Şimdi ve Sonsuza Dek - Софи Лав 4 стр.


Daniel güldü, bu sırada ellerini bir havluyla temizliyordu. “Mucizevi bir şekilde hemen ısınmayı bekleyemezsin ya. Gaz teslimatı için aramalısın. Benim tek yapabileceğim bu şeyi çalıştırmak.”

Emily hayal kırıklığı içinde iç geçirdi. Yani Daniel, olduğunu düşündüğü beyaz atlı prens değildi.

“Al,” dedi Daniel, kartvizitini uzatıyordu. “Burada Eric’in telefon numarası var. O senin için gaz getirebilir.”

“Teşekkürler,” diye mırıldandı. “Ama benim telefonum burada çekmiyor.”

Telefonunun nasıl hiç sinyal alamadığını, o boş çubukları ve ne kadar yalnız olduğunu hatırladı.

“Yolun biraz ilerisinde ankesörlü telefon var,” dedi Daniel. “Bu kar fırtınasında böyle bir şeye kalkışmazdım. Ayrıca, orası zaten şu an kapalıdır.”

“Tabii ki”, diye mırıldandı Emily, çaresizlik ve hayal kırıklığı içinde.

Daniel, Emily’nin üzgün hissettiğini ve hayal kırıklığına uğradığını fark etmiş olmalıydı. Başıyla oturma odasını işaret ederek “Senin için ateş yakabilirim,” diyerek teklifte bulundu. Kaşları bir şey beklercesine, hatta belki utanmışçasına kalkmıştı, bir anda çocuksu görünüme sahip olmuştu.

En azından bunu hak ettiği için onu yalnız bırakmasını isteyecekti ama bir şey onun tereddüt etmesine sebep oldu. Belki de evde Daniel’in olması daha onu az yalnız ve medeniyete daha yakın hissettiriyordu. Telefonun çekmemesini, Amy ile iletişim kuramamayı beklememişti ve bu soğuk geceyi yalnız başına geçirecek olması son derece yıldırıcıydı.

Daniel onun tereddüt ettiğini sezmiş olmalıydı çünkü daha Emily ağzını açamadan odadan çıktı.

Emily de peşinden çıktı. Gözlerindeki yalnızlığı okuyabildiği için ve ateş yakma bahanesiyle kalmayı teklif ettiği için ona karşı sessizce minnet duyuyordu. Daniel’i oturma odasında buldu; şömineye odun, kömür ve çıra diziyordu. Birden bire babasının şömine dibinde eğilmiş ustalıkla, bir sanat eseri icra edercesine özen göstererek ateş yaktığı anılar aklına geldi. Binlerce kere babasını bunu yaparken izlemişti, bunu hep çok sevmişti. Alevleri hipnotik buluyordu; şöminenin hemen önündeki kilimin üzerine saatlerce uzanır, turuncu ve kırmızı alevlerin dans edişini izlerdi. Alevin ısısı yüzünü yakana kadar orada kalabilirdi.

Şiddetli bir duygu Emily’nin boğazına tıkar gibi olmuştu, neredeyse boğacaktı. Babasını düşünmek, zihninde onu bu kadar net bir şekilde görmek uzun süredir bastırdığı gözyaşlarının gözlerinde toplanmasına sebep oldu. Daniel’in önünde ağlamak istemedi, zavallı bir kız çocuğu gibi görünmek istemedi. Bütün duygularını içine attı ve emin adımlarla odaya daldı.

“Aslında nasıl ateş yakılacağını biliyorum,” dedi Daniel’a.

“Oh, öyle mi?” Bir kaşını kaldırarak yanıtladı Daniel. “Buyur.” Kibriti uzattı.

Emily kutuyu açtı, bir dal kibrit çıkarıp yaktı, küçük turuncu alev parmaklarının ucunda titriyordu. Gerçekte, şimdiye kadar hiç ateş yakmamıştı, sadece babasını yakarken izlemişti. Ama babasının ateş yakışı hafızasında o kadar canlıydı ki bu konuda kendine güvendi. Diz çöktü ve Daniel’in en yığının en dibine yerleştirdiği çıraları yaktı. Birkaç saniye içinde alevler yükselmeye başladı, bu evdeki diğer birçok harika şey gibi alevin çıkardığı tanıdık sesler de rahatlatıcı ve nostaljik bir etki yaratıyordu. Alevler yükseldikçe kendiyle gurur duyuyordu. Ama çıkan siyah duman bacadan yukarı çıkmak yerine minik bulutlar halinde evin içinde dolmaya başladı.

