İstenen - Морган Райс 2 стр.


Birden döndü ve nedense Caleb’i orada, yanında göreceğini zannetti. Bilemediği bir nedenden dolayı daha önce burada, bu düzlükte Caleb ile birlikte olduklarını hissediyordu. Bunlar hiç mantıklı gelmiyordu. Aklını mı kaybediyordu?

Bundan pek emin değildi.

İKİNCİ BÖLÜM

Scarlet çıldırmış gibi ağlayarak hızla odasına girdi ve arkasından kapıyı çarparak kapattı. Nehirden eve kadar tüm yolu koşarak gelmiş ve sürekli ağlamıştı. Kendisine ne olduğunu anlamıyordu.  Blake’in boğazında atan damarı gördüğü, o duyguyu, o isteği, onu ısırma isteğini hissettiği o an sürekli aklına gelip duruyordu. Beslenmeyi istediği anı.

Ona neler oluyordu? Bir delinin teki miydi? Neden böyle hissetmişti? Ve neden o anda olmuştu? Tam da ilk kez öpüşürlerken?

Şimdi oradan uzaklaşmışken Scarlet için vücudunun o zaman nasıl hissettiğini hatırlamak zordu – ve her geçen saniye yaşadıkları ona daha da uzak geliyordu. Vücudu şimdi normaldi. Yaşadığı geçici bir şey miydi? Ona garip, tek seferlik ve bir daha da geri dönmeyecek bir his mi hâkim olmuştu?

Umutsuzca buna inanmak istiyordu. Ancak diğer tarafı, içten içe durumun bundan ibaret olmadığına inanıyordu. Bu duygu çok kuvvetliydi, kolay kolay unutamayacağı bir şeydi bu. Eğer bu duyguya teslim olsaydı ve orada bir saniye daha kalmış olsaydı, Blake şimdi ölmüş olabilirdi.

Scarlet bir önceki günü de düşünmekten kendini alamadı. Eve geldiğinde hastaydı. Evden koşarak çıkmıştı. Ne yaptığını, nerede olduğunu unutmuştu. Hastanede uyanmıştı. Annesi çok kaygılanmış, adeta çıldırmıştı…

Şimdi her şey aklına gelmeye başlamıştı. Annesi başka testler yaptırmak için onun başka doktorlara görünmesini istemişti. Daha sonra da bir papazla görüşmesini. Annesi bir şeyden mi şüpheleniyordu? Bunu mu ima ediyordu? Onun bir vampire dönüştüğünden mi şüpheleniyordu?

Odasında, en sevdiği koltukta kıvrılıp oturmuş Scarlet’in kalbi son hızla çarpıyordu. Ruth kafasını kucağına koymuştu ve Scarlet elini uzatıp onu hafifçe dokundu. Bunu yaparken gözleri yaşarmıştı. Yarı şoktaydı ve şaşkınlık içindeydi. Hasta olma fikri, kötü bir hastalığa yakalandığı – hatta belki daha da kötüsü – onu korkutuyordu. Derinlerde bir yerde bunun üzerine bu kadar kafa yormasının anlamsız olduğunu düşünüyordu. Ama yine de bunları merak etmeye cesaret edebiliyordu. Onun boğazını ısırmayı istemesi. İki kesici ön dişindeki hissettiği duygu. Beslenmek için can atması. Bu mümkün müydü?

Bir vampir miydi?

Vampirler gerçekten var mıydı?

Uzandı, dizüstü bilgisayarını açtı ve internetten arama yaptı. Bunu öğrenmeliydi.

Wikipedia’dan “vampir” sayfasını açtı ve okumaya başladı:


“Vampirlik fikri binlerce yıldır sürmektedir; Mezopotamyalılar, İbraniler, Eski Yunanlılar ve Romalılar şimdiki modern vampirlerin ataları olduğu düşünülen şeytanlar ve ruhlarla ilgili birçok öykülere sahiptir. Ancak, bu eski medeniyetlerde vampir benzeri yaratıklar bulunsa da, halk kültüründe bugün vampir olarak bildiğimiz şey 18. yüzyılda güneydoğu Avrupa’da, bölgedeki birçok etnik topluluğun sözlü gelenekleri kaydedilip yayınlandığında ortaya çıkmıştır. Çoğu durumda vampirler kötü kişilerin, intihar edenlerin veya cadıların hayaletleridir ancak aynı zamanda kötü bir ruhun bir cesedi ele geçirmesi veya birinin vampir tarafından ısırılmasıyla da oluşabilirler.”


