O zaman onun ne işi vardı ki burada? Hele şimdi, durup dururken? Caleb ve Caitlin’in birlikteki yaşadıkları en mah-rem dakikalar sırasında Caitlin daha yeni uyanmış, bizzat onun kanıyla tamamıyla gerçek bir vampire dönüşmüşken? Nerede olduklarını nasıl biliyordu ki? Onu Caleb mi davet etmişti? Öyle olmalıydı. İyi de niye?
Caitlin’in içine acı çöktü. Bu durumun bir açıklaması yoktu. Her zaman kendini, özellikle de erkeklere karşı incin- meye açık kılmaktan korkmuştu; nedeni tam da buydu işte. Fakat Caleb geldiğinde ipi elden bırakmış, ona tamamen güvenmişti. Şimdiye kadar birlikte olduğu hiçbir erkeğe kar- şı olmadığı kadar indirmişti yelkenleri Caleb’in karşısında. Karşılığında ise o; onu daha fazla acıtmayı, aklın almayacağı kadar acıtmayı becermişti.
Hâlâ nasıl olup da onu baştan sona bu denli yanlış de- ğerlendirdiğini, bu kadar kalın kafalı olabildiğini, bu kadar haksız çıktığını anlayamıyordu. Sanki içi parçalanıyordu. Artık o olmadan, ölümsüzlük neye benzerdi? Bu bir ceza olurdu. Ebedi bir ceza. Ölmek istiyor gibiydi. Hepsinden daha kötüsü ise kendini tam bir aptal gibi hissediyordu.
“Caitlin!” diye bağırdı Caleb arkasından, o kendisine doğru gelen ayak seslerini işitirken. “Lütfen, açıklamama izin ver.”
Ortada açıklanacak ne olabilirdi? Açıktı ki onu buraya o davet etmişti. Açıktı ki onu hâlâ seviyordu. Ve açıktı ki Caitlin’e karşı hisleri onun hissettikleri kadar güçlü değildi.
Caleb eliyle Caitlin’i kolundan kavrayıp çekiştirerek dö- nüp bakması için yalvardı.
Fakat o kolunu çekti. Ona temas etmesine katlanamıyor- du. Hiçbir şekilde ve bir daha asla onunla münasebete gir- mek istemiyordu
“Caitlin!” diye yakardı Caleb. “Açıklamama izin verme- yecek misin?”
Ne var ki Caitlin geri adım atmadı. Artık farklı bir kişi, farklı bir varlıktı o ve birçok açıdan böyle hissediyordu. Yeni vampir gücünün yanında, bir de yeni bir vampir duy- gu düzeni çıkagelmişti. Daha şimdiden şu anki duyguları- nın insan olduğu zamankilerden daha güçlü, çok ama çok daha güçlü olduğunu hissedebiliyordu. Her şeyi çok daha derinden hissediyordu. Sadece üzüntülü hissetmiyor, san- ki gerçekten ölecekmiş gibi hissediyordu. Sadece ihanete uğramış gibi hissetmiyor, hakikaten sırtından bıçaklanmış gibi hissediyordu. Kendini parçalara ayırmak, içinde bü- yüyen acıyı durdurmak için ne gerekiyorsa yapmak isti- yordu.
Doğruca terası geçip odasına girdi ve meşeden ahşap ka- pıyı çarparak kapadı.
“Caitlin, Caitlin lütfen!” dedi kapının dışındaki boğuk ses.
Caitlin dönüp kapıyı yumrukladı.
“Git buradan!” diye bağırdı. “Git ve karına dön!”
Birkaç saniyenin ardından onun gittiğini hissetti.
Artık sadece o kalmıştı. Bir de sessizlik. Caitlin küçük odasının içindeki yatağın köşesine oturdu ve ellerini başının arasına alıp ağladı. İç parçalayıcı bir şekilde hıçkırdı. Uğru- na yaşamak zorunda olduğu her şey ellerinden alınmış gibi hissediyordu.
Bir mırıltı duydu ve yüzünün kenarında yumuşak bir şey hissetti, dönüp baktığında Gül’ü gördü. Gül Caitlin’in ya- naklarını yalayarak gözyaşlarını silmeye çalışıyordu.
