Zamanın Kalbi - Amy Blankenship 2 стр.


Abanoz kanatları, arkasında koyu bir zemin yaratarak ve aynı koyuluktaki gözleri, kollarındaki kıza kilitlenerek açıldı. “Seni korumaya çalışıyorlar.” Bunu bir savaşın ortasında değillermiş de, yalnızca kenardan izliyorlarmış gibi sakin, rahatlatıcı bir sesle belirtti.

Kutsal korucuyu kalp kristalinin hala çıplak göğsünün ortasında görünür olduğunu hissedebiliyordu. Kendisini savunmaya çalışan koruyuculara olan sevgisi, kristalin kalanının da bedeninin içine gömülmesini ve adama arzuladığı gücü vermesini engelleyen tek şeydi.

Bu sevginin saflığı kızın gücüydü ve kristali adamdan çekip almayı denemek için bunu kullanıyordu… adam bunu hissedebiliyordu. Ama aynı zamanda damarlarında gezinen gücü de hissediyordu ve bu yalnızca daha fazlasını istemesini sağlıyordu.

Bir an için aşığıyla konuşurmuş gibi kıza fısıldarken gözleri yumuşadı. “Bu yeterli değil.”

Hyakuhei, küçük grubun etrafını saran sevgi bağlarını bir şekilde yok etmek için, kristalden halihazırda kazandığı gücü Kyoko’ya karşı kullanmaya karar verdi. Onu durdurması gerektiğini biliyordu… çünkü tek başına kızın kendi gücü, bir zamanlar içinde olan kristalinki kadar kuvvetliydi. Bir zamanlar sevmesine izin veren… sonra zalim bir şekilde bu aşkı ellerinden alan aynı kristal.

Kyoko’nun yüzünü kendisininkine yaklaştırdı ve masum dudaklarına nazik bir öpücük kondurdu. Heyecanlı yeşil gözlerine bakarak, koruyucu kalp kristalinin gücünü kullanıp kızın zihnine girdi.

Hyakuhei en çok hangi korucuyu sevdiğine dair anılarını aradı… bunları ondan alacaktı. Uğrunda mücadele ettiği insanlara dair anılarını çalmak, kızın gücünü zayıflatırken kendisininkini artıracaktı.

Kyoko gözlerini kırpamıyordu. Adamın vahşi pençelerinin, zihnindeki anılarını yok etmeye ve bu mücadelenin nedenini söküp almaya çalıştığını hissediyordu… sevgisini ondan almaya çalıştığını. Arkadaşlarını, hepsini, buna izin vermeyecekti.

Kyoko, adama karşı kullanmak için kendisine yalnızca tek bir şey bırakarak kontrolünü kaybettiğini hissediyordu ve bu alıp yok etmeye çalıştığı şeyin kendisiydi. Gözleri öfkeyle parladı ve artık zaptedilmiş değillerdi. Ellerini adamın geceyarısı buklelerine tutturdu ve gidip gelen bir güç dalgasıyla titreyerek alınlarını birbirine bastırdı.

Sesi savaş alanındaki sessizliği delip geçiyordu. “Onu bu kadar çok mu istiyorsun? BURADA!! Al !!!”

Kyou’nun altın sarısı gözleri, korku sıcak keskin bir bıçak gibi içinden geçerken yoğun biçimde parladı. Rahibe ne yapıyordu? Bir şeylerin korkunç biçimde ters gittiğini biliyor ve psişik güçlerinin kendisini çağırdığını hissediyordu… onu çok geç olmadan dinleyip görmeye zorluyordu! Bu güce odaklandı ve ne olduğunu görmeye çalışmak için Kyoko’nun zihnine girdi. Şahit olduğu şey, etrafını çok sıkı sarmamış olan gölge iblisleri arasında dizlerinin üzerine düşmesine neden oldu… onu hareketsiz tutuyorlardı.

