İstenen - Морган Райс 5 стр.


Scarlet sessizce “Lütfen Maria,” dedi. “Haydi, buradan gidelim.”

Bir an iki gruptaki kızlar da birbirlerine atılacak gibi oldular, bu hemen büyük bir savaşa dönüşebilirdi. Scarlet ne kadar öfkeli olsa da, gerçekten daha fazla tartışma ve kavga istemiyordu.

Arkadaşlarını dürttü ve yavaşça yürümeye devam ettiler, koridorun ucuna doğru ilerlediler. Scarlet Vivian’ın seviyesine düşmek istemiyordu.

İki grup birbirinden iyice ayrıldıktan sonra Scarlet birden bir şey hissetti. Bu daha önce bilmediği oldukça garip bir histi. Bir anda tüm duyuları alarma geçti: arkasından karanlık bir enerjinin yaklaştığını görmekten ziyade bunu hissetmişti. Bunun nasıl olduğunu kendisi de bilmiyordu. Daha sonra bu hissi daha da belirgin hale geldi: koridorda olan biten her şeyi en ince ayrıntısına kadar duyuyordu. Arkasından ona yaklaşan bir kızın ayak seslerini duydu.

Işık hızıyla reaksiyon gösteren Scarlet birden vücudunun kendi kendine arkaya döndüğünü hissetti, daha sonra eğilirken eli yukarı kalktı ve kendini kafasının arkasına doğru gelen bir başkasının elini yakalarken buldu.

Scarlet yukarı doğru baktı ve Vivian’ın bileğini yakaladığını görünce şaşkınlığa uğradı. Vivian’ın avucunda koca bir sakız topağı olduğunu ve yüzündeki şaşkın ifadeyi gördü. Daha sonra ne olduğunun farkına varabildi: Vivian gizlice arkasından ona yaklaşmıştı ve sakızı saçına yapıştırmak üzereydi. Nasıl olduysa Scarlet bunun farkına varmış ve sakızı yapıştırmasına birkaç santimetre kala son anda dönüp buna engel olmuştu.

Scarlet aynı şekilde dururken, Vivian’ın bileğini inanılmaz bir güçle büktüğünü fark etti; Vivian dizleri üzerine çöktü ve acı içinde bağırmaya başladı.

Koridordaki herkes durdu, etrafta büyük bir kalabalık toplandı.

Vivian “Canımı acıtıyorsun!” diye bağırdı. “Bırak beni!”

Hemen etraflarında toplanlar “DÖVÜŞ! DÖVÜŞ!” diye bağırmaya başlandı.

Scarlet içinde büyük bir öfkenin kabardığını hissetti, bu öfkeyi kontrol etmekte zorlanıyordu. Vücudundaki bir şey onu zarar görmekten koruyordu ve şimdi de o şey bu kızın bileğini kırarak öcünü almak istiyordu.

Maria “Neden bıraksın ki?” diye bağırdı. “Neredeyse saçına sakız yapıştıracaktın.”

Vivian “Lütfen,” diye inledi. “Üzgünüm!”

Scarlet kendisine neyin hâkim olduğunu anlayamıyordu ve bundan dolayı aklını kaçıracaktı. Bir şekilde, son anda kendisini durdurmayı başardı. Sonunda onu bıraktı.

Vivian’ın bileği yana düştü ve zorlukla ayağa kalkarak arkadaşlarının arasına koştu.

Scarlet kalbi çarparak döndü ve arkadaşlarıyla koridorda yürümeye devam etti. Yavaş yavaş koridorlar yeniden canlanmaya başladı, dağılırlarken herkes birbiriyle fısıldaşıyordu. Scarlet’in arkadaşları onun etrafını çevirdi.

Maria hayranlıkla “Aman tanrım, bunu nasıl yaptın?” diye sordu.

Jasmin “Bu inanılmaz bir şeydi!” dedi. “Onu yere serdin.”

Becca “Saçına neredeyse sakız yapıştıracak olmasına inanamıyorum,” dedi.

Maria “Hak ettiğini buldu,” dedi. “İyi iş, kızım. Bence artık sana bulaşmadan önce iki kere düşünecek.”

Ama Scarlet kendisini iyi hissetmiyordu. Kendisini bomboş ve tükenmiş hissediyordu. Ve ona olanlar hakkında daha da şaşkın bir haldeydi. Bir taraftan, doğal olarak onu zamanında yakalamış ve kendisini savunmuş olmaktan dolayı heyecanlıydı. Ama aynı zamanda nasıl olup da bu şekilde reaksiyon gösterebildiğini anlayamıyordu.