Bu Caitlin’in içinde bulunduğu halden çıkmasına yar- dımcı oldu. Eğilip Gül’ün yüzünü okşadı, saçını düzeltti. Gül ufacık bedeniyle Caitlin’in kucağına atladı ve Caitlin de ona sarıldı.
“Hâlâ sen varsın, Gül” dedi. “Sen beni terk etmezsin, de- ğil mi?”
Gül geri yaslanıp onun yüzünü yaladı.
Ancak çektiği acı çok büyüktü. Caitlin odada bir saniye daha durabilecek gibi değildi. Sanki duvarları delip geçecek- miş gibi hissediyordu.
Gözlerini büyük pencereye çevirdi, davetkâr geceye baktı ve hiç tereddüt etmeden Gül’ü yere bırakıp yataktan atladı ve iki büyük adımın ardından dışarı uçtu.
Kanatlarının açılıp onu uçuracağını biliyordu, ne var ki içinin bir tarafı böyle olmasın istiyordu, keşke öyle olmasay- dı da yanılıp doğruca yere çakılsaydı.
Yedinci Bölüm
Samantha zincirlenmiş bir şekilde ayakta duruyordu. Bü- yük oda boyunca sürüklenirken koluna sıkı sıkı yapış-mış bir sürü vampir tarafından kıskaçta tutuluyordu. Oda bir mezbahaya dönüşmüş gibiydi. Nereye kafasını çevirse, Kyle ve lanetli kılıcı tarafından parçalara ayrılmış eski mec- lisine bağlı binlerce vampirin cesetlerini, zeminin her yerini kaplamış kan gölünü görüyordu. Demek ki kılıç hayal etti- ğinin çok daha ötesinde bir güce sahipti.
Gelgelelim tüm bu katliama rağmen yüzlerce vampir hayatta kalmıştı. Onlar artık Kyle’ın halkıydı. Ayrıca her geçen saniyeyle birlikte açık kapılardan onlara yenileri ek- leniyordu. İşin doğrusu, Kyle’a sadakatlerini sunmak için yalvarmaya hazır vampir sürülerinin sonu gelmeyecekmiş gibi duruyordu. Artık açık bir şekilde burası onun meclisiy- di. Rexius öldükten sonra sadakat sunulabilecek başka kimse kalmamıştı. Kyle bunu hak etmişti. Ona ihanet etmiş olan her vampiri ortadan kaldırmayı başarmıştı.
Ona Rexius’a karşı savaşında yardım etmiş olan yüzlerce vampir vardı. Bazıları Kyle’a gerçekten sadık olsa da bazıları sadece fırsatçıydı. Diğerleri ise Rexius’u sevmiyor ve ellerine bir fırsat geçmesini bekliyordu. Şehrin her yerindeki meclis- lerden vampirler akın etmeye devam etti. Haberler vampirle- rin dünyasında hızla yayılıyor ve gelenlerin tamamı da yaklaş- makta olan savaşın bir parçası olmak istiyordu. Katılanların sebepleri ne olursa olsun artık bu, Kyle’ın ordusuydu.
Kyle lider ve kılıç da onun elinde olduğuna göre şimdiye kadar vampir ırkının karşılaşmadığı türden bir savaşın kapı- da olduğu aşikârdı. Kyle acımasız ve kan dökme meraklısıy- dı, bu katliam bile onu tatmin etmemişti. İçinde bir türlü boşaltamadığı bir kin vardı. Ona sadakatlerini sunmak için koştura koştura kapısına dayanmamış olan dışarıdaki tüm vampirler bunun bedelini ödeyeceklerdi, tüm masum insan- larla birlikte. Samantha gayet iyi biliyordu ki onun güttüğü kan davasının sonu gelecek gibi değildi ve New York City yakında onun oyuncağı haline gelecekti.
Tüm bu kargaşanın içinde Samantha’yı doğruca odanın ortasına sürüklediler.
Şimdi Rexius’un tahtında oturan Kyle, gücünün tadını çıkarıyor, tüm vampirler karşısında eğilmişken yüzünde şey- tani bir sırıtmayla bekliyordu.
Kyle’ın yanında dikilmekte olan Sergei, elindeki metali üç kez zemine vurdu.
