Zamanın Kalbi - Amy Blankenship 6 стр.


Ona sıcak bir gülümseme sundu ama aynı anda kendisine bitiştirdiği kolundan silkelenip ayrıldı. Kyoka, kendisine bu kadar samimi davranmamasını dileyerek gergin bir sesle, “Kotaro, seni tekrar görmek güzel. Bu sabahki yardımın için teşekkürler” dedi. Hoş ve hatta daha fazlası olduğunu düşünüyordu ama hiç kolunu ona dolayabileceğini söylememişti.

Kotaro, kızın elini kendisininkinin içine alırken etkilenmemişti, “sana eşlik edebileceğim başka bir yer var mı Kyoko?” Zümrüt yeşili gözlerine, onları daha önce bir yerde… gördüğünü bilerek derin derin baktı. Ve bir keresinde içlerinde mutlulukla boğulduğuna dair belirsiz bir şeyler hissetti.

Kyoko, Toya’nın durduğu yeri görmek için durdu ve tekrar öfkeli görünerek merdivenlere baktı. Az önce ona veya Kotaro’ya küfrettiğini duyduğuna yemin edebilirdi, kime karşı olduğuna emin değildi.

Toya, Kotaro’nun ne yapmaya çalıştığını bilmiyordu, ama Kyoko’ya fazla arkadaşça davrandığı gerçeğinden hoşlanmamıştı. Bir uyarı gönderirken göğsünden derin bir hırıltı geldi. “Bunu halledebilirim Kotaro, onu Kyou’yu görmeye götürmeyi sen istemediğin sürece.” Kotaro’nun, Kyou’nun yanına ders dışında veya çağrılmadığı sürece gitmediğini bilerek ona sert bir bakış attı.

Kotaro, Kyoko’nun elini bıraktı, “umarım her şey yolundadır Kyoko.” Toya’ya pis bir bakış atarak tekrar kıza döndü, “dondurulmuş yiyeceklere dikkat ettiğine emin ol. Kontrolden çıkarsa ben senin için ilgileneceğim.” Kotaro, kendini beğenmiş bir biçimde Toya’ya baktı, ardından Kyoko’ya dönüp başını eğdi ve dönerek merdivenlerden indi.

Kyoko, Toya’nın hofladığını duydu ve bu sabah yaptığı gibi dönüp koridorda yürürken ona baktı.

Bu sefer acele etti ve GİRMEYİN yazan kapıdan geçmeden önce tam zamanında ona yetişti. Kyoko nereye gittiklerini merak etti. Güçlü sırtını izlerken, aklından onu odasına geri götürüp götürmediği geçti. Gerçekten de kapısının önünde durduklarında Toya ona bakmak için döndü ve kız, elini onunkinin tam karşısındaki kapıya kaldırıp vuruncaya dek kızgın bir şekilde ona baktı.

Kyoko şok olmuştu. Okulun sahibi karşısındaki odada mı kalıyordu? Kardeşinin söyledikleri yine aklına gelmişti. “Olamaz!” Toya bir cevap beklemeden kapıyı açtı ve kızı kendisinden önce içeriye itti.

Kyoko aniden ona döndü. “Kahrolası sorunun nedir bilmiyorum ama lütfen beni itme”, adamı kovaladı “veya dokunma. Sana hiçbir şey yapmadım.” Toya’nın gözlerini dikip arkasına baktığını fark ettiğinde saçları yine ensesinde hissediyordu.

Kyoko’nun omuzları çöktü. Artık yapmıştı. Sürekli nerede olduğunu veya kimin izliyor olabileceğini düşünmeden çekip gitmek zorunda mı kalacaktı?

Toya, Kyoko’nun gerginleştiğini gördü ve gözlerini, bir anda çok küçük görünmeye başlayan kıza doğru indirerek sırıttı. “Biriyle konuşmak istemiyor muydun?” Kyoko arkasını dönmeyince Toya dönüp Kyou’ya baktı ve onun oturma odasının kapı aralığına dayalı bir halde, transa geçmiş gibi Kyoko’yu izlediğinin farkına varınca gözlerini kıstı.

