Zamanın Kalbi - Amy Blankenship 5 стр.


Toya huysuzca “ee, yani rahibe sen misin?” dedi, otururken de onu başından savıyormuş gibi kafasını çevirdi.

Kyoko’nun gözleri ona döndü ve şaşkınlıktan güçlükle soludu. Oradaki hiç kimse onun rahibe olduğunu bilmiyordu. Aslında yalnızca, en yakın aile üyeleri biliyordu.

Ani bir öfkeyle, "bunu nasıl biliyorsun?" diye bağırdı.

Toya kanının kaynadığını hissederek geri çekildi. “Lanet olsun, korkunç bir manyak gibi bağırma. Seni gayet iyi duyabiliyorum” diye homurdandı.

Suki ve Shinbe ürkmüştü ve Kyoko ile Toya birbirlerine öfkeli bakışlar atarken, sandalyelerinde küçülmüş gibiydiler.

Toya’nın hisleri, Kyoko’nun öfkesiyle bir güç dalgası yakalamaya başlamış gibiydi ve eğer bunu ona söylerse lanetlenecek de olsa, belki bu küçük sevimli bedenin içinde birazcık gücü olduğunu düşünerek gerginleşti.

Sessizce görünüşünü tarttı. Kalp şeklindeki güzel bir yüzü çevreleyen kumral saçları ışıkta parıldıyordu. Şu anda kendisine öfkeyle bakan ve kanının hafifçe ısınmasını sağlayan canlı gözleri vardı. Cesareti sahibi kadınlar hoşuna giderdi ve şüphesiz kız bununla doluydu, ama nedense bu onu rahatsız ediyordu. Hoşuna gitmeyen şey ona bakma tarzıydı… bunu hemen düzeltecekti.

Kızın gözünü korkutmaya çalışarak daha sert baktı. Toya onun yüzüne karşı “Bir burs aldın, değil mi… ve O senin bir RAHİBE olduğunu söyledi!” diye neredeyse burun buruna gelene kadar her kelimede ona daha da yaklaşarak gürledi. Kollarını gevşek giysi kollarının içinde kavuşturdu ve kıza doğru hofladı. Aniden, her saniye kendisine daha da sevimli geldiğini fark ederek bu onu rahatsız etti ve “bahse girerim bir iblisin ne olduğunu bile bilmiyorsundur” diye homurdandı.

Kyoko, öfkesi kabararak geri çekildi. İblislerin ne olduklarını biliyordu. Tüm hayatı boyunca onları incelemiş ve hatta eğer ailesi haklıysa birisiyle karşılamıştı… ama hatırlayamıyordu. Yine de, Toya’nın tepeden bakan kibirli davranışı hoşuna gitmemişti ve bu konuda bahse girmek isteyip istemeyeceğini sorar gibi bir kaşını kaldırdı.

Suki, Kyoko’yu savunmaya gelmiş gibi “Toya, tek bir saniye için medeni olamaz mısın? Yalnızca birkaç saattir burada ve sen onu kaçırmadan önce kalması için ikna etmek istiyorum” dedi. Kyoko’yu bu kadar çabuk kaybetme düşüncesiyle neredeyse üzgün bir hali vardı.

Toya rahatsız olmuş bir şekilde kaşını kaldırıp Suki’ye bakarak, “ee, soruma cevap bile vermedi. Bununla başa çıkabileceğini düşünüyor musun?” dedi ve kızgın bakışlarını hızlıca Kyoko’ya çevirdi.

Kyoko, "beni afallatacağına inandığın her şeyle baş edebilirim, pislik” diye bilgi verirken kelimeleri buz gibiydi.

Suki ve Shinbe birbirlerine baktılar. Toya’nın karşısında böyle cesaretle yalnızca kendileri ile üniversite sahibi ve belki Kotaro dışında kimse duramıyordu. Sonra ikisi de Kyoko adındaki bu kızı kesinlikle seveceklerini anlayarak sırıttılar.

Masada bir yemek tepsisiyle bir garson göründü ve Kyoko dikkatini Toya’dan ona çevirdi. Çocuk Kyoko’ya biraz fazla uzun baktı ve hisleri, ona bir şeyler olduğunu söyleyerek karıncalanmaya başladı. Bu genç adamın çocuksu yüzüne uygun değilmiş gibi görünen karanlık gözlerine baktı.