Görüntü ve sesler sonsuza dek zihin gözünde kalacaktı ve Kyou her nasılsa, üzerine üşüşen duyguları asla sarsamayacağını biliyordu. Kızın zihin gözüne bakarak anladığı için Kyoko, o ve kardeşlerine karşı olan sevgi duygularını korudu. Adam her dokunuşu görebiliyor, kendisini okşayan her duyguyu ve kendisini olduğu gibi kızı da paramparça ediyor olması gereken her gizli gözyaşını hissediyordu.

Kyou aynı zamanda Kyoko’nun, herhangi birinin onun sahip olduğunu düşündüğünden çok daha fazla güce sahip olduğunu anlayarak iliklerine kadar titremişti… kendisinin bile farkında olmadığı bir güç. Kızın aklından Hyakuhei’ninkine geçen her hatırayı, oradan silinmesine asla izin vermeyeceği yer olan kalbine atılıyormuşçasına görüp hissedebiliyordu.

Sevgi, kalp ağrısı ve adanış yılları… hepsi bir anda feda edilmişti.

Kendisiyle birlikte mücadele etmiş olanlara karşı tüm sevgi ve dostluk anıları, acıları ve gizli duyguları Hyakuhei’nin zihnine sokulurken, öfkeli gözyaşları Kyoko’nun yanaklarından aşağı aktı. Bu kalan tek silahıydı.

Hyakuhei’nin şeytani gücü bir anda dengesizleşti. Kristal, koyu bir ışıktan beyaz ışığa döner ve Toya ile Kyou’yu tutan gölge varlıklar görünmez olarak dağılırken herkes güç kaymasını hissetti.

Kyoko, karanlığın meleğinin kafasının karışmasını izledi, mükemmel, solgun yüzü acı ile çarpılmıştı.

Kyoko tam kaydığını hissederken küçük ellerini dışarı çıkardı ve kristali yakalayıp adamın etinden çekti. Unutmak istemediği anılar için zihninin verdiği mücadeleyi şimdiden kaybettiğini hissettiğinden ne yapılması gerektiğini biliyordu. Zaten çizgi izleri bulunan yanaklarından kristal gözyaşları akıyordu.

Herkesi korumak için bütün hatıralarını vermişti. Düşüncelerini kaybetmeden önce, koruyucu kalp kristalini çabucak kendi göğsüne… kalbine paralel olarak dayadı.

Doğruca ona doğru atılan Toya ve Kyou’yu görmek için dönerek fısıldadı “Beni unutmayın… lütfen.. beni bulun.”

Kyoko’nun görüşü kaybolmaya başladığında gözüne çarpan son şey, ismini bağırarak ona yaklaşmaya çalışmalarıydı. Biri saydam altın sarısı, diğeri parıldayan gümüş gözlerle… sonra dünyası karardı.

Kyou, Kyoko’nun zayıfladığını hissedebiliyordu ve öldüğünü düşündü. Her şey değiştiğinde, bir su damlası onun tarafında yüzeye çarpmış gibi umutsuzca Toya ile birlikte, ona ulaşmaya çalışarak öne atıldı. Kyoko’dan dalgalar yayıldı ve kız havada kayboldu. Sonrasında Hyakuhei de öfkeyle bağırarak ortadan kayboldu.

Kardeşinin kendisininkiyle birleşen çığlığı, ses göz açıp kapayıncaya kadar, beklenmedik bir şekilde kesilmiş gibi sonlanırken Kyou’nun aklı hızla çalıştı, Toya’nın da ortadan kaybolduğunu biliyordu. Kyou nazik bir şekilde bir saniye önce hedef olarak gözüne kestirdiği boş noktaya düştü. Öfkeli bakışları inanmazlıkla etrafını aydınlattı. Herkes ortadan kaybolmuştu.

Kyou damarlarında dolaşan ve soylu koruyucu kanına karışan adrenalini hissetti. Hepsini görmüş ve anlamıştı. Artık kızın tüm anılarına sahipti. Kyoko onları kurtarmak için hepsini vermişti ve son saniyede onun dileğini duymuştu. Muhtemelen ne yaptığını bile bilmiyordu… ama Kyou’yu geride bırakarak herkesi beraberinde götürmüştü.