Scarlet dizüstü bilgisayarını hemen kapattı ve uzağa koydu. Bütün bunlar katlanamayacağı kadar fazlaydı.

Kafasını salladı ve bunu psikolojik olarak kafasından atmaya çalıştı. Kesinlikle onda bir sorun vardı. Ama bu sorun neydi? Bu onu çok korkutuyordu.

Bütün bunları daha da kötü hale getiren şey ise Blake için beslediği duygular ve aralarında yaşadıkları hakkındaki düşünceleriydi. Ondan bu şekilde kaçtığına inanamıyordu, özellikle böyle bir anda. Harika zaman geçiriyorlardı, tam rüyalarındaki bir buluşmaydı. Ve işte şimdi bu durumdaydı. Tam da sonunda ilişkileri yoluna girmişken. Bu hiç adil değildi.

Onun kendi hakkında ne düşündüğü hakkında fikir bile yürütemiyordu. Onun deli, tam bir psikopat olduğunu düşünmüş olmalıydı; o şekilde atlaması, tam öpüşürlerken, ormandan koşarak kaçması. Aklını tamamen kaçırdığını düşünmüş olmalıydı. Onun kendisini bir daha görmek istemeyeceğine emindi. Büyük ihtimalle Vivian’a geri dönecekti.

Çaresiz bir şekilde kendini anlatmak istedi. Ama bunu nasıl yapabilirdi? Ne söyleyebilirdi? İçinde birden boğazını ısırma isteği uyandığını mı? Ondan beslenmek istediğini mi? Kanını içmek istediğini mi? Onu korumak için ondan koşarak uzaklaştığını mı?

Tabii, bunları duymak onu kesin rahatlatır, diye düşündü.

Her şeyi yoluna koymak istiyordu. Onu yeniden görmeyi arzuluyordu. Ama nasıl bir açıklama yapması gerektiğini bilemiyordu. Sadece bununla kalsa iyiydi, ama onun yanında olmaktan da korkuyordu; artık kendisine güvenemiyordu. O istek yeniden gelirse ne yapabilirdi? Ya gelecek sefer ona zarar verirse?

Bunu düşününce gözyaşlarına boğuldu. Artık erkeklerin arasına giremeyecek miydi?

Hayır. Bunu denemeliydi. Her şeyi yoluna koymayı en azından denemeliydi. Bir şekilde kendini anlatabilmeliydi. Tabii eğer başka bir nedenden dolayı ondan nefret etmiyorsa. Kendisini bir daha görmek istemiyor olsa bile, her şeyi böyle bırakamazdı. Ve derinlerde bir yerde, bir tarafı bunu tek seferlik bir şey, bir delilik patlaması olduğunu ummaya ve bunu aşıp beraber olabileceklerini ummaya cesaret edebiliyordu. Sonuçta, bunun üstesinden gelebilirlerse, başka her şeyin üstesinden gelebilirlerdi.

Scarlet kendisini biraz daha iyi hissetmeye başlamıştı. Gözyaşlarını sildi, bir mendil aldı, burnunu sildi ve cep telefonunu çıkardı. Blake’in numarasını buldu ve ona mesaj yazmaya koyuldu.

Birden durdu. Ona ne söylemeliydi?

Bugün olanlardan dolayı çok üzgünüm.

Bunu sildi. Bu çok alışılmış bir şeydi.

Bugün bana ne olduğunu ben de anlayamadım.

Bunu da sildi. Tam olarak doğru değildi. Bir dengeye ihtiyacı vardı, özrün ve yine de her şeyin geri dönülemez bir şekilde değişmediği yönünde umudun bir karışımına. Ayrıca o ana kadar ne kadar harika zaman geçirdiğini de belirtmeliydi.