Çocukla ilgili bir şey… bu duygudan gerçekten hoşlanıp hoşlanmadığını bilmese de Kyoko’nun aklını çeliyordu. Elbette görünüşü sevimliydi ama çocuktaki bir şey onu hafifçe rahatsız ediyordu. Genç adamın çaba bile göstermeden yayıyormuş gibi göründüğü büyünün etkisinden kendisini kurtarmak için gözlerini kırptı. Atmosfer, yanından alçak bir homurdanma sesi duyduğunda en sonunda bozulmuştu.

Toya teninden bir soğukluk geçtiğini hissetti ve şaşırtarak sarsmak ister gibi çocuğa homurdandı. Çocuğun gözleri tekrar Toya’nınkilere odaklandığında, dönüp masadan sıvışırken, abanoz siyahından gümüş mavisine parıldıyor gibiydiler.

Kyoko kafası karışmış bir şekilde Suki’ye baktı ama o yalnızca yemeğinden bir ısırık alarak omuzlarını silkti. Yanındaki Shinbe, ortamı hızla terkeden çocuğu izlerken tuhaf espri anlayışını saklamaya çalışarak elinin içine doğru öksürdü. Kyoko, ‘Toya’ denen çocuğa karşı çok tuhaf bir heyecan duyuyordu ve sorununun ne olduğunu anlayana kadar rahat etmeyecekti. Sandalyede arkasında yaslandı ve bir dakika boyunca onu izledi.

Uzun saçları, içlerinden çılgınca geçen kalın gümüş rengi gölgeleriyle geceyarısının en tuhaf rengindeydi ve gözleri güzeldi… O güzeldi. ‘Zihninden kendine not et, bunu düşündüğün için daha sonra kendini tokat atacaksın.’ Hiç şüphesiz, gözleri altın rengi tozlarla alev alev yanıyordu. Eğer şu anda kendisine çizdiği imaj olmasaydı sevimli olabilirdi.

Suki iç çekti. Kyoko ile, Toya’yı fazla kızdırmaması konusunda bir konuşma yapması gerekiyordu. Ve Kyoko’nun, bir korucuyu kızdırdığı hakkında hiçbir fikri olmaması adil değildi.

Shinbe masadaki sessizlikte, “eğer ateşle oynarsan… genellikle yanarsın” diye bilgilendirme yaptı ve ödül olarak, onu görmezden gelmeye karar vermelerinden önce hepsinden hararetli, sert bir bakış aldı.

Toya, Kyoko’ya hızlıca bir başka bakış attı. Gözlemesi gereken kişi bu muydu yani? Kyou şaka yapıyor olmalıydı. Kyou kızın geleceğinden kendisine bu sabah, onu izleyeceği ve her zaman güvende olduğundan emin olacağına dair uyaran bir tonla bahsetmişti.

Şimdi gözlerini kısmış, az önce masalarının yanında dikilen çocuğun kim olduğunu merak ediyordu. Kyoko’ya bakma tarzı onu öfkelendirmişti. Rahibe gerçekten tehlikede miydi? Kyou neden önemsiz bir insanı güvende tutmakla bu kadar ilgileniyordu? Kyou asla kimseye saygılı davranmazdı, peki bu küçücük kızı farklı yapan neydi?

Toya bazen Kyou’nun, kendisine atanmış bulunan koruyucu olduğu gerçeğinden nefret ediyordu ama kendisini içeri aldığı için ona çok şey borçlu olduğunu kabul ediyordu. Ayrıca Kyou bir şey yapıyorsa, her zaman iyi bir nedeni olduğunu biliyor ve bu tek başına Kyoko denen kız hakkında meraklanmasını sağlamaya yetiyordu.

Masadaki gerginliğe dikkat çektiği için bir bıçakla kesilebilecek olan Shinbe, kocaman açtığı, sevimli bir köpeği andıran gözleriyle Suki’ye bir bakış attı. Soytarılıklarıyla Kyoko’yu tekrar güldürebileceğini bilerek, abartılı bir şekilde bunu yapmaya başladı.