Tüm oda, binlerce vampir kusursuz bir şekilde sıraya geç- ti. Hepsi yumruklarını kaldırıp bağırdı: “Çok yaşa Kyle!”
Samantha’nın dili tutulmuştu. İnanılmaz bir güç ve sada- kat gösterisiydi. Hayatı boyunca böylesi bir itaatkârlık gör- memişti. Kyle mıknatıs gibiydi. Daha şimdiden bir tirandı.
Ne var ki Kyle askerleriyle ilgileniyormuş gibi görünmü- yordu. Gözleri Samantha’nın üzerindeydi. Tüm oda ona yö- nelmiş ilgisinin farkındaydı ve olacakları izlemeye hazırlan- maktalarken odanın içindeki uğultu dindi.
“Pekâlâ” dedi Kyle ona. “Kılıç için benimle dövüştün. Ancak gördüğün gibi, onu elinde tutan benim.”
“Şimdilik” diye yanıt verdi Samantha.
Bırakalım bunu biraz düşünsün, diye düşündü. Zira yü- rekten inanıyordu ki kılıç sonsuza kadar ona ait olmayacak- tı. Kılıcı elinde tutması gereken kişi kesinlikle Kyle değildi.
Kyle kaşlarını kaldırdı.
“Seni neden bu kadar canlı tuttuğumu biliyor musun?” diye sordu.
Samantha meydan okur bir şekilde ona baktı. Onunla bir diyaloğa girme heveslisi değildi. Bu yeni mecliste yer almak falan istemiyordu. Ayrılmak, buradan mümkün olduğu ka- dar uzağa gitmek istiyordu. Sadece Sam’i alıp gitmek istiyor- du. Şayet o izin verirse.
Fakat Sam görünürde yoktu. Kyle’ın askerleri tarafından ele geçirilmişti ve onu o zamandan beri görmemişti. Samantha de- likanlının nerede olduğunu buluncaya kadar serinkanlı olmalıy- dı. Kendine zaman kazandırmalı, eğer gerekirse ona sadakatini sunmalıydı, ta ki Sam ve o buradan kaçabilecek fırsatı buluncaya kadar.
“Rexius’un kılıcı almak için neden benim yerime seni gönderdiğini hâlâ bilmiyorum. Hepimizin bildiği gibi ben daha iyi bir savaşçıyım. Fakat kabul etmeliyim ki senin de bazı maharetlerin var” dedi.
“Fakat seni canlı tutmamın tek nedeni bu değil. Rexius seni cezalandırmayı planlamıştı. Bundan anlıyorum ki ona hâlâ sadık olman için bir neden olmamalı. Yaklaşmakta olan bir savaş var ve senin gibi güçlü savaşçıları kullanabilirim. Eğer bana sadakatini sunmaya hazırsan seni hayatta tutmayı tekrar düşünebilirim.”
Samantha düşündü. Ona sadakatini sunmakla ilgili bir der- di yoktu çünkü biliyordu ki çok yakında tüm bunları bırakıp gidecekti. Fakat önce Sam hakkında bir şeyler öğrenmeliydi.
“Çocuğa ne oldu?” diye sordu. “Nerede o?”
Kyle gülümsedi.
“Ah evet, şu çocuk. Hemen sadede gelelim. Bu insana karşı neden böyle bir düşkünlük gösterdin bilmiyorum ve böyle yaparak zaten kurallarımızı çiğnedin. Seni sırf bunun için bile öldürebilirim biliyorsun ki. Fakat bunu çok ilginç buluyorum ve işin doğrusu hayatta kalmana izin verme ne- denlerimden birisi de bu.”
“Görüyorsun ki Samantha, cezalandırılman lazım. Vak- tiyle bana değil de Rexius’a sadık kalmış olan her vampirin cezalandırılması gerekiyor. Bu, yeni ordumun başlangıç aşa- ması. Bana ve sadece bana itaat etmeyi öğreneceksiniz.”
“Senin için en kusursuz çözümü buldum: Hem bana olan sadakatini kanıtlayacaksın, hem de cezalandırılacaksın. Adamlarım seni çocuğun yanına götürecek, onu buraya ge- tireceksin ve herkesin gözü önünde onu öldüreceksin.”