Gözlerini kapattı ve iç geçirdi, düşünüyordu. Haydi, haydi, diye kendi kendini yüreklendirdi.

Yazmaya başladı.

Seninle bugün harika vakit geçirdim. Günün bu şekilde bitmesine çok üzüldüm. Bu şekilde gitmemin bir nedeni vardı, ama bunu sana açıklayamam. Bunu anlamanın zor olduğunu biliyorum, ama umarım anlarsın. Sadece harika zaman geçirdiğimi ve çok üzgün olduğumu bilmeni isterim. Ve umarım birbirimizi yeniden görürüz.

Scarlet yazdıklarına uzunca bir süre baktı, daha sonra gönderdi.

Mesajın gidişini izledi.

Yazdıkları mükemmel değildi. Daha şimdiden bunu milyonlarca farklı şekilde yeniden yazabileceğini düşünüyordu. Ve bir tarafı bunu gönderdiğine şimdiden pişman olmuştu. Belki de çok umutsuz görünüyordu. Belki de çok esrarlıydı.

Her neyse. Sonuçta gönderilmişti. En azından şimdi ondan hoşlandığını ve onu bir daha görmek istediğini biliyordu.

Blake’in cep telefonunu her zaman yanında taşıdığını biliyordu. Bu mesajı hemen alacağını biliyordu. Mesajlarına saniyeler içinde cevap verdiğini de.

Telefonuna gelecek mesajı beklerken heyecandan titredi.

Telefonunu kucağına koydu ve gözlerini kapadı, yavaş yavaş nefes alarak titreşimi bekledi. Titreşmesini umuyordu.

Haydi, diye geçirdi içinden. Bir cevap yaz.

Orada oturdu ve ona sonsuz gibi gelen bir süre boyunca bekledi. Telefonun mesajlarını yenileyip duruyordu. Birkaç dakika sonra kilitlenmiş olma ihtimaline karşı telefonu açıp kapadı. Daha sonra saate bakıp zamanın geçişini izledi. İki dakika geçti.

Daha sonra beş.

Daha sonra on.

Telefonu çarparcasına masaya koydu ve gözyaşlarının bir kez daha gözlerine akın ettiğini hissetti. Ona cevap yazmayacağı açıkça görülüyordu. Onu nasıl suçlayabilirdi ki? Onun yerinde olsaydı o da cevap yazmazdı.

Hepsi bu kadardı. Her şey bitmişti.

Daha sonra, aniden telefon titreşti.

Uzanıp telefonu eline aldı.

Ama mesajı gönderenin Blake olmadığını görünce umutsuzluğa kapıldı. Bu Maria’ydı.

Dersi böyle astığına inanamıyorum. Peki… Blake ile randevun nasıl geçti?

Scarlet derin bir nefes aldı. Nasıl yanıt vereceği hakkında hiçbir fikri yoktu.

Merak etme. Bir daha asmayacağım. Aramızdaki her şey bitti.

Gerçekten mi? Aman tanrım. Neden? Vivian yüzünden mi?

Hayır. Onun yüzünden değil. Sadece…

Scarlet durdu, ne yazacağını bilemedi.

…yürütemedik.

Scarlet derin bir nefes aldı. Konuyu değiştirmeyi gerçekten çok istiyordu.

Söyleyecek pek bir şey yok. Senden naber?

Aman tanrım, bu yeni çocuğu düşünmeden edemiyorum. Sage. Onun hakkında yeni bir şeyler öğrendim.

Scarlet çok yorulmuştu ve bu mesaj trafiğine devam etmeyi gerçekten istemiyordu. Yeni çocuk veya başka herhangi birisi hakkında başka dedikodu veya olumsuz şey duymak istemiyordu. Sadece dünyadan kaybolup gitmek istiyordu.

Ama Maria onun en iyi arkadaşıydı, bundan dolayı onun gönlünü hoş tutmalıydı.

Ne gibi?