Kyou damarlarında dolaşan ve soylu koruyucu kanına karışan adrenalini hissetti. Hepsini görmüş ve anlamıştı. Artık kızın tüm anılarına sahipti. Kyoko onları kurtarmak için hepsini vermişti ve son saniyede onun dileğini duymuştu. Muhtemelen ne yaptığını bile bilmiyordu… ama Kyou’yu geride bırakarak herkesi beraberinde götürmüştü.

Kutsal kristalin kendisine karşı kullanılmasını önlemek için çevresine yaptığı büyü, onu diğerleri her nereye gittiyse onları takip etmekten alıkoymuştu. Kız, yalnızca fısıldanmış birkaç kelime ile ondan her şeyi almıştı.

Bedeni dik ve gururlu bir şekilde dikiliyordu. Dizlerine kadar uzanan gümüş saçları etrafında dalgalandı ve gömleğinin beyaz ipeği, işkence görmüş kalbindeki fırtına ile eşleşen, görünmeyen bir fırtınanın gözünde oturuyormuş gibi rüzgarla titredi.

Terkedilmiş savaş alanına bakarken görünüşü bir meleğe benziyordu… krallara yakışır, güçlü ve mükemmel. Elini yanağına kaldırıp tek bir kızıl gözyaşını yakalayana kadar, duracak gücü yoktu.

Filizlenerek, yaşlanmadığı hayatında ilk kez gerçek kimliğini ortaya koyan kanatlarının tüyleri etrafında döner ve onu geniş altın sarısı bir parlaklıkla sararken, Kyou’nun görme gücü arttı.

Savaştan kalan tek yara, kalbinde oluşan yarıktı… hiç kimsenin sahip olduğunu düşünmediği kalbi. Bakışları yalnızca birkaç metre ilerideki kız heykeline kaydı ve fısıldadı, “Kyoko, seni terk etmedim. Bin yıldan uzun sürecek bir uzaklık beni, seni tekrar bulmaktan alıkoymaya yetmez…”


Bölüm İki "Önemsiz Kısım"

Zamanın Kalbi’nin diğer tarafında, iki yıl sonra… ve geleceğe binlerce yıldan fazla zaman varken.

Mektup Hogo tapınağına yazılmıştı. Büyükbaba Hogo çayını içtiği masaya geri dönerken, elçinin az önce kendisine verdiği şık zarfa baktı. Kapı çalınmadan önce, genellikle fazla hareketli olan evdeki huzur ve sessizliğin tadını çıkarıyordu.

Herkes akşam için dışarı çıkmıştı. Tama arkadaşlarıyla beraber şehirdeki oyun odasındaydı ve Bayan Hogo kahvaltılık alışverişi yapmaya çıkmışken, Kyoko çalışmak için kütüphaneye gitmişti.

Büyükbaba masadan küçük bir bıçak alarak keskin ağzını, kenarlarını altın çerçeveli olan zarfta dikkatle kaydırdı. İçini açtı ve ağır hizmet için noter onaylı, altın çerçeveli mektubu çıkarıp okumaya başladı. Okudukça gözleri açıldı. Bu bir burstu, şehrin diğer tarafının eteklerinde, çok pahalı bir okulda tam burs.

"K.L. Üniversitesi." Yaşlı sesinde yıllardır ilk kez şaşkınlık vardı. Okuduğuna göre her şey tam karşılanacaktı, kalacağı yatakhanenin ücreti bile, ve kendi imzası olan K.L. harfleriyle okulun kurucusu tarafından imzalanmıştı.

Büyükbabanın yaşlı yüzü, uzun zamandır görülen en parlak gülümsemesiyle yukarıya doğru kalktı. Kyoko mutlu olmanın da ötesine ulaşacaktı. Adam, okulda çok şey kaçırmış olmasının, herhangi bir üniversiteye kabul edilmesini engelleyebileceğini biliyordu ve şimdi bölgedeki diğer tüm okullardan üstün olan yere gidiyordu.

