerde, olan biteni anlayamadan öylece dikiliyorlardı. Kader Kılıcı, hepsinin çocukluklarından beri duydukları efsane, yer yüzündeki en önemli silah, kralların mülkü. Ve tabii Kalkan'ı yukarıda tutan tek şey.

Ellerinden kayarak boşluğa terk edilmişti.

Reece başarısız olduğunu hissetti. Sadece Thor'u değil tüm Halka'yı hayal kırıklığına uğratmış gibiydi. Neden buraya biraz daha önce gelememişlerdi? Sadece biraz önce burada olsa Kılıcı kurtarabilirdi.

Reece dönüp Kanyon'un diğer ucuna İmparatorluk tarafına bakıp kendini hazırladı. Elde Kılıç yokken Kalkan'ın ineceğini, diğer tarafta duran tüm İmparatorluk askerlerinin aniden izdiham yaratarak Halka'ya geçmelerini bekledi. Fakat şaşırtıcı bir şey oldu: Reece bu sahneyi izlerken, hiç biri köprüden geçmeye yeltenmedi. Biri denedi ama başarılı olamadı.

Bir şekilde Kalkan hala yukarıdaydı. Anlayamadı.

"Çok saçma," dedi Reece diğerlerine. "Kılıç Halka'yı terk etti. Kalkan hala nasıl yukarıda olabilir?"

"Kılıç Halka'yı terk etmedi," dedi O'Connor. "Henüz Halka'nın diğer tarafına geçmedi. Doğrudan aşağıya düştü. İki dünya arasına sıkıştı."

"O zaman Kılıç ne burada ne oradaysa Kalkan'a ne olacak?" diye sordu Elden.

Hepsi merak içinde birbirine baktı. Kimse cevabı bilmiyordu, bu keşfedilmemiş bir alandı.

"Öyle çekip gidemeyiz," dedi Reece. "Halka, Kılıç bizim tarafımızdaysa güvende ama aşağıda ne olacağını bilmiyoruz."

"Elimizde tutmadığımız sürece, diğer tarafa ulaşıp ulaşmayacağından emin olamayız," diye ekledi Elden, hemfikir olarak.

"Bunu şansa bırakamayız," dedi Reece. "Halka'nın kaderi buna bağlı. Ellerimiz boş, başarısız dönemeyiz."

Reece döndü ve kararlı bir ifadeyle diğerlerine baktı.

"Onu geri almalıyız," diye sonuca vardı. "Başkası davranmadan."

"Geri almak mı?" diye sordu Krog hayretle. "Aklını mı kaçırdın? Bunu tam olarak nasıl yapmayı planlıyorsun?"

Reece dönüp Krog'a baktı, o da her zamanki gibi savunmaya geçerek bakışlarıyla cevap verdi. Krog, Reece'e giderek bela oluyordu, her seferinde emirlerini sorguluyor, her fırsatta gücüne meydan okumaya çalışıyordu. Reece sabrını kaybediyordu.

"Yapacağız," diye ısrar etti Reece, "Kanyon'un dibine ineceğiz."

Diğerleri soluklarını tuttu, Krog ellerini beline götürerek suratını ekşitti.

"Delirmişsin," dedi. "Hiç kimse Kanyon'un dibine inmemiştir."

"Kimse bir dip olup olmadığını bile bilmiyor," diyerek ekledi Serna. "Tek bildiğimiz Kılıcın buhar olduğu ve biz şu anda konuşurken bile aşağı inmeye devam ettiği."

"Saçmalık," dedi Reece karşı çıkarak. "Her şeyin bir zemini vardır. Denizin bile."

"Eğer, dibi varsa," diye çıkıştı Krog, "görüp, duyamayacağımız derinlikte olması ne işimize yarayacak? Oraya ulaşmamız günler hatta haftalar sürebilir."

"Keyifle yürüyüş yapabileceğimiz bir parkur olmadığını da eklemeden geçemeyeceğim," dedi Serna. "Uçurumları görmediniz mi?"

Reece döndü ve uçurumlara baktı, kanyonun bu kadim kaya duvarları, kısmen girdaplı sisin içinde gizlenmişti.Dikti ve yukarı uzanıyordu. Haklı olduklarını biliyordu, kolay olmayacaktı. Ancak başka şansları olmadığını da biliyordu.

"Daha da beteri var," diye yakındı Reece. "Bu duvarlar sisin içinde kayboluyor. Dibe varsak bile, hiç geri gelemeyebiliriz."