Gözleri daha da acıyordu ve baş ağrısı giderek daha da kötü bir hal alıyordu; kulağa ne kadar çılgınca gelirse gelsin, bir şekilde değişiklik geçirdiğini hissetmekten kendini alamıyordu. Ve bu onu hiç olmadığı kadar korkutuyordu.

Zil çaldı ve sınıfa doğru ilerlemeden önce Scarlet Blake’in orada durduğunu gördü. Birkaç arkadaşıyla beraberdi ve onlardan birisi dirseğiyle onu dürtünce dönüp Scarlet’e baktı. Bir an gözleri karşılaştı. Scarlet yüzündeki ifadenin en anlama geldiğini anlamaya çalıştı. Geri dönüp yanına gelmesini ve ona bir şans daha vermesini dünyada her şeyden daha çok istiyordu.

Ama bir anda dönüp arkadaşlarıyla birlikte ters yöne doğru yürüdü.

Scarlet kalbinin kırıldığını hissetti. Hepsi bu kadardı. Artık ona ilgi duymuyordu. Bu bir tarafa, onunla konuşmuyordu bile. Onu tanımıyordu. Bu canını her şeyden çok acıttı. Gerçekten bir şeyler paylaştıklarını düşünmüştü ve bütün bunların bu kadar hızlı bir şekilde sona erebileceğini, böyle basit bir şekilde ondan uzaklaşabileceğini düşünmemişti. Neden ona karşı en azından biraz daha anlayışlı olmamıştı? En azından kendisini açıklaması için neden ona bir şans vermemişti?

Daha günün ilk dersi bile başlamamışken Scarlet kendisini bir kum torbası gibi bitkin hissediyordu. Bu kadar kısa bir sürede bir sürü duyguyu bir arada yaşamıştı ve günün sonunu nasıl getirebileceğini gerçekten merak ediyordu.

Maria kolunu Scarlet’e dolayıp onu sınıfa doğru yönlendirirken “Haydi, ona ihtiyacın yok,” dedi. Scarlet sınıfın kapılarının ardında Sage’in bulunduğunu düşünerek yutkundu.

ALTINCI BÖLÜM

İlk derste Scarlet’in sınıfında otuza yakın öğrenci vardı ve herkes yer kapmak için birbiriyle mücadele ediyordu. Sınıfta arka arkaya on sıra bulunuyordu ve her sırada üç tane tekli masa bulunuyordu; odanın kenarında ise uzun ahşap masalar vardı ve arkalarında sıralar bulunuyordu. Gözlerini odada gezdirdi ve Sage’in orada olmadığını görünce rahatladı, en azından bugün uğraşması gereken şeylerden birisi aradan çıkmıştı.

Maria keyifsiz bir şekilde “O nerede?” diye sordu. “Kahretsin.”

Ders Scarlet’in en sevdiği ders olan İngilizceydi. Normalde özellikle de Bay Sparrow en sevdiği öğretmen olduğundan ve özellikle de bu sömestr Shakespeare’i ve en sevdiği oyun olan Romeo ve Juliet’i işlediklerinden burada olmaktan çok mutlu olurdu.

Ama Maria’nın hemen yanındaki yerine oturduğunda hüzünlendi. Çok cansızdı.        Shakespeare’e konsantre olamıyordu. Sınıf sessizleşti ve kitaplarını düşünmeden masanın üzerine çıkartarak ne olduğunu pek anlamadan sayfalara bakmaya başladı.

Bay Sparrow “Bugün küçük bir değişiklik yapacağız,” dedi.

Scarlet kafasını kaldırıp baktı, onun sesini duymaktan mutlu olmuştu. 30’larının sonlarında, iyi görünümlü, kirli sakallı, uzunca saçlı ve güçlü çeneli öğretmenleri, bu liseye ait değilmiş gibi görünüyordu. Diğer öğretmenlerden çok daha yakışıklı görünüyordu, en iyi günlerini henüz geride bırakmış bir aktöre benziyordu. Ayrıca çok mutluydu, hep gülümserdi ve ona – ve tüm öğrencilere karşı çok nazikti. Ona veya başka kimseye karşı hiçbir zaman kaba davranmamıştı ve herkese en iyi notları verirdi. Ayrıca en karmaşık metinleri bile kolayca anlaşılır hale getirirdi ve herkesin okuduklarından heyecanlanmasını sağlardı. Ayrıca hayatında karşılaştığı en zeki insanlardan birisiydi – dünya ve klasik edebiyat konusunda bir ansiklopedi kadar bilgiliydi.