Toya kendi kendine “bu da ne?” diye düşündü. Kyou neden ona hayalet görmüş gibi bakıyordu? Bunun neden olduğu kıskanç düşünceyi tanımlamak istemiyor denilebilirdi. Bu bağırsaklarına ürpertici bir his vermiş, aralarına girip Kyou’nun Kyoko’yu görmesini engellemek istemesine neden olmuştu. Kızı korumak istiyordu.

Kyou, bin yıldan uzun bir süre sonra Kyoko’yu bu kadar yakından gördüğü için bir süre söyleyecek kelime bulamamıştı. Etraflarındaki tüm hava, hatırladığı güç ile canlanmıştı… geçmişte kendisini kıza çeken görmezden gelinemeyecek bu güç ortadan kaybolmamıştı.

Altın rengi gözleri tarafsız bir kayıtsızlıkla kızın arkasındaki koruyucuya takıldı. “Toya, çık.” Sesinde tehlikeli bir tehdit tonu duyulabiliyordu.

Toya’nın hafızasının gizli derinliklerinden, bilinmeyen bir yerden bir takım duygular şaha kalkıp yakasını bırakmıyormuş gibi görünürken, gırtlağında bir hırıltı meydana geldi ve yumrukları öfkeyle sıkıldı. Toya, başka bir kelime edilmeden döndü ve bir fırtına gibi çıkarak kapıyı çarptı.

Kyoko, aklı karmaşık düşüncelerin etrafında dönüp duruken Toya’nın gidişini izledi. Aniden, onun ardından kendisi de çıkma isteği hissetti. Sonra bir korkak gibi davranmamaya karar verip çenesini yukarı doğru kaldırarak cesaret buldu ve sonunda döndü, ne var ki gördüğü şeye inanamadı.

Görmeyi beklediği resmi takım elbiseli adamın yerine, kendisini… altın gözleri kendi gözlerinin içinde yanıp başka yere bakamazmış gibi hissetmesine neden olan adamla yüzyüze buldu. Gümüş saçları omuzlarına ve mükemmel biçimli vücudunun üzerine dökülüyordu. Yalnızca cenneten bir hediye olabilecek yüzü ve vücudunu saran, krallara layık bu kibir dokunuşuyla, uzun boylu ve yakışıklıydı.

Kyoko hemen gözlerini kapattı. Derdi neydi? Buraya soru sormaya gelmişti, salya akıtmaya değil. Gözlerini tekrar açtığında adam çok daha yakındaydı. Aniden adamı çevreleyen asalet ve üstünlükten bir adım uzaklaştı… ama arkasındaki kapının varlığını farkederek kendisini kapana kısılmış gibi hissetti.

Kyou ne yaptığını fark etmeden ona doğru yürüdü. Ama kızın geri çekildiğini fark edince şık bir şekilde kaşını kaldırarak elini koltuğa doğru uzattı. “Oturmak ister miydiniz Bayan Hogo?” Ona soruları olduğunu biliyordu. Eğer olmasaydı hayal kırıklığına uğrardı.

Kyoko gergin bir şekilde yutkundu, ama mağrurca çenesini kaldırıp aralarına koyabildiği kadar mesafe koyup, hiçbir şey ummasa da beyninin normal şekilde çalışmasını umarak koltuğa yöneldi. İçinden hafifçe güldü.

“Bilmek istediğim ilk şey, benim bir rahibe olduğumu düşünmenize neden olan nedir?” Adam sehpanın karşı tarafında bir sandalyeye oturmak yerine koltukta yanına oturduğu zaman, dikkatle ve neredeyse korkmuş bir şekilde ona baktı. Kyoko kaykıldı ve onu izleyerek, adamdan daha da uzaklaşıp korkusunu göstermeden sakinleşerek döndü.

Kyou, tembelce ‘eh, oyun oynamak istiyor’ diye düşüncelere daldı ama bu ilgi çekici düşünceyi hemen aklından kovdu. Anormal biçimde sakin bir sesle cevap verdi, “rahibe olduğunu bilmeyeceğimi düşünmene neden olan nedir?” Adam üzerine eğilip kalp şeklindeki yüzüne yukardan bakarken, ona kıyasla çok ufaktı.