Bu fikir karşısında Samantha’nın kalbi paramparça oldu. Bu onun asla ama asla yapamayacağı bir şeydi. Onun haya- tına kıyacağına kendi canına kıyardı. Kyle, her zamanki gibi, sanrılar içindeydi. Ve zalimdi. Evet, tam Rexius’un halefi ol- maya uygundu.
“Onu bizzat kendi ellerinle öldürmeni izlemekten zevk du- yacağım” dedi Kyle, fikri düşününce gülümseyerek. “Görüyor- sun ki bu çocuğu bir fazlalık olarak görüyorum. Kız kardeşiyle aynı soydan geliyor ve tek bildiğim, hepimize zarar verebilecek bir bağışıklığa sahipler. İkisine de güvenmiyorum. Bilmiyorum onun insan olduğunu söylememe gerek var mı?”
Kyle, Samantha’nın yüzünü yakından inceledi.
“Eğer bunu yaparsan seni mevki, onur ve saygınlıkla ödül- lendireceğim. Senin için meclisimde özel bir yer olacak. Bu muhteşem bir savaş olacak, ırkımızın gördüğü en muhteşem savaşlardan biri olacak. Sen de bunun baş mimarlarından biri olabilirsin.”
“Diyelim ki reddettin… İşkence göreceksin, yavaş yavaş; sonsuz bir acıya mahkûm olacaksın ve ismin meclisimizin tarihinden tamamen silinecek.”
Samantha düşünmekteyken odanın tamamında ölüm sessizliği hâkimdi. Bir çıkar yol bulmak için kafası fırıldak gibi dönüyordu.
“Neden onu bizzat kendin öldürmüyorsun?” diye sordu sonunda.
Kyle geri yaslandı ve hafifçe sırıttı.
“İzlemeyeceksem ne zevki kalır” dedi. “En büyük hobile- rimden biri, insanların sevdiklerini öldürmelerini izlemektir.”
Sekizinci Bölüm
Caitlin kanatlarını defalarca çırptı. Nereye gittiği konu- sunda en ufak bir fikri yoktu, zaten rüzgârın onu gö- türdüğü yere gitmeye de razıydı. Ne gidecek yeri vardı ne de yaşaması için bir sebep. Sevgilisi Caleb ona ihanet etmiş ve şu dünyada umurunda olan diğer tek insan, yani Sam de muhtemelen aynısını yapmıştı. Ne de olsa Sam Samantha’yı ve tüm o kötü vampirleri doğruca onun yanına, Kralın Mabedi’ne sürüklemişti. Dünyada güvenebileceği başka kimse kalmış mıydı ki? Hayatına giren herkesin ona ihanet etmesi kaderi miydi acaba?
Caitlin Hudson Nehri üzerinden uçarken ay ışığında par- layan nehre doğru baktı. Yüzünü ve saçlarını okşayıp göz- yaşlarını silen gece havası iyi gelmişti. Artık adadan uzak- laşmıştı, ada ufukta ufacık bir noktadan ibaretti. Kafasını temizlemek için gittikçe daha da uzağa uçtu.
Aşağı doğru dalarak suyun birkaç adım yukarısında ne- redeyse ona değecek şekilde tam üstünden uçmaya başladı. Suya bu kadar yakın olmak iyi geldi. İçinin bir tarafı dalma- ya devam etmek, suyun içine batmak istiyordu. Fakat öbür yanı, yani vampir tarafı, bunun manasız olacağını biliyordu. Bir vampir boğulsa bile ölemezdi.
Uçtuğu sırada etrafında balıklar suyun içinden fırlamaya başladı. Onun varlığını sezmiş olmalıydılar. Sezmiş oldukla- rı şey vampir kanı mıydı acaba?