"Evet Suki, bu akşam hala benimle kulübe geliyor musun? Bu gece cumartesi ve seninle dans etmek varken onlarca yabancıyla dans etmek hiç hoşuma gitmez.” Sonra iddiasını kanıtlamak için bir sürü başka kadınla dans ettiğini hayal edermiş gibi sersem bir görünüme büründü.

Suki ona, suratındaki aptal görüntüyü tokatlayarak yok edip edemeyeceğini merak edermiş gibi bir bakış attı, sonra Kyoko’ya döndü. “Kyoko, birisinin bana eşlik etmesi lazım” güldü. “Benimle gelirsin, değil mi? Sadece onunla yalnız gitmek… çok tehlikeli” Kyoko’ya yalvaran bir bakışla baktı.

Shinbe’nin sersem görüntüsünden sıyrılıp ona göz kırptığını gören Kyoko’nun dudaklarının köşeleri seğirdi. “Suki, sizlerle gitmeye bayılırım. Böylece şehvetle kontrolden çıkarsa Shinbe’yi durdurabiliriz.”

İkisi de ona keskin bi bakış attı ve Shinbe homurdandı. Kyoko yine gülme krizine girmesine engel olamadı. Bu ikisini gerçekten seviyordu.

Toya gözlerinin köşesiyle Kyoko’yu izliyordu. Lanet olsun, böyle güldüğü zaman güzeldi. İçten içe homurdandı. Bu da nereden çıkmıştı. Bu düşünce silsilesinden rahatsız olarak kendisini oturduğu yere bıraktı. ‘Lanet olsun!’ Şimdi onu izlemek için bu gece kulübe gitmesi gerekiyordu. Kız arkasını döndüğünde hala Shinbe ve Suki’ye gülümsüyordu.

Kyoko gülümserken kalbi bir an için durdu ve kanındaki sıcaklık birkaç derece arttı. Toya, mutlu olduğu zaman, az önce onu öfkelendirdiği haline oranla kızdan daha fazla gücün geldiğini fark etti. Uzun süredir ilk kez rahatsız hissediyordu.

Kyoko’nun gülmesi bittiği zaman Suki’ye döndü, “hey, pazartesi hangi derslere gireceğimi veya bu sorun için nereye gideceğimi bile bilmiyorum. Nereden öğrenebileceğimi biliyor musun?”

Suki cevaplayamadan, bu soruyu onu dikkatle izleyerek Toya cevapladı. “Tüm burslu öğrencilere aynısı verilir. Yani sen, Suki ve Shinbe diğerleriyle beraber aynı sınıfta olacaksınız. Tek ayrı dersin okulun sahibiyle yapacağın olacak.” Sandalyesinde geriye yaslanırken sesi uyuşuk çıkıyordu.

Kyoko kaşlarını çattı, “okul sahibi hangi dersi veriyor?”

Bu sefer cevabı ametist gözleri fesatça aydınlanan Shinbe verdi, “hepimiz için farklı bir ders. Bu yüzden herkese ayrı ayrı öğretiyor. Bize özel yeteneklerimiz konusunda yardım ediyor.” Düşünceli bir şekilde geriye yaslandı, sonra sırıtarak ekledi, “sanırım, sen rahibelik güçlerini kuvvetlendiriyor olacaksın.”

Kyoko'nun öfkesi, okul sahibinin kendisinin rahibe olduğunu nasıl bildiğini merak ederek tekrar kabardı. Bursta bundan hiç bahsedilmiyordu. Son yıllarını, okul sahibinin kendisine verdiği bursun sebebi olan güçleri gömmeye çalışarak geçirmişti. Biran önce bu sorunun temeline inmek istiyordu.

Kyoko tabağına bakarak gergin bir sesle, “belki bu bir hatadır. Üniversitenin sahibiyle şimdi konuşabilmemin bir yolu var mı?” diye sordu.

Toya gözlerini kıstı. Kyou, bunu sorabileceğini kendisine söylemişti ve dersin dışında kimseyi görmek istemese de, Toya’ya eğer herhangi bir sorusu olursa kızı doğrudan kendisine getirmesini söylemişti.

