Emily, Eric’in kamyondan inişini izledi, bu kadar yaşlı biri için fazla çevikti. Petrol lekeli tulumuyla bir çizgi film karakterini andırıyordu. Nazik bir yüzü vardı ama hava şartlarından nasibini almıştı.
"Merhaba," dedi, tıpkı telefondaki emin olamayan tonuyla.
"Ben Emily," dedi Emily, sıkması için elini uzatmıştı. "Ben burada olmanıza gerçekten sevindim."
Eric sadece başını salladı ve doğruca işe koyuldu. Pek konuşkan biri olmadığı anlaşılıyordu ve Emily orada durmuş rahatsız bir şekilde Eric’in çalışmasını izliyordu. Eric’in gözleri sanki orada olmasından duyduğu şaşkınlığı anlatırcasına arada bir Emily’ye bakıyor, Emily de bunu her fark ettiğinde zayıf bir gülümseme ile karşılık veriyordu.
Her şeyi ayarladıktan sonra "Bana kazanı gösterebilir misin?" dedi.
Emily bodrum katını düşündü, oradaki büyük makinalardan nasıl nefret ettiğini ve yıllarca oraya ağ örmüş örümcekleri düşündü.
"Evet, bu yönden," diye yanıtladı ince bir sesle.
Eric el fenerini çıkardı ve birlikte o korkutucu bodrum katına indiler. Tıpkı Daniel gibi Eric’in de elleri mekanik konularda yetenekli görünüyordu. Birkaç saniye içerisinde kazan çalışmaya başladı. Emily kendini tutamadı ve yaşlı adamın boynuna sarıldı.
"Çalışıyor! Buna inanamıyorum!"
Eric ona dokunulduğu için kasılmıştı. "Şey, bunun gibi eski bir evle uğraşmaman gerekir," diye yanıtladı Eric.
Emily kollarını gevşetti. Bir başka kişinin ona durmasını, vazgeçmesini ve yeterince iyi olmadığını söylemesini pek umursamıyordu. Artık evin ısıtma ve su sistemleri çalışıyordu, bu da New York’a bir başarısız olarak dönmesi gerekmediği anlamına geliyordu.
"Buyurun," dedi Emily, elinde çantası vardı. "Size borcum nedir?"
Eric sadece başını salladı. "Hepsi karşılandı," diye cevap verdi.
"Kim tarafından?" diye merak etti Emily.
"İşte, sadece biri," Eric kaçak bir cevap vermişti. Kendini olağan dışı bir durumda bulduğu için rahatsız olduğu belli oluyordu. Ona buraya gelmesi ve yakıt doldurması için kim para ödediyse aynı zamanda bir şey söylememesini de söylemişti ve bu durum onu geriyordu.
Emily "Peki" dedi. "Öyle diyorsan öyledir."
Manen bunu kimin yaptığını bulmak ve geri ödemek üzerine karar aldı.
Eric sadece bir defalığına keskin bir şekilde başını salladı ve bodrumdan çıkmak üzere yöneldi. Emily hemen peşinden gitti, bodrumda yalnız başına kalmak istemiyordu. Merdivenlerden yukarı çıktığı sırada adımlarını mutluluk ve heyecan içinde attığını, yenilenmiş bir enerji olduğunu fark etti.
Eric’e kapıya kadar eşlik etti.
Elinden geldiği kadar anlamlı şekilde "Teşekkür ederim, gerçekten," dedi.
Eric hiçbir şey söylemedi, sadece görüşürüz dercesine bir bakış attı ve ardından dışarıya, eşyalarını toplayamaya yöneldi.
Emily kapıyı kapattı. Mutluydu, hızla üst kata çıktı ve yatak odasındaki radyatöre dokundu. Sıcaklık borulardan doğru yayılmaya başlamıştı. O kadar mutluydu ki evin içinde yankılanan genleşme seslerine aldırış etmedi.