Kyou, tembelce ‘eh, oyun oynamak istiyor’ diye düşüncelere daldı ama bu ilgi çekici düşünceyi hemen aklından kovdu. Anormal biçimde sakin bir sesle cevap verdi, “rahibe olduğunu bilmeyeceğimi düşünmene neden olan nedir?” Adam üzerine eğilip kalp şeklindeki yüzüne yukardan bakarken, ona kıyasla çok ufaktı.

Kyoko herhangi bir duygu izi bulmak için adamın mükemmel suratının yüzeyini inceledi ama bulamayınca şaşırdı. Bir kusursuzluk ve sükunet heykeli gibiydi ve bu onu sonu gelmez bir biçimde rahatsız etti.

“Soruya her zaman soruyla mı karşılık verirsiniz, Bay…?” Adını bile bilmediği için kekeledi.

Kyou gülümsedi, ama bunu yalnızca içinden yaptığı için kız göremedi. Eh, hala bir tarzı vardı ve bu adamı hayal kırıklığına uğratmamıştı. Yalnızca daha fazlasını görmek istemesine neden oldu. “Bay Lord, ama Lord’un daha iyi olduğunu düşünmediğin sürece bana Kyou diyebilirsin.” Ateşli bir bakışla onu olduğu yere mıhladı.

Kyoko, aynı ateşli bakışla karşılık verdi, “neden… buradayım?” kelimeleri bir çocukla konuşur gibi yavaşça ve tek seferde söyledi. İşte, bakalım bundan nasıl sıyrılacaktı. Kyoko, göz temasını kesmeden kendi kendine mırıldandı ‘Bay Lord’muş.’

Aklını okuyan Kyou’nun altın rengi gözleri, kızın zümrüt yeşili gözlerine doğru kısılarak parladı. Böyle yapıp gözünü korkutacağını bilerek biraz daha üzerine eğildi. Onu koklayabiliyordu.

Sakin görünüşü yerine geri dönmeden önce bir an için soğukkanlılığını kaybederek, “rahibelik güçlerin zayıf ve eğitilmemiş, yoksa nasıl rahibe olduğunu bildiğimi anlardın” deyip, neredeyse ona tısladı. “Sana güç kazanmanın yanında eksik olan… dövüş sanatlarını öğreteceğim.”

Kyoko için, son söylediği şey neredeyse hakaret gibiydi. Düşünmeden hareket etmesiyle bilinen kız neredeyse onunla yüz yüze gelecek şekilde eğildi ve bundaki istihza ağırdı. “Belki gerçek gücümü gizliyorumdur ve bunu hak edecek bir hedef bulduğumda salarım.” Öfke onu korkusuz yapıyordu, veya aptal, şu anda hangisi olduğuna emin değildi.

Kyou, dudaklarını onunkilere değdirerek daha da yakına eğildi, böylece sıcak nefesi kızın dudaklarını okşayabiliyordu. Karanlık bir sesle fısıldadı, “rahibe.”

Bölüm 4 "Dikkatini Ver"

Kyoko, aniden ona karşı hissetmemesi gereken bir heyecan hissederek kendini geri çekti. Burada bir şeyler oluyordu ve kendisi bunu bilebilecek son kişi gibiydi.

Alt dudağını ısırıp Kyou’nun yarattığı gıdıklayıcı histen kurtulmayı umarak, gergin bir sesle “cevaplara ihtiyacım var” diye fısıldadı. Sinir sisteminden hızla geçmeye kararlı, nefes kesici ürpertilerden hemen kurtulabilmeyi diledi.

Kyou, kızın kokusunu içine çekerek ve aniden kanının ısındığını hissederek arkasına yaslandı. Küçük bedeninin titrediğini görmüştü, ama tiksinerek değil. Aşağı doğru bakarken, kızın kollarındaki tüylerin ürperdiğini görünce neredeyse sırıtıyordu.

Hafif kibirli bir ses, “neden güçlerini bastırıyorsun? Geçmiş tekrarlanmadan önce çevrende olup bitenlerden haberdar olman gerekiyor.” dedi.

Kyoko yutkundu, gerginleşerek “bununla ne demek istiyorsun?” diye sordu.