Caitlin yukarı doğru tırmandı, yükseldiği sırada kafası tekrar berraklaşmaya başladı. Olmuş olan tüm şeyleri dü- şündü. Daha şimdiden ayrıntılar bulanıklaşmıştı. Acaba her şeyi fazlasıyla abartmış mıydı? Şimdi düşünüyordu da Caleb gerçekten ne yapmıştı ki? Evet, Sera oradaydı ve bir bakıma mevcudiyetinin mazereti yoktu. Fakat Caitlin konu üzeri- ne daha fazla düşündükçe onun neden orada olduğunu ya da oraya nasıl geldiğini tam olarak bilmediğinin daha fazla farkına vardı. İkisinin yeniden birlikte olup olmadıklarını kesin bir şekilde biliyor değildi. Başka bir açıklama olması, en ufak bir şekilde dahi olsa mümkün müydü?
Belki de çok çabuk tepki vermişti. Bunu her zaman ya- pardı, kendini asla kontrol edemezdi.
Caitlin daha da yukarılara çıktıkça geniş bir dönüş yapıp tekrardan ada tarafına uçmaya başladı. Oysa içinin bir tarafı dönüp dönmeyeceğini merak ediyordu. Gidecek başka neresi vardı ki?
O yöne doğru ilerlerken yeni bir amaç edindiğini his- setti. Belki de Caleb’e en azından bir açıklama şansı ver- meliydi. Hayatını o kadar çok kez kurtarmıştı ki! Tüm bu geçen günler boyunca başında durmuş, ona hayata geri dönüşünde refakat etmişti. Belki de onu hâlâ seviyordu. Belki de…
Caitlin artık o kadar da emin değildi. Fakat uçtukça Caleb’e en azından bir şansı, kendini açıklaması için verile- cek bir şansı borçlu olduğunu fark etti.
Evet, bu şansı ona verecekti. Sonra da bir karara varacaktı.
*
Caleb deliye dönmüştü. Bir kez daha gittiği her yere fe- laket götüren Sera hayatının içine dalmıştı. Binlerce yıl bo- yunca kaç kez ondan uzak durmasını istediğini, kaç kez ona karşı bir şeyler hissetmediğini, onu hayatında istemediğini açık açık söylediğini hatırlamıyordu bile. Fakat sayısız kez, hepsi de en ters zamanlarda olacak şekilde, tekrardan ortaya çıkmayı beceriyordu. Sanki ne zaman yeni birisiyle beraber olduğunu, ne zaman gerçekten umursadığı birinin yanında olduğunu biliyor gibiydi. Her zaman da en ters zamanda çıkageliyordu. O hayatında karşılaştığı en bölgeci ve mülki- yetçi varlıktı. Caleb’in binlerce yıllık hayatı boyunca başına musallat olmuştu.
Bu sefer bunu kabul edemezdi. Buna izin veremezdi. Onun ilişkilerini fazlaca baltalamıştı zaten, bu seferkiyse bardağı taşıran son damlaydı. Caitlin’i şimdiye kadar birlik- te olduğu -gerek vampir gerek insan- herkesten daha fazla umursuyordu. Sera bunu sezmiş olmalıydı. Onu saklandığı delikten çıkaran, onun peşinden gitmeye sürükleyen şey bu olmalıydı.
Bir mazereti vardı, her zaman bir mazereti olmuştu. Onun sorunu da buydu işte: Onu hiçbir zaman yüzde yüz suçlayamazdınız çünkü her zaman acil bir mesajla çıkagelir ve bunun bir meşruluğu olurdu. Bu sefer, tabii ki, meclisleri saldırıya uğramak üzereydi. Dediğine göre Kyle elinde kı-lıçla New York City’e geri dönmüştü ve topyekün bir vam- pir savaşının çıkmasına sayılı günler vardı. Meclisinden bir mesaj getirmişti: Onu geri istiyorlardı. Önceki kural ihlal- lerini affetmeye hazırdılar. Bu savaş zamanında ellerindeki tüm askerlere ihtiyaçları vardı ve Caleb ellerindekilerin en iyilerindendi.
Bu haberler yüzünden Sera’ya canının istediği gibi kıza- mıyordu ki bu da durumu daha da çileden çıkartıcı hale ge- tiriyordu. Ancak onun hayatına tekrardan sızmak için ma- zeret olarak tam da böyle bir durumu beklemiş olduğundan kuşkulanıyordu. Getirdiği haberler bir tarafa Caitlin’e hiçbir şekilde tekrardan birlikte oldukları görüntüsünü vermeye hakkı yoktu.