*
Gün ilerledikçe ev ısınıyor ve Emily mest oluyordu. New York’tan ayrıldığından beri ne kadar rahatsız olduğunu şimdiye kadar anlayamamıştı ve Daniel’a yaptıklarının kısmen bundan dolayı olduğunu umuyordu.
Emily’nin artık o tozlu battaniyeye ihtiyacı yoktu; kilerdeki cam parçalarını temizlemeye başlamadan önce buradaki kırık pencerenin önüne perde gibi astı. Islak kıyafetlerini kaloriferlerin üzerine astı, oturma odasındaki kilimi silkti ve kitapları güzelce dizmeden önce rafların tozunu aldı. Oda şimdiden göze daha sıcak geliyordu, hafızasındaki haline daha çok benziyordu. O eski, defalarca okunmuş Alice: Aynanın İçinden kitabını aldı ve şömine taşına oturup okumaya başladı. Ama konsantre olamıyordu. Aklı sürekli Daniel’a gidiyordu. Ona böyle davrandığı için utanç duyuyordu. O umursamıyormuş gibi görünse de küreği yere fırlatıp hızla eve gidişi Emily’nin sözlerinin onu kızdırdığını kanıtlıyordu.
Suçluluk duygusu adeta içini kemiriyordu ve daha fazla dayanamadı. Kitabı bıraktı, artık sıcacık olmuş spor ayakkabılarını giydi ve evden çıkarak Daniel’ın kaldığı müştemilata yöneldi.
Kapıyı çaldı ve içeriden gelen sesleri dinlemek üzere bekledi. Kapı açıldı. Daniel karşısında duruyordu, arkasında ev sıcacık bir ateşin ışığıyla aydınlanmıştı. İçeriden gelen harika koku Emily’ye hala aç olduğunu hatırlatıyordu. Ağzının suyu akmaya başladı.
"N'aber?" Her zamanki ölçülü ses tonuyla sormuştu.
Emily içeriye göz atmaktan kendini alamadı, buradan içeride yanan ateş, verniklenmiş ahşap döşemeler, sıkı sıkı doldurulmuş raflar ve piyanoya dayanan bir gitar. Daniel’ın evinde neler olduğunu bilememişti ama işte burada, önünde duruyordu. Onun olduğu sandığı kişi ve evi arasındaki aykırılık Emily’yi şaşırtmıştı.
"Ben…" kekeliyordu. "Ben sadece…" sesi uzaklara gitmişti.
"Çorba istemek için mi buradasın?" Daniel önerircesine sormuştu.
Emily’nin dikkati yerine geldi. "Hayır. Bunu nereden çıkardın?"
Daniel Emily’ye sitem dolu ama eğlenircesine bir bakış attı. "Çünkü acıkmış görünüyorsun."
"Şey, hayır," kaba bir cevap vermişti Emily. Bir kez daha her ne kadar haklı olursa olsun Daniel’ın onun zayıf ve kendine bakmaktan aciz olduğu ön yargısı onu kızdırmıştı. Ona aptal bir çocukmuş gibi davranılmasından, böyle hissetmekten nefret ediyordu. "Ben aslında buraya elektriği sormaya geldim," dedi. Bu sadece kısmen yalandı: bir noktada elektriğe ihtiyacı vardı.
Emin olmamakla birlikte Daniel’ın gözlerinde hayal kırıklığı gördüğünü düşündü.
"Bunu senin için yarın tamir edebilirim," dedi ondan kurtulmak isteyen bir tonla. Sanki kapıdan
Emily bir anda garip hissetmeye ve onu kızdıracak bir şey söylediği için endişelenmeye başlamıştı. "Baksana, neden çay içmeye gelmiyorsun?" dedi tereddüt içinde. "Kar kürediğin ve yakıt için yardım ettiğin için bir teşekkür olarak. Ve daha öncesi için özür olarak." Umutla gülümsedi.
Ama Daniel fikrini değiştirmiş gibi görünmüyordu. Kollarını bağladı ve kaşlarından birini kaldırdı. "Senin evinde takılmak istememi mi bekliyorsun? Ne yani, evin daha büyük olduğu için herkes orada mı olmak ister yani?"