Bir kız kardeşi var ve de bir kuzeni. Ama bunlar bizim okula gelmiyorlar. O son sınıfta. Bir özel okuldan bizim okula gelmiş. Duyduğuma göre zenginmiş. Hem de süper zengin.

Scarlet umursamadı. Buna son vermek istiyordu.

Neyse ki bir şeyler yazmadan başka bir mesaj geldi – bu seferki Jasmin’dendi.

Aman tanrım, Facebook duvarına neler oluyor?

Scarlet bunu okuyunca şaşırdı.

Ne demek istiyorsun?

Cevap verene kadar dizüstü bilgisayarını aldı, açtı ve Facebook duvarına baktı.

Kalbi yerinden çıkacak gibi oldu. Vivian duvarına bir şeyler yazmıştı:

İyi bir denemeydi, ama Blake’i çalamadın. İşe yaramadı. Seni terk ettikten sonra aramıza geri döndü. Seni terk edeceğini biliyordum. Ama bu kadar erken olması sürpriz oldu.

Scarlet derin derin soludu, kafası karmakarışık olmuştu. Bu paylaşıma birçok arkadaşı yorum yapmıştı ve bu mesajın birçok kişinin duvarında paylaşıldığını gördü. Ayrıca Vivian’ın bunu Twitter’da da paylaştığını ve mesajın Vivian’ın tüm arkadaşları tarafından retweet edildiğini gördü.

Scarlet şaşkınlıktan donakaldı. Daha önce hiç bu kadar utanmamıştı. Mesajı duvarından sildi, Vivian’ı engelledi ve daha sonra sayfa ayarlarını duvarında sadece arkadaşlarının paylaşım yapabileceği şekilde değiştirdi. Ama bu buz dağının sadece görünen kısmıydı – görünüşe bakılırsa zaten olan olmuştu. Şimdi bütün okul onun başkalarının erkek arkadaşlarını çalmaya çalıştığını düşünüyordu. Ve terk edildiğini.

Yüzü kıpkırmızı oldu. Çok kızgındı, içinden gidip Vivian’ı boğmak geliyordu. Ne yapacağını bilemiyordu.

Dizüstü bilgisayarını çarparak kapadı ve odasından hızla çıktı. Nereye gideceğini ve ne yapacağını bilemeden merdivenleri koşarak indi. Tek bildiği biraz temiz havaya ihtiyacı olduğuydu.

“Hadi Ruth”, dedi.

Ruth’un tasmasının kayışını aldı ve Ruth heyecanla zıpladı, onu kapıya kadar takip etti ve verandanın merdivenlerinden aşağı indi.

Scarlet ayaklarına bakarak merdivenleri indi ve ancak kaldırıma geldiğinde kafasını kaldırdı ve onu gördü, orada ayakta duruyordu.

Donakaldı.

Orada duruyordu ve sanki onu beklermiş gibi gözlerini ona dikmişti.

Bu yeni çocuktu.

Sage.

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

Scarlet evlerine giden patikada durdu, bakakaldı. Gözlerine inanamıyordu. Orada, kaldırımda, sadece birkaç metre ötede, anlamlı gri gözleriyle ona bakan kişi yeni çocuktu. Sage.

Burada, onun evinin önünde ne yapıyordu? Ne zamandır burada duruyordu? Onun evini mi gözetliyordu? Evlerine giden patikaya doğru mu geliyordu? Yoksa sadece oralardan mı geçiyordu?

Ama oradan geçip nereye gidecekti ki? Scarlet şehir dışında sakin bir sokakta yaşıyordu ve buralarda çok az kişi dolaşırdı. Ama yine de, şehre oldukça yakın sayılırlardı ve Sage’in de buradan geçip bir yere gidiyor olması inandırıcıydı. Ama yine de pek ihtimal dâhilinde değildi.