Emily "KAHRETSİN!" diye haykırdı. Duman bulutları etrafını sarmıştı.

Daniel gülmeye başladı. “Nasıl ateş yakılacağını bildiğini söylediğini sanmıştım,” dedi, şöminenin klapesini açtı. Baca dumanı anında çekildi. “Ta-ta,” diye ekledi sırıtarak.

Etrafa yayılan duman inceldikten sonra Emily ona memnuniyetsizce bir bakış attı, onsuz yapamayacağı bu yardıma karşılık teşekkür etmek için fazla gurur yapmıştı. Sonunda ısındığı için rahatlamıştı. Kan dolaşımının başladığını hissetti, burnu ve parmakları tekrar ısınmıştı. Gerilmiş parmakları rahatlamıştı.

Şömine ışığı odayı aydınlatıyor, yumuşak bir turuncuya boyuyordu. Emily sonunda babasının eve doldurduğu antikaları görebiliyordu. Etrafında duran eski püskü, bakımsız eşyalara bir göz attı. Bir zamanlar yaz aylarını buradaki kitaplar okuyarak geçirdiği, ağzına kadar dolu olan uzun boylu kitaplık köşede duruyordu, içinde pek fazla kitap kalmamıştı.  Pencerenin yanında eski bir kuyruklu piyano duruyordu. Şimdi akordunun bozuk olması şüphesiz; bir zamanlar, babası ona bir şeyler çalar o da şarkılar söyleyerek eşlik ederdi. Babası bu evden büyük gurur duyuyordu, şimdi ışığın aydınlığıyla onu böyle görmek Emily’yi üzmüştü.

Odadaki iki divan da beyaz çarşaflarla örtülmüştü. Emily onları kaldırmayı düşündü ama bunun bir toz bulutuna sebep olacağını biliyordu. O küçük duman bulutundan sonra ciğerlerinin buna dayanabileceğini sanmıyordu. Daniel şöminenin yanında samimi bir şekilde yerde oturmuştu, o da hemen onun yanına yerleşti.

“Ee,” dedi Daniel, ellerini ateşe tutmuş ısıtıyordu. “Sana biraz da sıcaklık yaratabildik. Ama evde elektrik yok ve sanırım çantana lamba veya mum koymayı akıl etmedin.”

Emily başını salladı. Bavulu anlamsız şeylerle doldurmuştu, işe yarar, burada kalmasını sağlayacak hiçbir şey yoktu.

“Babam her zaman kibrit ve mum bulundururdu,” dedi. “Her zaman hazırlıklıydı. Sanırım, hala bunlardan bir dolap dolusu olmasını bekliyordum, ama yirmi sene sonra…”

Ağzını kapattı, bir anda babasının bir anısını anlattığının farkında vardı. Sıkça yaptığı bir şey değildi, genelde onunla ilgili hislerini derinlerde bir yerde gizli tutardı. Onun hakkında bu kadar rahatça konuşabilmesi onu şok etmişti.

“O zaman sadece burada kalabiliriz,” dedi Daniel nazikçe. Sanki Emily’nin acı verici bir hatırayı tekrar yaşadığını anlamıştı. “Ateşin yarattığı ışıkla görülebilecek bir sürü şey var. Biraz çay ister misin?”

Emily kaşlarını çattı. “Çay? Elektrik olmadan nasıl yapacaksın ki?”

Daniel bir meydan okumayı kabul edercesine gülümsedi. “İzle ve öğren.”

Ayağa kalktı ve bu büyük oturma odasından çıktı, birkaç dakika sonra kazana benzeyen yuvarlak demlikle geri döndü.

“Orada ne var?” Merakla sordu Emily.