“Okulda ölümsüzlerin olduğunun farkındasın, değil mi?” Gözleri, Kyoko’nun daha önce hiç görmediği bir şeyle parlıyordu ve sesi onaylamıyormuş gibi sertti. “Biz konuştuğumuz sırada iblisler etrafımıza yaklaşıyor.”

Kyoko’nun gözleri açılıp kapandı. Onunla oynuyor muydu? Öfkeli bir alayla, “seni burada koruyucular ve iblisler olduğunu düşünmeye iten nedir?” diye sordu.

Kyou, göz açıp kapayıncaya kadar onu kolundan tutup kaldırdı, yüzünü iki santimetrelik bir mesafeyle onunkinin üzerine eğdi. Öfkeyle gürledi, “dikkatini ver.”

Kyoko gördüğü şeye inanamayarak gözlerini kırptı. Önünde dikilen şey bir saniye önce onunla konuşan kişi değildi. Anormal derecede parlak, öfkeli, altın rengi gözlere ve onların altındaki küçük bembeyaz azı dişlerine bakıyordu, ve şu anda farkında olmadan kolunu tırmalayan pençeleri hissedebiliyordu.

Saçı, az önce olduğunun iki katı kadar uzamıştı ve adeta onayını bekliyor gibi etrafında salınıyordu. Kyoko, korku dolu bir viyaklamayla kendisini ondan kurtarıp, yalnızca adamın tehditkar bir adım daha atmasını sağlayan bir biçimde hızla bir adım geriledi.

Kekeleyerek, “sen koruyucu musun?” diye geveledi.

Öfkesinin geçtiğini hissettiğinde bile onu izleyerek, “ve sen de bunu zaten bilmesi gereken rahibesin” diye tısladı.

Kapıya koşmak için döndü ve güçlü kolların kendisini arkadan sardığını hissettiğinde aniden bağırdı.

Çabaladıkça, Kyou’nun bedeni çevresinde sıkılaştı. Kendisinden kaçmaya çalışıp, havayı tekmeleyen kızı yukarı kaldırdı. Kendisinden kurtulmaya çalışmasının faydasız olduğunu anlaması için ona yeterince zaman vererek, dudaklarını kulaklarının yanına yaklaştırıp, “kendini bu kollardan kurtaracak güce ulaşana dek kalacaksın rahibe” diye fısıldadı.

Sonra onu sadece, hafifçe sıçrayarak yerleşeceği dolgun koltuğa atmak için tekrar havaya kaldırdı. Şimdi tekrar yüz yüzeydiler, Kyoko ona öfkeyle bağırdı ve görünüşü az önce konuştuğu adama dönünce gözlerini kırpıştırdı.

Elini yumruk yaparak öfkeli bir şekilde ona baktı, “ne haltlar dönüyor?”

Kyou sakin bir şekilde önünde duruyordu, tek fark bu sefer gözlerinin parlıyor olmasıydı, “burada kalacaksın.” Ona doğru eğildi, “seni eğitmeme izin vereceksin.” Ellerini, onu kapana ksıtıracak biçimde koltuğun arka kısmına yerleştirdi, “ve bu sefer hiçbir şeyi kurban vermeden kazanacaksın.” Şimdi memnuniyetsizlik gösteren son sözleri tıslayarak çıkarırken burnu neredeyse kızınkine değiyordu.

Kyoko, ateşili bakışlarına karşılık vererek, adam izin verdiği ölçüde arkasına yaslandı, ama hala ondan kendisine doğru gelen bir tehdit hissetmiyordu. İnsan olmasa bile, onu incitmeye niyeti yoktu. Az önce ne söylediğini fark ederek kaşlarını çattı.

“Bu sefer mi?” Sesi yumuşaktı, “bu sefer ile ne demek istiyorsun?”

Kyou derince içini çekti, “sen unutmuş olabilirsin, ben unutmadım.” Kızın kokusu onu sardı ve unutulmuş kalbinin etrafında ağrıyan aynı sızıyı hissetti, ama onun gerçeği bilmesi gerekiyordu, “geçmişte birlikte savaştık rahibe, ve bunu tekrar yapmak zorunda kalacağımız vakit yaklaşıyor.”

Назад Дальше