—Görüyorum ki tefekkürün sırrını anlamışsın. Dağ sana içindeki gücü biraz olsun keşfetmede yardımcı oldu. Birçok şekilde büyüyeceksin. Bu süreç boyunca sana yardım edeceğim. Öncelikle bir kulübe yapmak için kalas, çıta, dayanak ve halat bulmaya doğaya yönel sonra ateş yakmak için odun bul. Hava şimdiden kararıyor ve kendini yabani hayvanlara karşı koruman gerek. Yarından başlayarak sana ormanın bilgeliğini öğreteceğim, böylece gerçek görevin üstesinden gelebilirsin: Umutsuzluk mağarası. Yalnızca saf bir kalp onun çözülmüş ateşinden sağ çıkabilir. Rüyalarının gerçekleşmesini istiyor musun? O zaman bunun için bedel öde. Evren hiç kimseye bedava bir şey vermez. Başarıya ulaşmaya değer olması gereken biziz. Öğrenmen gereken ders bu, oğlum.
—Anlıyorum. Mağara görevinin üstesinden gelmek için ihtiyacım olan her şeyi öğreneceğimi umuyorum. Ne olduğu hakkında hiçbir fikrim yok ama kendime güvenim var. Eğer dağın üstesinden geldiysem mağarada da başarılı olacağım. Ayrılacağım zaman kazanmaya ve başarı elde etmeye hazır olacağımı sanıyorum.
—Bekle, kendine bu kadar güvenme. Hangi mağaradan bahsettiğimi bilmiyorsun. Şunu bil ki, birçok savaşçı onun ateşiyle denendi ve yok oldu. Mağara hiç kimseye merhamet göstermez, hayalcilere bile. Sabırlı ol ve sana öğreteceğim her şeyi öğren. Böylelikle gerçek bir kazanan olacaksın. Unutma: Kendine güven yardım eder, ama yalnızca doğru orandaysa.
—Anlıyorum. Bütün tavsiyeleriniz için teşekkür ederim. Bunları sonuna kadar takip edeceğime size söz veriyorum. Ne zaman şüphe yüzünden umutsuzluğa düşersem kendime sözlerinizi ve Tanrımın beni her zaman koruyacağını hatırlatacağım. Ruhun karanlık gecesinde kaçış olmadığı zaman korkmayacağım. Umutsuzluk mağarasını yeneceğim, bugüne kadar hiç kimsenin kaçamadığı mağarayı!
Kadın başka bir gün geleceğine söz vererek dostça vedalaştı.
Kulübe
Yeni bir gün başlıyor. Kuşlar fısıldayıp şarkılarını söylüyor, rüzgâr kuzeydoğudan esiyor ve meltemi yılın bu zamanı kızgın bir sıcaklıkla yükselen güneşi ferahlatıyor. Şu an aralık ve okul tatilinin başlangıcı olduğundan bu ay benim için en güzel aylardan birini temsil ediyor. Bu matematik bölümünde çalışmalara adanmış uzun bir yıldan sonra hak edilmiş bir ara; bütün o integraller, türevler ve polar koordinatları unutabileceğin an. Şimdi, hayatın beni içine atacağı bütün o görevlerle ilgili endişelenmem lâzım. Hayallerim buna bağlı. Yatak olarak hazırladığım aşınmış toprağın üzerindeki kötü bir gece uykusunun sonucu olarak sırtım ağrıyor. İnanılmaz bir çabayla inşa ettiğim kulübe ve yaktığım ateş bana gece için belirli bir güvenlik sağladı. Yine de, dışarıda ulumalar ve ayak sesleri duydum. Hayallerim beni nereye getirdi? Cevap medeniyetin henüz ulaşmadığı bir yer olan dünyanın öbür ucuna. Sen ne yapardın okuyucu? Hadi anlatmaya devam edelim.
Kendi düşüncelerime ve sorularıma dalmış bir haldeyken bana yolumda yardım etme sözü veren tuhaf kadının yanımda durduğunu güçlükle fark ettim.
—İyi uyudun mu?
—Eğer iyi hâlâ tek parça olmam anlamına geliyorsa, evet.
—Her şeyden önce, üzerine bastığın toprağın kutsal olduğu konusunda seni uyarmalıyım. Bu yüzden, görünüşe veya dürtülerine aldanma. Bugün senin ilk görevin. Artık sana yiyecek veya su getirmeyeceğim. Onları kendin bulacaksın. Her durumda kalbini dinle. Değerli olduğunu kanıtlamalısın.
—Bu çalılıklarda yiyecek ve su var ve ben bunu bulmalı mıyım? Bakın hanımefendi ben markette alışveriş yapmaya alışığım. Bu kulübeyi görüyor musunuz? Bu terlememe ve gözyaşı akıtmama neden oldu ama hâlâ güvenli olduğunu düşünmüyorum. Neden bana ihtiyacım olan yeteneği bahşetmiyorsunuz? Bence bu dik dağa tırmandığım zaman değerli olduğumu kanıtladım.
