“Daha sonra annem dedi ki, ‘Genç bayan, Madison’ın üniversiteye gidebilmesi için benim gibi bir temizlikçi olacaksın.’ Buna inanabiliyor musunuz? Ben de kendi kendime dedim ki, ‘Aman Tanrım, kız kardeşimi bir köleye dönüştürüyor!’ Ve bütün bunlar onun doğum gününde oldu! On yedinci yaş günümde bana araba almışlardı. Ona ise hiçbir şey alan olmadı.”
Bir kahkaha kopardı ve diğer kızlar da onu izledi. Kate’in midesine kramplar girmeye başladı. Madison ona nasıl böyle gülebilirdi? Madison’ın evde ona arka çıkmadığını biliyordu, ama arkadaşlarıyla onun başına gelenler hakkında dedikodu yaptığının farkında değildi.
Amy Kate’in koluna daha sıkı girdi ve onu destekleyip ayakta durmasını sağladı. Onu yönlendirerek Kate’in Madison’ın ve diğer kötü kızların yanından yürüyüp geçmesini sağladı. Kate geçerken Madison’ın onu tanıyacağını ve konuştuklarını duyduğunu fark edeceğini biliyordu.
Kız kardeşinin yanından geçerken omzunun üzerinden ona baktı. Gözleri kesişti ve Madison’ın yüzünde şaşkın bir ifade oluştu. Ama bunun dışında, Kate’in duygularını incittiğini fark ettiğini gösteren hiçbir iz yoktu. Daha sonra başka tarafa baktı ve dikkatini tamamen arkadaşlarına verdi.
Kate kendini sınıfa attı, kendini hiç olmadığı kadar kötü hissediyordu.
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
Kate ilk iki dersi güçlükle bitirdi, ama kendini hala pek iyi hissetmiyordu. Zil çaldığında öğlen yemeği saatinin geldiğini ve yenide arkadaşlarıyla birlikte olacağını düşünerek rahatladı.
Kate kalabalık kafeteryada arkadaşlarıyla birlikte sıraya geçti ve yemeklere çok yakından bakmamaya çalıştı. Yemek seçmek çok zordu. Bir vejetaryen olan Nicole ne yiyeceğine karar vermekte her zaman çok zorlanırdı. Bugün patates ve kuru fasulye yiyecekti, Dinah ve Amy ise tavuklu tikka masala ve pilav alarak yiyeceklerini kolay bir şekilde seçtiler. Kate curry sosunun çok yağlı olduğunu düşünüyordu, ama normalden daha iri olan Dinah pek umursamıyordu, çünkü uzundu ve cüsseliydi. Amy çok zayıftı ve kilo alma korkusu olmadan istediği her şeyi yiyebilirdi. Nicole çok fazla titizleniyormuş gibi görünmemeye çalışıyordu.
Sonunda Kate salatada karar kıldı. Annesinin kilosu hakkında söylediklerinin temelsiz olduğunu biliyordu, ama yine de birkaç kilo verirse annesinin kendisine o kadar sert davranmayabileceğini düşünüyordu.
Dinah tabağını görünce, “Kızım,” dedi, “lütfen bana sadece bunu yiyeceğini söyleme. Bugün senin doğum günün! En azından bir tatlı al!”
Kate oturduğu yerde alçaldı.
“Aslında, Tony öğle yemeğinde beni görürse bana pasta getireceğini söyledi,” dedi.
Diğer üç kız birbirlerine bakarak sırıttılar. Kate bundan bahsettiği için kendisini aptal gibi hissetti.
Nicole birden, “Aman Tanrım,” dedi.
Herkes konuşmayı bıraktı ve onun nereye baktığını görmeye çalıştı.
Kafeteryaya çok yakışıklı bir çocuk girmişti.
Kate arkasını dönerken, “Aman,” dedi. “Bu Elijah. Son sınıfa gidiyor, okula bir ay önce başladı. Madison’ın onun hakkında konuştuğunu duydum.”
Nicole sesinde en ufak bir sertlik olmadan, “Bu yakışıklı okulda bir aydır dolaşıyor ve ben onu daha ancak şimdi mi görüyorum?” dedi. Çarpılmış gibiydi, gözlerini ondan alamıyordu.