“Ne oldu, korktun mu?” diye iğneleyici bir şekilde sordu ve kızın sinirli gözlerinin rahatsız bir öfkeyle doğrudan kendisininkilere bakmasıyla ödüllendirildi. Demek bu kız kendisiyle baş edebileceğini sanıyordu. Eh, bu bakışı Kyou üzerinde denemesini izlemek eğlenceli olabilirdi. Kyou’nun tek bir söz etmeden herhangi birine verebileceği korkuyu görmüştü.

Toya, “iyi, hazır olduğun anda seni ona götüreceğim” diye yemi yutup yutmayacağını merak ederek meydan okudu.

Kyoko bunu duyunca öfkesi biraz azaldı. Tabağı önünden iterek, adamın blöfünü gerçekleştirmesini istemekten mutlu bir şekilde, “sen hazır olduğunda” diye başıyla onayladı. Bir kaşını ona doğru kaldırdı.

Toya gülerek dikildi, “acelen ne?” Kendisini neyin içine soktuğunu bilmediğini düşünerek, ‘bunu hissedeceği için bu öfkenin önüne geçebilir’ diye kıs kıs güldü.

Kyoko gözlerini kısarak ona baktı, ardından Suki ve Shinbe’ye dönerek ayağa kalktı. “İşim bittikten sonra beni almaya gelirseniz sizinle konuşacağım. Odamda bekliyor olacağım, sonra bu akşam için plan yapabiliriz.” Suki’ye göz kırptı, sonra Toya’ya dönerek ifadesiz bir sesle ekledi. “Kalmaya karar verirsem.”

Toya hoflayarak arkasını döndü ve Kyoko onun gidişini izledi, sonra onu takip ederek diğerlerine omzunun üzerinden el salladı. Ardından hemen diğer öğrencilerin, Toya’nın yolundan ne kadar hızlı çekildiğini fark etti ve nedenini merak etti. ‘Neydi o? Okulun kabadayısı mı?’

Kyoko, adama yetişmek için koşarak ona bu memnuniyet hissini vermeyecekti, bu yüzden yürürken kasten geride kalarak acele etmedi. Ona hala biraz öfkeliyken, gözleri Toya’nın poposunda gezindiğinde neredeyse kızardı. Saçlarının pantolonuna değmesini izlemek, bunun altındaki sağlam yuvarlaklığa attığı bakış onu daha da rahatsız ediyordu. Sinir bozuculuk ve sevimlilik çok korkunç bir bileşimdi.

Zihninden kafasını sallayıp başıboş dolaşan gözlerine lanet ederek onu takip etmeye devam etti. “Tahammül edemediğin birinin sevimli olduğunu düşünmek için… tamamıyla aptal olmak gerekir” diye kısık sesle mırıldandı. Şimdiden daha iyi hissederek “rahatsız edici… saldırgan… ve belki kibirli… ama asla sevimli değil” diye sırıttı.

Tuhaf bir şey hissedip gözlerini yukarı dikti ve kendisininkileri delip geçen karanlık gözlere kilitlendi. Adam merdivenlerin başında dikilmiş, duvara dayanmış bir şekilde onu izliyordu. Arkasında ve omzularında salınan saçlarında abanoz rengi dalgalar vardı ve geceyarısı rengindeki gözleri derindi. Çok çekiciydi ama o… tehdit altında hissetti.

Bakışlarını ondan uzaklaştırdı. Zümrüt yeşili gözlerini kaldırıp tekrar ona bakmaya yeltenirken kendi kendine sert bir şekilde, ‘Kyoko kendine hakim ol. Gördüğün herkesi analiz etmekten vazgeç’ dedi.

"İşte kampüsteki en güzel kız."

Kyoko, omuzlarının üzerinde güçlü bir kolun dolaştığını hissetti, ardından bu sabah kendisine odasının yerini gösteren adamın sesini hatırlayarak bakmak amacıyla döndü. Saç uçlarının, nereden geldiği belli olmayan bir rüzgar yanaklarını okşuyormuşçasına yüzünü gıdıkladığını yine hissetti.

Назад Дальше