Hepsi ona hayretle baktı.

"O zaman sen de bunu denemenin delilik olduğuna katılıyorsun," dedi Krog.

"Delilik olduğuna katılıyorum," dedi Reece, sesinde hakimiyet ve kendine güven duyuluyordu. "Fakat delilik bizim dünyaya gelme amacımız. Bizler normal adamlar değiliz, bizler Halka'nın sade vatandaşları değiliz, bizler özel olarak yetiştik, bizler askeriz. Bizler savaşçıyız. Bizler Lejyon'un adamlarıyız. Bir yemin ettik, ant içtik. Bizler, bir görev safi zor veya tehlikeli  diye o görevden kaçınmayacağımıza, mücadeleden hayatlarımıza zarar verse de bir an bile dönmeyeceğimize ant içtik. Bu, bizi savaşçı yapar. Cesaretin temelinde bu yatar: imkansız olsa bile yapılması gereken doğru şey, onurlu şey bu olduğu için kendimizden bile büyük bir davanın peşine düşeriz. Ne de olsa, cesaret varılan başarıyla değil, buna girişimde bulunmayla ölçülür. Bu bizden büyüktür. Bu kim olduğumuzdur."

Çok ağır bir sessizlik çöktü üzerlerine, rüzgar sert eserken diğerleri de söylenenleri tarttılar.

Nihayet Indra öne çıktı.

"Reece'e katılıyorum," dedi.

"Ben de," diye ekledi Elden bir adım öne gelip.

"Beni de sayın," diye ekledi O'Connor, Reece'in yanını tutarak.

Conven sessizce Reece'in yanına yürüdü, kılıcının kabzasını tutuyordu; dönüp diğerlerine baktı. "Thorgrin için," dedi, "dünyanın sonuna giderim."

Reece, Lejyon’dan bu güvenilir arkadaşlarını yanına almış olmaktan dolayı cesaretlenmişti, bu insanlar ona ailesi kadar yakındı, hayatlarını İmparatorluğun sonuna kadar giderek onunla beraber tehlikeye atmışlardı. Beşi orada durup iki yeni Lejyon üyesi Krog ve Serna’ya baktı, Reece onların katılıp katılmayacaklarını merak ediyordu. Fazladan insana ihtiyaçları olacaktı ama dönmekte özgürlerdi. İki kez sormayacaktı.

Krog ve Serna orada dikilerek onlara bakıyorlardı, emin değillerdi.

Indra “Ben bir kadınım,” dedi onlara, “daha önce dalganızı geçtiğiniz gibi. Yine de burada duruyorum, bir savaşçının mücadelesine hazırım – siz ise orada alaycı ve korkak  kaslarınızla kalakalın.”

Serna homurdandı, sinir olmuştu, kahverengi saçlarını savurup gözlerini kısarak öne çıktı.

“Gideceğim,” dedi, “ama sadece Thorgrin’in hatırına.”

Krog, kırmızı suratı ve karşı duruşuyla orada kalan tek kişiydi.

“Hepiniz aptalsınız,” dedi. “Hepiniz.”

Ama yine de öne çıkarak onlara katıldı.

Reece, tatmin olmuş halde dönüp onları Kanyon’un kenarına yönlendirdi. Harcanacak vakit yoktu.

*

Reece aşağı milim milim inerken uçurumun kenarına tutunuyordu, diğerleri ondan bir kaç adım yukarıdaydı;  uzun süredir olduğu gibi acı dolu bir iniş gerçekleştiriyorlardı. Reece, ayaklarını, yaralı ve soğuktan donmuş ellerini, pürüzsüz kayalar üzerinde ilerleyebilmek için düzgün kullanmaya çalışıyordu. Bu kadar zor olacağını tahmin edememişti. Aşağı bakmış ve araziyi, kayanın şeklini incelemişti; bazı yerlerde kayanın diklemesine aşağı indiğini, pürüzsüz ve tutunmanın imkansız olduğunu görmüştü, diğer yerler ise yosun tabakasıyla kaplıydı ve bazı bölgelerde de elleri ve ayakları koyabileceği tırtıklara, eğimlere, girintilere, deliklere, kenarlara ve çatlaklara sahipti. Bazı yerlerde dinlenme yeri olabilecek çıkıntılar bile vardı.

Fakat iş pratiğe gelince durum değişmiş görünüyordu. Sis görüşünü mütemadiyen engelliyordu ve aşağı baktığında ayaklarını sokabileceği yerler gittikçe azalıyordu. İnişte onca yol kat ettikten sonra zeminin –tabii varsa- henüz görüş alanlarında olmaması da cabasıydı.