“Oh, sadece hayatında içebileceğin en iyi çay,” dedi, kazanı alevlerin üzerine bıraktı. “Ateşte demlenmiş çay içmeden asla çay içmiş sayılmazsın.”

Emily onu izliyordu; alevlerin yüz hatları üzerinde dans ediyor onu daha da çekici yapıyordu. Görevine bu kadar odaklanmış olması da çekiciliğine katkı sağlıyordu. Onun pratikliği ve becerikliliğine hayran kalmaktan kendini alamıyordu.

“İşte, al,” dedi, ona bir bardak uzatarak daldığı hayal dünyasından çıkarmıştı. O ilk yudumu alırken ümitle izliyordu.

“Oh, bu gerçekten iyi,” dedi Emily. Sonunda kemiklerindeki üşüme hissini de atmış, rahatlamıştı.

Daniel gülmeye başladı.

"Ne?" Ona meydan okur gibi söyledi.

Daniel yanıtladı. “Sadece, henüz gülümsediğini hiç görmedim, hepsi bu,”

Emily bakışlarını başka yöne çevirdi, bir anda utangaçlık gelmişti. Daniel ile Ben birbirinden olabildiğine uzak iki adamdı; ama Emily’nin ona karşı hissettiği çekim kuvveti yine de çok güçlüydü. Belki başka bir zamanda ve yerde kendini duygularına kaptırabilirdi. Sonuçta yedi yıl boyunca Ben dışında hiç kimseyle birlikte olmamıştı, biraz ilgi ve heyecanı hak ediyordu.

Ama bunun için doğru zaman değildi. Bütün bunlar olurken, hayatı karmaşa içindeyken, zihninde babasından kalan hatıralar dönüp dururken olmazdı. Nereye baksa onun gölgesini görüyordu; küçük Emily’nin divanda oturan babasının yanına kıvrılmış halini, antika pazarında yeni bir şey keşfettikten sonra bir anda ağzı kulaklarında kapıdan giren daha sonrada saatlerce temizlemeye uğraşıp antikanın eski ihtişamını geri getiren halini. Peki şimdi bütün o antikalar neredeydi? Bütün o figürler ve sanat eserleri, hatıra çanak çömlek ve sivil savaş dönemine ait çatal bıçaklar? Ev hafızasında kaldığı gibi kalmamıştı. Zaman bu evi, Emily’nin hayal edemeyeceği kadar etkilemişti.

Bir zamanlar hayat ve neşeyle dolu bu odanın tozlu ve darmadağınık halini görünce Emily’yi başka bir keder dalgası vurdu.

“Burası nasıl bu hale geldi?” dedi haykırırcasına, sesindeki suçlayıcı tonlamaya mani olamadı. Kaşlarını attı. “Yani, senin bu eve bakman gerekiyor, öyle değil mi?”

Daniel Emily’nin aniden gelen saldırısı karşısında şaşırmıştı. Sadece biraz önce nazik ve hoş bir an paylaşıyorlardı. Saniyeler sonra onu sıkıştırmaya başlamıştı. Daniel soğuk bir bakış attı. “Elimden geleni yapıyorum. Bu büyük bir ev. Ve sadece bir ben varım.”

“Özür dilerim,” dedi Emily, anında geri çekilmişti, Daniel’ın karanlık ifadesinin nedeni olmak hoşuna gitmiyordu. “Üzerine gelmek istememiştim. Ben sadece…”Elindeki fincana baktı ve içindeki çay yapraklarını karıştırdı. “Burası ben küçükken bir peri masalından çıkmış bir yere benziyordu. Bilirsin ya, insanı kendine hayran bırakırdı. Çok güzeldi.” Tekrar yukarı baktığında Daniel’in onu dikkatle izlediğini gördü. “Burayı böyle görmek üzücü.”

“Ne bekliyordun ki?” diye yanıtladı Daniel. “Yirmi yol boyunca kaderine terkedilmiş”

Emily uzaklara üzgün bir bakış attı. “Biliyorum. Sanırım, o andaki haliyle kalmış olmasını hayal etmek istedim.”