“Shakespeare’in oyunlarını okumak bir şeydir,” diye başladı, yüzünde hınzır bir gülümseme vardı. “Onları oynamak başka,” diye ekledi. “Aslında birçok kişi onun oyunlarının yüksek sesle okunmadan ve hatta oynanmadan anlaşılamayacağını ileri sürmüştür.”

Bunun üzerine sınıfta bir mırıldanma başladı, herkes birbirine bir şeyler fısıldıyordu.

“Evet,” dedi. “Doğru tahmin ettiniz. Bugün ders anlatımından sonra gruplara ayrılacak ve her biriniz bir eş seçerek metni birbirinize yüksek sesle okuyacaksınız.”

Sınıfta heyecanlı fısıldaşmalar başladı ve enerji seviyesi oldukça arttı. Bu Scarlet’i dalgınlıktan kurtardı, en azından bir anlık hayatındaki tüm dertlerini unutmasını sağladı. Birisiyle eşleşmek ve oyunu okumak: bu çok eğlenceli olacaktı.

Bir anda kapı açıldı ve gelenin kim olduğunu görmek için sınıfın geri kalanıyla birlikte Scarlet de başını çevirip baktı.

Buna inanamıyordu. Orada, Sage elinde kitabıyla gururlu bir şekilde duruyordu, üzerinde üstüne tam oturan bir deri ceket, siyah deri ayakkabılar ve siyah deri kemerli markalı bir kot ve büyük gümüş kemer tokası bulunuyordu. Etekleri içeri sokulmamış siyah bir gömlek giyiyordu ve bunun üzerinden kolyesi görünüyordu – beyaz platine benzeyen kolyenin ortasında büyük bir taş bulunuyordu. Bu taş zümrütten ve safirden yapılmışa benziyordu ve ışıkta parlıyordu.

Bay Sparrow döndü ve şaşkınlıkla ona baktı.

“Adınız neydi?”

“Sage,” diye yanıt verdi ve ona bir kâğıt uzattı. “Geç kaldığım için özür dilerim. Burada yeniyim.”

Bay Sparrow “O halde hoş geldin,” diye yanıtladı. “Sınıf, lütfen Sage’e hoş geldin deyin ve kendisine arkada bir yer açın.”

Bay Sparrow tahtaya geri döndü.

“Romeo ve Juliet. İlk olarak, biraz bu oyunun arka planı hakkında konuşalım…”

Scarlet’in kafasında Bay Sparrow’un sesi silinmişti. Sage sıraların arasından yürüdükçe kalbi yerinden çıkacakmış gibi çarpıyordu. Bir anda sınıftaki tek boş yerin hemen arkasında olduğunu fark etti.

Olamaz, diye düşündü. Maria yanımdayken olamaz.

Sage sıraların arasından yürürken, onun dönüp gözlerini ona diktiğine yemin edebilirdi. Maria’yı düşünerek hemen uzaklara baktı ve kendisine neden böyle bakmış olduğunu anlamadı.

Onun arkasında yürüdüğünü görmekten çok hissetti, sandalyesini çektiğini duydu ve arkasına oturduğunu anladı. Ondan yayılan muazzam enerjiyi hissedebiliyordu.

Bir anda cebindeki telefonu titredi. Gizlice elini cebine atıp telefonunu ucundan çıkardı ve baktı. Tabii ki Maria’ydı.

Aman tanrım, ölmek üzereyim.

Scarlet telefonu cebine geri koydu ve mesajlaştıklarını belli etmemek için Maria’ya dönüp bakmadı. Daha sonra ellerini masaya koyarak Maria’nın mesaj yazmayı bırakmasını diledi. Şu anda gerçekten mesaj yazmak istemiyordu. Konsantre olmak istiyordu.

Telefonu yeniden titredi. Özellikle de Maria onun yanında otururken bunu görmezden gelemezdi, bu yüzden yeniden telefonunu çıkardı.

Orada kimse var mı? Ne yapmam lazım?