İçten içe Reece, gittikçe artan bir korku ve boğazında kuruluk hissediyordu. Bir yanı çok ciddi bir hata yapıp yapmadığını merak etmeye başlamıştı.

Tabii bu korkusunu diğerlerine göstermeye cesaret edemedi. Thor gittiğinden beri lider oydu ve diğerlerine örnek teşkil etmeliydi. Ayrıca korkularına kapılmanın bir faydası olmayacağını biliyordu. Güçlü kalmalı ve odaklanmalıydı; korkunun sadece yeteneklerini engelleyeceğinin farkındaydı.

Reece’in elleri kendini tirerken titriyordu. Aşağıda neyin olduğunu unutması gerektiğini kendine hatırlattı, sadece bir adım önündekine odaklanmalıydı.

Her seferinde bir adım, dedi kendine. Bu şekilde düşünmek ona daha iyi geliyordu.

Reece bir başka tutunma noktası bularak bir adım daha aşağı indi, sonra bir tane daha ve ritmini bu şekilde yakaladı.

“DİKKAT ET!” diye bağırdı biri.

Etrafında başlayan küçük çakıl yağmuruna anlam vermeye çalıştı Reece, kafasına ve omuzlarına düşüyorlardı. Kafasını yukarı kaldırdığında kocaman bir kayanın aşağı yuvarlandığını gördü, kendini çekti; kıl payı kurtulmuştu.

“Af edersin!” diye aşağı bağırdı O’Connor. “Gevşek bir kayaymış!”

Reece, yeniden aşağı dönüp sakin kalmaya çalışırken kalbinin ağır geldiğini hissetti. Dibin nerede olduğunu öğrenmeye can atıyordu, uzandı ve omzunda duran küçük kaya parçasını aldı, aşağı bakarak yuvarladı.

Bir ses çıkarıp çıkarmayacağını görmek için bekledi.

Hiç ses gelmedi.

Şüpheleri güçlendi. Kanyonun nerede bittiği ile ilgili hala hiç bir işaret yoktu. Ellerinde bu gerçekle ve şimdiden titreyen bacaklarıyla bu inişin sonunu getirebileceklerinden emin değildi. Reece yutkundu, inişe devam ederken kafasına türlü türlü düşünceler üşüştü. Ya Krog haklıysa? Ya burası dipsizse? Ya bu hesapsız bir intihar göreviyse?

Reece bir adım atarak bir kaç adım birden indi, yeniden hız kazandığı sırada, bir vücudun kayaya sürtme sesini duydu ve ardından da bir çığlık geldi. Yanı başında bir hareket hissettiğinde döndü ve Elden’ı gördü, yanından çok hızlı geçerek düşüyordu.

Reece içgüdüsel olarak elini uzattı ve tam yanından kayarken Elden’ın bileğini tutmayı başardı. Neyse ki Reece diğer eliyle kayayı sıkı sıkı tutuyordu ve dolayısıyla Elden’ı tüm gücüyle yakaladı böylece aşağıya kaymasını engelledi. Elden çabalasa da ayağını koyacağı bir yer bulamıyordu, iri cüsseli ve ağırdı; Reece gücünün tükendiğini hissediyordu.

Indra çabucak aşağı indi ve Elden’ın diğer bileğine uzanıp onu tutu, Elden çırpınsa da ayak yeri bulamıyordu.

“Çıkıntı bulamıyorum!” diye bağırdı Elden, sesinde panik vardı. Güçlü tekmeler savurdu, Reece artık onu daha fazla tutamayacağından ve onunla beraber dibi boylayacağından korkuyordu. Çabucak düşündü.

Reece aşağı inmeye başlamadan önce O’Connor’ın gösterdiği ipi ve kancayı, kuşatma anında surlara tırmanmalarına yardım eden aracı hatırladı. Belki ihtiyacımız olur, demişti O’Connor.

“O’Connor, ipi ver!” diye bağırdı. “Aşağı at onu!”

Reece yukarı baktı ve O’Connor’un belinden ipi çıkarmasını, kaykılarak  kancayı kayaya gömmesini izledi. Tüm gücüyle soktu, bir çok kez denedi ve aşağı sarkıttı. İp Reece’in yanından aşağı sallandı.