Babasının zihnindeki görüntüsü gibi zaman içinde değişmeden kalmasını bekliyordu. En son kez gördüğü gibi, kırk yaşından bir gün bile yaşlanmamış halini. Zaman onu da, tıpkı eve yaptığı gibi etkilemiş olmalıydı. Emily’nin hafta sonu boyunca evi eski haline döndürme isteği daha da artmıştı. Evi eski haline döndürmek dışında bir şey istemiyordu, belki eski ihtişamını kazandırabilirdi. Belki de bunu yapmak babasını geri getirebilirdi. Onun şerefine yapmış olurdu.

Emily çayından son bir damla aldı ve yere koydu. “Yatmalıyım,” dedi. “Uzun bir gün oldu.”

“Tabii,” diye yanıtladı Daniel ayağa kalkarken. Hızlıca hareket etti, büyük adımlarla odadan çıktı ve koridor boyunca ön kapıya doğru ilerledi, Emily geride kalmıştı. “Kendini belada hissettiğin an beni ara, tamam?” diye ekledi. “Ben hemen şuradaki müştemilattayım.”

Emily, kızgın bir şekilde “İhtiyacım olmaz,” dedi. “Kendim yapabilirim.”

Daniel ön kapıyı açtı ve içeriye uçuşan kar taneleri girdi. Ceketinin içine saklandı ve omzunun üzerinden arkasına baktı. “Guru seni buralarda pek bir yere getiremez Emily. Yardım istemekte yanlış bir şey yok.”

Fazla gururlu olduğu iddiasının yanlış olduğunu söylemek, bağırmak, tartışmak istedi ama bunun yerine karanlığın ve uçuşan karların içinde kaybolan sırtını izliyordu, konuşamadı, dili tamamen bağlanmış gibiydi.

Emily kapıyı kapattı, dış dünyayı ve kar fırtınasıyla arasına bir engel koymuştu. Şimdi tamamen yalnızdı. Oturma odasındaki alevlerin ışığı koridora da düşüyordu ama merdivenleri aydınlatacak kadar güçlü değildi. Karanlığa doğru kaybolan uzun, ahşap merdivenlere baktı. Tozlu çarşafların üzerinde yatmak istemiyorsa cesaretini toplayıp zifiri karanlığın içine, üst kata çıkması gerekiyordu. Tekrar bir çocuk gibi hissetti, gölgelerle dolu bodrum katına inmeye ve orada onu bekleyen canavarları keşfetmekten korkuyordu. Tek farkı şimdi otuz beş yaşında olmasıydı, üst kata çıkmaktan çok korkuyordu çünkü terk edilmişliğin görüntüsü onun için zihninin yaratabileceği herhangi bir canavardan daha korkunçtu.

Bunun yerine Emily, oturma odasına gitti, alevlerin yayacağı son ısı parçasından da faydalanmak istiyordu. Kitaplıkta hala birkaç kitap duruyordu, Gizli Bahçe, Beş Çocuk, O, babasının ona okuduğu klasikler. Ama geri kalan? Babasının sahip olduğu onca şey nereye gitmişti? Tıpkı babası gibi kayıplara karışmışlardı.

Közler ölmeye başlamış, kasvetli ruh haliyle uyuşan karanlık etrafa çökmeye başlamıştı. Yorgunluğa daha fazla dayanamıyordu; artık o merdivenleri çıkma vakti gelmişti.

Tam oturma odasından çıktığı anda ön kapıdan gelen tırmalama sesini duydu. İlk aklına gelen bir çeşit vahşi hayvanın arta kalanların kokusuna geldiğiydi ama gelen sesleri çok daha akıllı bir yaratık yapıyor gibiydi.

Kalbi çarpıyordu, koridor boyunca ses çıkarmadan ilerledi ve kulağını kapıya dayadı. Duyduğunu düşündüğü şey gitmişti. Artık tek duyabildiği rüzgar sesiydi. Ama bir şey onu kapıyı açmaya itmişti.

Kapıyı açtı ve eşiğin hemen önüne bırakılmış mumları, lambayı ve kibritlerle karşılaştı. Daniel bırakmış olmalıydı.