Dinah da ondan hoşlanmış gibiydi.
“Kesinlikle. Aynı Titanik’teki Leonardo Di Caprio gibi.”
Nicole, “Ama düşünceli,” diye mırıldandı. “Karanlık ve düşünceli.”
Kate bir daha baktı. Elijah gerçekten de çok çekiciydi. Ama Madison’ın annesine anlattıklarından duyduğu kadarıyla, Elijah yalnızdı. Hiçbir zaman birisiyle dolaştığı görülmemişti. Bir ay önce okula geldiğinde Madison onu kendi arkadaş grubuna katmaya çalışmıştı, ama o isteksiz davranmıştı; Madison bunu bir küçümseme olarak algılamıştı. Bundan sonra da onun bir kaçık olduğuna ve ilgi gösterilmeyi hak etmediğine karar vermişti.
Gerçekten de eşine az rastlanan biri gibiydi. Aslında bu büyük ihtimalle Kate’in onu bir kafeterya gibi kalabalık bir yerde ilk görüşüydü. San Marcos büyük bir okuldu ama Elijah gibi birisi öyle kalabalık içerisinde kolay kolay kaybolup gitmezdi. Onu neden daha sık görmemiş olduğunu merak etti.
Nicole, “Okul balosu hakkında konuştuklarımızı hatırlıyor musun?” dedi. “Hepsini unutun. Eğer baloya onunla gidersem üçünüzü de ekerim!”
Herkes gülmeye başladı. Kate dışında. Kate Elijah’a bakıyor, insan kalabalığı içinde nasıl davrandığını izliyordu. Uçacak gibi hafif görünüyordu ve sanki yürümüyor da kayıp gidiyordu. Çok zarif bir hareket tarzı vardı, her bir adımı dans eder gibi atıyordu. Çok büyüleyiciydi.
Daha sonra birilerinin ona baktığını fark etmiş gibi kafasını çevirdi. Kalabalık kafeteryanın ta diğer ucundan gözleri kesişti. O an Kate’in üzerinden daha önce hiç yaşamadığı bir heyecan dalgası geçti. Sanki elektrik çarpmıştı, vücudundaki her bir sinir ucu alev alev yanıyordu.
Daha genç birkaç çocuk Kate’in masasını önünden geçti ve görüş açısını kapattı.
Onlar geçene kadar Elijah çoktan gitmişti.
Kafasını çevirdi ve daha önce yürümekte olduğu yöndeki kapıdan çıkarken onu görmeye çalıştı ama göremedi. Kaybolmuştu.
Kate gülüşen arkadaşlarına, “Kızlar,” dedi, “siz de bunu gördünüz mü?”
Hepsi kafaları karışık bir şekilde ona baktı.
“Neyi?”
“Elijah. Bir saniye önce oradaydı ve birdenbire kaybolup gitti.”
Birkaç saniye önce olduğu yere bakıyordu. Kafeteryadan böylesine hızlı bir şekilde çıkıp gitmesi olanaksızdı.
Nicole, “Elijah,” diye güldü, iki eliyle rol yapar gibi kalbini tuttu. Daha sonra alaycı bir saldırganlıkla Kate’e baktı. “Onun için seninle savaşacağım. Yumruklar, saç çekmeler, tırnakla kazımalar, elimde neyim var, neyim yoksa hepsiyle savaşacağım.”
Kızlar yeniden gülmeye başladılar, ama Kate onlara katılmadı. Bakışları Elijah’ın kısa bir süre önce durduğu yere takılıp kalmıştı. Serseme dönmüştü.
Az önce şahit olduğu şey tam olarak neydi?
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
Kate yanında diğer kızlarla birlikte kalabalık koridorlara geri döndü, kendi dünyasına gömülmüştü. Hala sersem gibiydi. Diğer kızlar neden bu kadar etkilendiğini hala anlamış değillerdi ve Elijah’ın gözlerinin önünde kelimenin gerçek anlamıyla ortadan kaybolup gittiğini her ileri sürdüğünde, bunu bir şekilde açıklamaya çalışıyorlardı. Bunu onlara anlatmaya çalışmaktan yorulmuş ve öğle yemeğini asık suratla terk etmek zorunda kalmıştı.