Sage’in orada durduğu, onun evini gözetlediği veya eve doğru geldiği düşüncesi Scarlet’i çıldırttı. Öte yandan, onu görünce heyecanlanmaktan kendini alamamıştı. Heyecanlanmak doğru sözcük değildi. Daha çok… büyülenmişti. Gözlerini onun üzerinden alamıyordu. Pürüzsüz cildi, güçlü çenesi, gururlu yanakları ve burnu, gri gözleri, uzun kirpikleri – daha önce uzaktan yakından ona benzer kimseyle tanışmamıştı. Çok soyluydu, çok gururluydu. Buralara ait değilmiş, sanki On Altıncı Yüzyıldaki bir saraydan çıkıp gelmiş gibiydi.

Aynı zamanda ona baktığında midesinde sanki kelebeklerin uçuşmaya başladığını fark etmekten kendisini alamadı. Ve bu pek de yaşamak istediği bir duygu değildi. Sonuçta Maria, en iyi arkadaşı, bu yeni çocuğa kafayı taktığını açıkça belirtmişti. Scarlet’in bu çocuğu onun elinden alması ne kadar doğru olurdu! Maria onu asla affetmezdi. Ve o da kendisini affetmezdi. Bunun yanında, o Blake ile birlikteydi. Gerçekten de onunla birlikte miydi?

Vivian’ın Blake’i terk etmesi ile ilgili mesajını hatırladı. Blake gerçekten bunu ona anlatmış mıydı? Yoksa bunu Vivian mı uydurmuştu? Hangisi doğru olursa olsun, Blake’in hayatından sonsuza kadar çıkmış olduğundan oldukça emindi.

Ne dediğini bilmeden “Şey…merhaba,” dedi. Sonuçta tanışmamışlardı.

“Seni korkutmak istememiştim,” diye cevap verdi.

Sesini sevmişti. Yumuşak, kibar, ama aynı zamanda güçlüydü. Tatlı dilliydi, ama ses tonunda otoriter bir şeyler vardı. Bu sesi sonuna kadar dinleyebilirdi.

“Ben Sage,” dedi ve elini uzattı.

“Biliyorum,” dedi ve elini uzatarak onun elini tuttu.

Tenine dokunmak heyecanlandırıcıydı. Çocuğun sıcacık elleriyle kendisinin buz gibi ellerini tutması vücuduna baştan aşağı bir heyecan dalgası dolaşmasına neden oldu.

“Burası küçük bir kasaba,” diye ekleyerek sözlerini açıklamaya çalıştı, ama utandı. Bu çok aptalcaydı, adını bildiğini itiraf etmemeliydi. Bu onu çok umutsuz göstermişti.

Ama bir dakika, diye düşündü. Neden böyle düşünüyordu ki? Sonuçta o Maria’nındı. Değil mi?

“Elin çok soğuk,” dedi avucuna bakarken.

Scarlet yarı bilinçli bir şekilde elini çekti.

“Üzgünüm,” dedi omuzlarını silkerek.

“Bana henüz adını söylemedin,” dedi.

“Ah, üzgünüm, ben bildiğini sanıyordum,” dedi ve ekledi, “ünlü veya popüler olduğumdan değil. Sadece… burası küçük bir kasaba, bilirsin.”

Daha şimdiden bocalamaya başlamıştı, her bir cümleyle her şeyi daha da kötü hale getiriyordu. Erkeklerin önünde gergin olduğunda her zaman böyle olurdu.

“Her neyse, adım Scarlet. Scarlet Paine.”

Gülümsedi.

“Scarlet,” diye tekrar etti.

Kendi adını onun sesinden duymak çok hoşuna gitti.

“Birçok şeyin rengi. Şarap veya kan veya gül. Tabii ki sonuncusunu tercih ederim,” diye gülümseyerek ekledi.

Scarlet gülümseyerek karşılık verdi. Kim böyle konuşuyordu? diye merak etti. Sanki başka bir zamandan, başka bir yerden gelmiş gibiydi. Onun hakkında daha fazla şey öğrenmek için sabırsızlanıyordu.

“Burada ne yapıyorsun?” diye sordu ve daha sonra bu soruyu çok sert bir şekilde sorduğunun farkına vardı. “Kabalık etmem istemiyorum, yanlış anlama. Ama yani evimin önünde ne yapıyordun?”

Назад Дальше