Scarlet bir kez daha telefonu cebine koydu. Kaba olmak istemiyordu, ama ne söyleyeceğini bilemiyordu ve şu anda gerçekten mesajlaşmak istemiyordu. Durum giderek daha kötü bir hal alıyordu ve özellikle de en sevdiği oyunu işlerlerken Bay Sparrow’un söylediklerine odaklanmak istiyordu.

Ama yine de Maria’yı tamamen görmezlikten gelemezdi. Hızlı bir şekilde elini cebine atıp tek parmağıyla mesaj yazdı.

Bilmiyorum.

Mesajı gönderdi, Maria’nın kendisini rahat bırakacağını umarak telefonu cebine ittirdi.

Bay Sparrow “Romeo ve Juliet,” diye başladı, “özgün bir öykü değildi. Shakespeare bunu eski bir masala dayanarak yazdı. Tıpkı Shakespeare’in diğer oyunlarında olduğu gibi bu oyun da kaynağını tarihten alıyor. Shakespeare eski öyküleri alıp kendi diline ve kendi zamanına uyarladı. Onun tüm zamanların en özgün yazarı olduğunu düşünürüz – ama aslında ona tüm zamanların en büyük yorumcusu demek daha doğru olur. Eğer bugün hayatta olsaydı ve yazmaya devam etseydi, kesinlikle En İyi Özgün Senaryo ödülünü alamazdı, ama En İyi Uyarlama Senaryo ödülünü kazanırdı. Öykülerinden hiçbirisi -bir tanesi bile- özgün değil. Tamamı daha önce yazılmış, hatta bazıları yüzyıllar içerisinde birçok defa yazılmış öyküler.

“Ama bu bir yazar olarak onun yeteneklerinden hiçbir şey eksiltmez. Sonuçta, her şey üsluba bağlı, değil mi? İki farklı şekilde anlatılan aynı hikâye bir seferinde çok sıkıcı, diğerinde ise çok sürükleyici olabilir değil mi? Shakespeare’in büyük yeteneği, bir başkasının hikâyesini alıp onu kendi sözcükleriyle, kendi zamanı için yeniden yazabilmesiydi. Evet,  bir oyun yazarıydı. Ama son tahlilde, her şeyden önce, bir şairdi.”

Bay Sparrow elindeki oyunu yukarı doğru kaldırırken durdu.

“Örneğin, Romeo ve Juliet Shakespeare elini atmadan önce de yüzlerce yıldır bilinen bir hikâyeydi. Bu hikâyenin orijinal kaynağını bilen var mı?”

Bay Sparrow gözlerini sınıfta gezdirdi, herkes sessizdi. Birkaç saniye bekledi, daha sonra konuşmak üzere ağzını açtı – ama daha sonra durdu ve Scarlet’e doğru baktı.

Öğretmenin ona baktığını sanan Scarlet’in kalbi gümbür gümbür çarpıyordu.

Bay Sparrow “Evet, yeni çocuk,” dedi. “Lütfen bizi aydınlat.”

Bütün sınıf Scarlet’e doğru dönüp Sage’e baktı. Öğretmeninin kendisine bakmadığının farkına varan Scarlet rahatladı.

O da hafifçe arkasına dönüp Sage’e bakmaktan kendini alamadı. Sage konuşurken öğretmene bakmak yerine, oldukça garip bir şekilde, Scarlet’e bakıyordu.

“Romeo ve Juliet, Arthur Brooke’un bir şiiri esas alınarak yazılmıştır. Romeus ve ve Juliet’in Trajik Hikâyesi.

“Harika!” diye yanıtladı Bay Sparrow, sesinden etkilendiği belli oluyordu. “Ve ekstra puan almak için, hangi yılda yazıldığını da söyleyebilir misin?”

Scarlet çok şaşırmıştı. Sage bunu nasıl biliyordu?

Sage hiç tereddüt etmeden “1562,” diye cevap verdi.

Öğretmen çok mutlu ve şaşırmış görünüyordu.

“İnanılmaz! Daha önce hiç bunu bilen bir öğrencim olmamıştı. Bravo, Sage. Böylesine büyük bir araştırmacı olduğuna göre, sana son bir sorum olacak. Daha önce buna doğru yanıt veren -meslektaşlarım da dâhil- kimseyi görmedim, bu yüzden bilemezsen kendini kötü hissetme. Bu soruyu doğru bilirsen, ilk sınavda sana otomatik olarak 100 vereceğim. Oyun ilk olarak nerede ve ne zaman oynanmıştır?”

Назад