Daha geç gelse hiç şansı olmayacaktı. Elden’ın kaygan avuçları Reece’in elleri arasından kayıyordu, geriye doğru düşüşe geçtiği sırada Elden uzanıp ipi tuttu. Soluksuz kalan Reece, onu taşıması için dua etti.

Taşıdı da. Elden yavaşça kendini yukarı çekti ve nihayet geniş bir ayak yeri buldu. Çıkıntıda durarak nefesini geri almaya, eski dengesini bulmaya çalıştı. Derin bir nefes aldı, Reece de rahatlamıştı. Ucuz atlatmıştı.

*

İnişlerine durmaksızın ne kadar süre geçtiğini bilmeden devam ettiler. Gökyüzü karardı, Reece soğuğa rağmen ter döküyordu, her anı sanki son anı olabilir gibi hissediyordu. Elleri ve ayakları şiddetle titriyordu, kendi sesi kulaklarını dolduruyordu. Daha ne kadar dayanabileceğinden emin değildi. Eğer yakın bir sürede dibi bulamazlarsa hepsinin özellikle de gece çökerken durup dinlenmeleri gerekecekti. Ama sıkıntı, durup dinlenecekleri bir yerin olmamasıydı.

Reece merak etmeden duramadı, eğer çok bitkin düşerlerse diğerleri birer birer düşmeye mi başlayacaktı?

O sırada kayadan çıkan bir gürültü duyuldu, sonrasında küçük çapta bir çığ, tonlarca çakıl taşı aşağı dolu gibi yağıyor, Reece’in kafasına, yüzüne ve gözlerine geliyordu. Bir çığlık duydu ki bu diğerlerinden farklıydı, sanki bir ölüm çığlığıydı, işte o zaman kalbi duracak gibi oldu. Göz ucuyla tam da anlam veremediği bir hızda onu geçen bir vücut gördü.

Reece uzanıp onu yakalamaya çalıştı ama olay çok hızlı gelişmişti. Tek yapabildiği dönüp Krog olduğunu anladığı vücudun havada uçmasını, sağa sola çarpmasını, bağırarak sırt üstü doğrudan hiçliğe doğru gitmesini izlemek oldu.

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

Kendrick atın üstündeydi, yanında Erec, Bronson ve Srog yüzünü Tirus ve İmparatorluk’a döndüğünde ise önünde binlerce adam vardı. Hepsi de doğruca tuzağa düşmüşlerdi. Tirus hepsini satmıştı ve Kendrick anlamakta geç kalmıştı, ona inanmak büyük bir hataydı.

Kendrick önüne baktı, sağında, vadinin sırtında, okları hazır binlerce İmparatorluk askerini gördü solunda ve arkasında bir o kadar daha vardı. Kendrick’in bir kaç bin adamı bu sayıdaki askerleri asla yenemezdi. Denemek bile katliam demekti. Çekilmiş tüm o yaylarla, en küçük bir hareketi bile adamlarının katledilmesi demekti. Coğrafi olarak, vadinin başlangıcında olmaları da kar etmiyordu. Tirus pusunun yerini güzel seçmişti.

Kendrick orada çaresizce duruyordu, yüzü öfke ve hiddetle yanıyordu, tatmin olmuş kendi kendine gülümseyerek atında oturan Tirus’a baktı. Yanında dört oğlu ve onların yanında İmparatorluk komutanı duruyordu.

“Para senin için bu kadar önemli miydi?” diye sordu Kendrick Tirus’a, ondan sadece on adım uzaktaydı, sesi çelik gibi soğuktu. “Kendi insanlarını, kendi kanından olanları satar mıydın?”

Tirus hiç bir pişmanlık belirtisi göstermedi, gülümsemesi daha da yayıldı.

“Halkınla aynı kandan değilim hatırladın mı?” dedi. “Bu yüzden senin kanunlarına göre kardeşimin tahtına çıkmam yasak.”

Erec öfkeyle boğazını temizledi.

“MacGil yasalarında taht babadan oğula geçer – kardeşe değil.”

Tirus kafasını salladı.

“Artık hiç birinin önemi yok. Yasalarının bir kıymeti yok artık. Güç her zaman yasaların üstündedir. Sadece gücü olanlar yasalarda söz sahibi olur. Şimdi senin de gördüğün gibi, ben güçlüyüm. Yani bundan sonra yasaları ben yazarım. Bundan sonraki nesiller senin yasalarını hatırlamayacak. Beni, Tirus’u Kral olarak bilecekler. Seni ve kız kardeşini değil.”

Назад Дальше