Okul bitene kadar Kate’in midesi kazınmaya başlamıştı. Tüm yediği sadece yoğurt ve salatadan ve ayrıca Dinah’ın ona verdiği kutudaki çikolatalardan ibaretti. Duygusal geçen sabahtan sonra buraya kızgın ve hızlı bir bisiklet yolculuğuyla gelmiş ve Elijah’ın ortadan kaybolmasının garipliği de buna eklenince bütün bunlar onu zayıf düşürmüş ve sersemletmişti.
Bisikletinin kilidini açtı ve eve doğru sürmeye başladı, acele etmemeye çalışıyordu; düşmek istemiyordu. Kitapları ve arkadaşlarının hediyeleriyle dolu çantası ağırdı ve bisiklet sürmeyi daha da yorucu hale getiriyordu.
Akşam saat üçte güneş o kadar da yakıcı değildi ve okyanustan serinletici bir esinti geliyordu. Kate uzaktan Rattlesnake Kanyon Parkını görebiliyordu. Burası en sevdiği yerlerden birisiydi. Doğayı, doğanın sessizliğini ve güzelliğini seviyordu. Hafta sonları oraya gidip hayatı hakkında düşünmeyi seviyordu. Burası ona dünyanın çok büyük olduğunu ve evde ki yaşamının dünyada deneyimleyebileceği şeylerin sadece ufak bir tanesi olduğunu hatırlatıyordu.
Ama dünyayı hiç tam anlamıyla görebilecek miydi? Üniversiteye gitmeden istediği hayatı nasıl yaşayabilirdi ki? Bir yıl daha Kaliforniya’da takılıp kalmak ve annesinin yaptığı gibi, onun yanında, gölgesi gibi zenginlerin evlerini temizlemek düşüncesine katlanamıyordu. Bu adil değildi! Madison’ın okul giderleri için neden para kazanmak zorundaydı? Madison Kate’in yarısı kadar bile çalışkan değildi ve üniversiteye sadece erkeklerle tanışmak için gitmek istiyordu.
Daha sonra Kate kazanacağı paranın bir kısmını bir kenara koyup Doğu Yakasına giden bir uçağa bilet almaya ve bir gün ortalıktan kaybolup gitmeye karar verdi. Bu çok dramatik bir çözümdü, ama başka bir seçeneği var mıydı ki?
Kate kendi düşünceleri içinde o kadar kaybolmuştu ki, önündeki bir kalabalığı neredeyse onlara çarpana kadar fark etmemişti. Bunlar okuldaki son sınıflardı, bağıra çağıra kaldırımda ve yolda bir şeyler yapıyorlardı. Kate onların etrafından dolaşmak üzereydi ki, çocukların arasında birisinin bulunduğunu fark etti. Herkesin sırayla vurup ittirdiği bir çocuk aralarında bir voleybol topu gibi gidip geliyordu. Kate bu çocuğun koyu renk saçlarını ve narin yüz hatlarını tanıdı. Bu Elijah idi.
Kate, “Hey!” diye bağırdı ve frenlere basarak grubun yanında durdu. “Onu bırakın!”
Çocuklardan birisi döndü, kaşlarını çatarak ona baktı. “Git buradan küçük kız,” dedi zalim bir şekilde. “Erkek arkadaşının bir kız tarafından kurtarılmak istediğini sanmıyorum.”
İşte ancak o zaman Kate Elijah’a tam olarak bakabildi. Mahvolmuştu. Tişörtünün omzu yırtılmıştı. Ama çocuklar Kate’i görmezden gelip onu yeniden itip kakmaya başladıklarında kendisini savunmaya çalışmadı bile.
“Elijah!” diye bağırdı. “Onlara karşı koysana!”
İşte o zaman ona baktı, sanki onu ilk defa görüyor gibiydi, ama yürümeye devam etti. Kate bunu bir türlü anlayamadı.