Onları hemen içeri aldı, yardım teklifini istemeyerek kabul etmiş oluyordu, gururu batıyor gibiydi. Ama aynı zamanda ona yardımcı olan birisi olduğu için fazlasıyla minnet duyuyordu. Hayatını geride bırakıp buraya kaçmış olabilirdi ama burada tamamen yalnız değildi.

Emily lambayı yaktı ve sonunda üst kata çıkabilecek kadar cesur hissetti. Yumuşak lamba ışığı ona üst kata çıkarken yardımcı olduğu sırada gözü duvarda asılı fotoğraflara takıldı, zaman içerisinde solmuşlar, üzerlerini örümcek ağları ve toz kaplamıştı. Resimlerin çoğu bu çevrenin sulu boyayla yapılmış haliydi, okyanustaki yelkenliler, ulusal park içindeki yeşil alanlardı, ama bir tanesi aile portresiydi. Durdu ve resme baktı, kendi küçüklüğüne bakıyordu. Bu resmi tamamen unutmuştu, hafızasında bir yerde yirmi yıl boyunca kilitli kalmıştı.

Duygularını içine attı ve merdivenlerden çıkmaya devam etti. Hemen altındaki eski merdiven gürültüyle çatırdadı, bazı basamaklarında çatladığını fark etti. Yıllar boyunca üstlerinden geçen adımlar yüzünden yıpranmışlardı. Kırmızı, bantlı ayakkabılarıyla bir aşağı bir yukarı çıktığı anılar gözünde canlandı.

Yukarıdaki uzun koridor boyunca uzanan koyu meşe kapılar ve şimdi tahtayla kapatılmış olan en dipteki tavandan yere cam lambanın ışığıyla aydınlanmıştı. Eski yatak odası sağdaki son kapıydı, banyonun tam karşısındaki. Bu odalara bakma düşüncesine bile katlanamadı. Yatak odasında çok fazla anı vardı, şu an açığa çıkmak için çok fazla. Ve yıllar boyunca orayı mesken bellemiş tüyler ürperten yaratıklarla karşılaşmak pek de hayalindeki şey değildi.

Bunun yerine Emily koridor boyunca devam etti, küçükken defalarca ayağını çarptığı sandığın yanından geçerek ebeveyn odasına girdi.

Yatağın ne kadar tozlu olduğu ve seneler içerisinde güveler tarafından nasıl yenilerek delik deşik edildiği lambanın ışığında görülebiliyordu. Anne babasının paylaştığı o güzel, dört direkli yatağın hafızasındaki görüntüsü gerçekle karşılaştığında parçalanmıştı. Yirmi yıl boyunca terk edilmiş kalması odayı perişan etmişti. Perdeler pis ve buruş buruş olmuştu, tahtalarla kapatılan pencerelerin yanında oraya ait değillermiş gibi sarkıyorlardı. Duvardaki aplikler kalın bir toz katmanı ve örümcek ağlarıyla kaplanmıştı, sanki birkaç nesil örümcek burayı ev bellemişlerdi.  Toz tabakası her şeyin üzerine çökmüştü, pencerenin hemen yanındaki makyaj masası, seneler önce annesinin lavanta kokulu kremleri yüzüne sürerken kullandığı ayna ve tabure de bunlara dahildi.

Emily yıllar boyunca bir yerlere gömdüğü bütün anılarını görebiliyordu. Gözyaşlarına mani olamadı. Son birkaç gündür hissettiği bütün duygular bir araya gelmiş ve aniden özlem duygusu bir şok olarak kendini hissettirmişti. Babasını düşünmek bütün bunları daha da güçlü hale getiriyordu.

Dışarıdaki kar fırtınasının yarattığı ses yükseldi. Emily lambayı yere koydu ve bu yüzden bir miktar toz kalkmıştı, yatağın içine girmek için hazırlanıyordu. Ateşin yarattığı ısı buraya kadar çıkamamıştı ve odadaki soğuk kıyafetlerini çıkarırken adeta ısırıyordu. Bavulunun içinde ipek geceliği vardı ama burada pek bir faydasını göremeyecekti; uzun paçalı donlar ve kalın yatak çorapları daha iyi olabilirdi.

Назад Дальше