Düşünceli bir biçimde kaşlarını çattı… başvuran hiçkimsenin başarılı olamadığını bildiği için, bu girilecek en zor okullardan biriydi. Ayrıca sadece üye olmanın son derece yüksek gereksinimleri bulunduğundan çok az öğrencisi olduğu söyleniyordu. Başvuru bile yapmadığı bir yere nasıl kabul edilmişti?

Aklı son iki yıla döndü. Kyoko tapınak evinden aklı çok karışık olarak döndükten sonra kendine gelmesi zaman almıştı.

Aniden geri döndüğünde hepsinin kafası karışmıştı, çünkü uzakta olduğu zamanlar neler olup bittiğiyle ilgili çok şey hatırlamıyordu.

Hogo ailesi, zaman kapısından birçok kez ileri ve geri geçtiği için nereye gittiğini biliyordu… Bununla ilgili ani bir hafıza kaybına uğrayan Kyoko idi.

Toya’yı bile hatırlamıyordu. Ama büyükbaba için bu sorun değildi, çünkü zaman geçişi yapan koruyucuyu unutması en iyisiydi. Diğer taraf ve getirdiği tehlikeyle ilgili her şeyi unutması en iyisiydi.

Gözlerine bir an için üzüntü hakim oldu. Evet, Kyoko dünyalar arasında gidip geldiği ve bu taraftayken onlara en yeni hadiseleri aktardığı için aile gerçekleşen her şeyi biliyordu. Ve bilmelerini istemediği birçok şeyi sakladığını da söyleyebilirdi. Bu sırları unuttuğu için artık onların da asla bilemeyeceği şeyler.

Genç erkek kardeşi Tama, kendisine bildiği her şeyi aktardıktan sonra bile; yalnızca başını salladı ve gözlerini indirdi. Sadece diğer dünyada yalnız olduğunu hatırlıyordu. Canavarlarla dolu bir dünya.

Büyükbaba derin düşüncelere dalarken dudakları inceldi. Kyoko, Koruyucu Kalp Kristali’nin içine geri döndüğü ve her şeyin bittiğiyle ilgili bir şey hatırladığını söylediği için, büyükbaba işlerin yolunda gittiğini biliyordu. Birkaç hafta sonra okul çalışmalarına geri dönmüştü ve mükemmel notlar alıyordu, ve artık hesap kapanmıştı. Büyükbaba, ön kapının açıldığını duydu ve gülüşü genişledi.

Sanki kutsal bir iyi şans muskasıymış gibi mektubu öperek, torununun mutfağa yürümesini izledi… Kyoko bunu sevecekti.

Üç hafta sonra…

Geçmişteki kız üniversiteye yaklaşırken, altın sarısı gözler izledi. Onu bulmuştu ve ne yapıp edip işleri bir kez daha düzeltecekti. Gözlerinin altın rengindeki saydamlığı, o uğursuz günde, ölümcül bir savaşın ortasında olanların anılarıyla parlarken, bir an için insan kalkanının kaydığını hissetti.

Pencereden gelen sabah güneşinin ışıkları, arkasında kanat biçiminde tuhaf bir gölge oluşturuyordu. Pençeleşmiş elini kaldırdı ve gözlerini kısarak pençelerin tekrar insan örtüsüne bürünüşünü izledi.

Tekinsiz gözlerini tekrar rahibeye döndürerek içindeki güçleri bastırdı. Kyoko’nun saflığıyla, etrafındaki kötülüğün uyanışını hissettiği bir andı. Bu sefer… aynı hatayı yapmayacaktı.

Kyoko başını kaldırıp devasa binaya baktı. Burası ona, bilinmeyen bir geçmişteki büyük bir şato gibi görünüyordu. Kendi kendine sırıttı. Buna engel olamıyordu. Bursu ve aslında burada yaşayacağını öğrendiğinden beri hala mutluydu.

Назад Дальше