Ama Kate, kızların erkekleri savunamayacağına dair saçma bir inanç yüzünden Elijah’ı bu halde bırakmayacaktı. Bisikleti vardı ve bu sayede onlardan daha hızlıydı ve bisikletini vurup kaçmak için bir silah olarak kullanabilirdi.
Ağır ve içindeki kitaplardan dolayı yumru yumru olmuş sırt çantasını eline aldı. Çantasını salladı ve çocuklardan birisinin sırtına indirdi.
Çocuk ileri doğru tökezlerken, “Hey!” diye bağırdı. “Git işine, kaçık.”
Kate’ten çok korkmuşa benzemiyordu, ama Kate çocuğun arkadaşlarına rezil olmamak için böyle görünmeye çalıştığını umuyordu.
Belki de son sınıfa giden çocukların arasında silah olarak sadece çanta ve bisikletle dalmak aptalcaydı, ama bilmediği bir tür güç Kate’in kontrolünü ele almıştı, tıpkı yuvasını korumaya çalışan bir kaz gibiydi. Elijah’ı ona kötü muamele yapanlardan koruyordu, tıpkı Madison’ın kendisini ona kötü muamele yapan annesinden korumasını istediği gibi.
Kate Aynı yoldan geri döndü ve bisikleti mümkün olduğunca hızlı sürerek onları dört bir yana dağıttı.
Yoldan çekilen çocuklardan biri, diğerine, “bu manyak da kim?” diyordu.
Kate’in çantasını savuruşuna gülen diğer çocuk, “Bu Marion’ın kız kardeşi değil mi?” diye cevap verdi.
İlki, “çok çirkin,” dedi. “Ama Madison çok güzel. Evlat edinilmiş olmalı, değil mi?”
Bu kaba yorumlardan daha da öfkelenen Kate yeniden saldırdı. Çantasıyla bir çocuğa daha vurdu ve bu sefer öyle sert vurmuştu ki, çocuk bir diğerinin üstüne düştü. İkisi birden yeri boyladı.
Çocuklar daha fazla rezil olmamak için dağıldılar, üzerlerine dadanan eşek arısından korkup dondurmalarını bırakıp giden küçük çocuklar gibiydiler. Kate’in başlarına Elijah’a değmeyecek kadar çok bela açabileceğini fark etmişlerdi.
Kate heyecan ve yorgunluktan nefes nefese kalmıştı, ama zafer kazanmış olmanın verdiği bir heyecan da yok değildi. Yolda boş boş dolaşarak uzaklaşan çocuklara öfkeyle baktı, daha sonra Elijah’a bakmak için döndü.
Ama Elijah gitmişti.
Kate, “Hey!” diye bağırdı. İnsan en azından gitmeden bir teşekkür ederdi.
Kafasını dört bir yana çevirerek nereye gittiğini görmeye çalıştı. Ama baktıkça, Elijah’ın bu kadar kısa bir süre içerisinde görüşünden hemen çıkabilmesinin olanaksız olduğunu anladı. Yolun bu tarafında girebileceği herhangi bir ev veya dükkân yoktu; bir tarafta kayalık sırt, diğer taraftaysa aşağıdaki sokağın evlerinin çatılarına inen küçük bir uçurum vardı. Nereye gitmiş olabilirdi?
Patlak güneşe karşı gözlerini kısarak etrafına baktı, ama hiçbir yerde onu göremedi. Daha sonra tepenin en altında bir siluet gördü, Elijah’ın o zarif, belirgin yürüme şeklini tanıdı. Bu kadar kısa sürede o kadar uzağa nasıl gidebildiği hakkında hiçbir fikri yoktu. Adrenalininle birlikte zaman konusunda yanılmış olabileceğini düşündü, ama içinde rahatsız bir duygu filizleniyordu. Tıpkı kafeteryadaki gibi olmuştu. Elijah’ın çok kısa sürelerde akıl almaz mesafeler kat edebildiğinden artık emindi.
Kate onun peşinde düşmesine neyin neden olduğunu bilmiyordu. Bu belki de on yedi yaşına girmek ve insanların yaptıkları haksızlıkları sineye çekememekle ilgiliydi, ama en azından onu kurtardığı için bir teşekkürü hak ettiğini düşünüyordu. Çocuklara vururken Dinah’ın hediye ettiği çikolata kutusunu ezmişti. Çantasının içi çikolataların arasındaki yapış yapış pembe dolguyla dolmuştu. Ayrıca çantasındaki Romeo ve Juliet kitabının kapağında da koca bir kat izi oluşmuştu.
Bisikletini Elijah’a doğru sürmeye başladı. Önünde çok uzun bir yol vardı ve zaman zaman yokuş aşağı gidiyordu. Kate’in tek yapması gereken öne doğru eğilmek ve yer çekiminden yararlanarak tepeden aşağı inmekti. Normalde çok yavaş, dikkatli bir bisikletçiydi ve genelde heyecan peşinde koşmazdı; ancak tepeden aşağı inerken rüzgârın saçlarını okşaması hoşuna gitmişti.
Elijah’ın duyabileceğini düşündüğü bir mesafeye geldiğinde, “Hey!” diye bağırdı.
Döndü ve şaşkın bir yüz ifadesiyle ona baktı. Bir kez daha gözleri karşılaştı ve Kate’in içine çok garip bir duygu doğdu. Elijah’ın gözlerinde bir yoğunluk vardı, gözlerinin ardında lanetli bir ifade bulunuyor gibiydi. Gözler gerçekten ruhun aynasıysa, Elijah’ın ruhu zamanından çok önce yaşlanmıştı.
Vücudunu baştan aşağı sarak duygulardan afallamış olan Kate frenleri sıktı. Ama normalde hızlı gidiyordu, bisikleti eskiydi ve frenleri de biraz eskimişti; bu yüzden istediği kadar hızlı bir şekilde duramadı. Yolun sonuna doğru çılgınca bir hızla gidiyor, neredeyse uçuyordu. Dehşet içinde yolun sonunda otoyol olduğunu fark etti.
Zamanında duramayacağını anlayınca Kate’in kalbi yerinden fırlayacakmış gibi atmaya başladı. Doğrudan yola doğru gidiyordu.
Kaçınılmaz, durdurulması zor bir şekilde ölüme doğru gittiğine kanaat getirdiğinde zaman ona daha da acı verecek bir şekilde yavaşlamıştı. Bisikleti “Dur” işaret geçti, hiçbir işe yaramayan frenleri cayırdıyor ve etrafına yanmış lastik kokusu salıyordu. Daha sonra yolun beyaz işaretlerinin – ve yoldaki trafiğin ortasına dalıverdi.
Kate bir karavanın ona doğru geldiğini gördü. İrkilen şoförün gözlerini gördü – ve daha sonra çarpma anını hissetti.
Kate karavana çarpmıştı. Hiçbir acı hissetmemişti, ancak çıkan kulakları sağır edercesine yüksek sesten bir şeylerin kırıldığını anladı. Büyük ihtimalle her şey kırılmıştı.
Ön cama çarpıp yeniden geri gelirken arabanın kornası acı acı çalmaya başlamıştı. Bisikleti havada uçmuş ve daha sonra yere düşmüştü. Kate karavanın ön tarafından yere yuvarlanmış ve kafa üstü düşmüştü.
Kate dönüp duran siyah yıldızlar görüyordu. Bisikleti yanına düşmüş, sert asfalt yolda paramparça olmuştu. Kate bir uyuşma hissetti ve daha sonra burnuna kan kokusu geldi.
Ama acı hissetmedi. Çok kötü bir durumda olduğunu biliyordu. Hareket edemeyecek kadar kötüydü. Ama hiçbir şey hissetmiyordu.
Kate’in kafası yanına düştü ve bakışları uzakta parıl parıl parlayan okyanusu buldu. Sanki uzun bir tünelin sonundaymış gibi, Kate fren yapan araçların, açılıp kapanan kapıların ve bağıran insanların seslerini duyuyordu. Benzin, lastik ve metal kokusu alıyordu ve bir şeyler yanıyordu.