—Yiyecek ve su ara. Dağ, manevi gelişim sürecinde yalnızca bir adım. Hâlâ hazır değilsin. Sana, yetenek sunmadığımı hatırlatmalıyım. Bunu yapacak gücüm yok. Ben yalnızca yolu gösteren bir ok işaretiyim. Dileklerini gerçekleştiren mağara. Rüyaları imkânsız olanların aradığı umutsuzluk mağarası diye anılan mağara.
—Deneyeceğim. Kaybedecek başka hiçbir şeyim yok. Mağara benim son başarı umudum.
Bunu söyleyerek ayağa kalktım ve ilk görevime başladım. Kadın bir duman gibi kayboldu.
İlk Görev
İlk bakışta önümde aşınmış bir yol görüyorum. Oradan aşağı yürümeye başlıyorum. Dikenlerle dolu çalıların olduğu yerde en iyisi patikayı takip etmek olacaktır. Ayaklarımla uzaklaştırdığım taşlar bana bir şey söylüyormuş gibi görünüyor. Bu şey doğru yolda bulunduğum olabilir mi? Hayallerimi ararken geride bıraktığım her şeyi düşünüyorum: Ev, yiyecek, temiz kıyafetler ve matematik kitaplarım. Buna gerçekten değer mi? Sanırım öğreneceğim (zaman söyleyecek). Tuhaf kadın bana her şeyi anlatmamış gibi görünüyor. Daha çok yürüdükçe daha azını buluyorum. Tepe artık benim ulaştığım gibi geniş görünmüyor. Bir ışık… ileride bir ışık görüyorum. Oraya gitmem lâzım. Güneş ışıklarının dağın görüntüsünü açıkça yansıttığı yerde geniş bir alana ulaşıyorum. Patika sona erip iki ayrı yol olarak tekrar ortaya çıkıyor. Ne yapıyorum? Saatlerdir yürüyorum ve gücüm tükeniyor gibi görünüyor. Dinlenmek için bir an oturuyorum. İki yol ve iki seçim. Hayatta kaç kez bunun gibi durumlarla karşı karşıya geliyoruz; şirketini hayatta tutmak ve bazı işçileri çıkarmak arasında kalan bir girişimci; Brezilya’nın Kuzeydoğu kesimlerinin iç bölgelerinde, hangi çocuğunu besleyeceğine karar vermek zorunda kalan zavallı anne; karısı ve metresi arasında seçim yapmak zorunda kalan sadakatsiz koca; her neyse, benim hayatımda farklı birçok durum var. Benim avantajım seçimimin yalnızca beni etkileyecek olması. Kadının tavsiye ettiği gibi sezgilerimi takip etmem gerekiyor.
Kalkıyorum ve sağdaki yolu seçiyorum. Bu yolda büyük adımlarla yürüyorum ve çok geçmeden gözüme başka bir alan çarpıyor. Bu defa, bir su havuzu ve etrafında bazı hayvanlara rastlıyorum. Temiz ve şeffaf suda serinliyorlar. Nasıl ilerlemeliyim? Nihayet su buldum ama hayvanlarla dolu. Kalbime danışıyorum ve bana herkesin su için hakkı olduğunu söylüyor. Onları kovamam ve sudan da mahrum bırakamam. Doğa insanlarını hayatta tutmak için bir kaynak bereketi sunuyor. Ben onun dokuduğu ağdaki ipliklerden biriyim. Kendimi efendisi olarak gördüğüm noktadan daha üstün değilim. Ellerimle suya uzanıyorum ve bunu evden getirdiğim küçük bir kavanoza dolduruyorum. Görevin ilk kısmıyla karşılaştık. Şimdi yemek bulmalıyım.
Yiyecek bir şey bulma umuduyla patikada yürümeye devam ediyorum. Öğleni çoktan geçtiğimiz için karnım gurulduyor. Yolun kenarlarına bakmaya başlıyorum. Belki ormanın içinde yiyecek vardır. Ne sıklıkla en kolay yolu seçeriz ama o başarıya götüren yol olmaz? (Bir yolu takip eden her dağcı zirveye ulaşan ilk kişi değildir). Kestirmeler seni hızla hedefine ulaştırır. Bu düşünceyle yoldan ayrılarak kısa süre sonra muz ve Hindistan cevizi ağaçlarına rastlıyorum. Yiyeceğimi bunlardan elde edeceğim. Dağa tırmandığım aynı güç ve inançla onlara da tırmanmalıyım. Bir, iki ve üç kez deniyorum, başardım. Şimdi kulübeye geri döneceğim çünkü ilk görevi tamamladım.
İkinci Görev
Kulübeme ulaştığımda her zamankinden daha parlak görünen dağ koruyucusunu buluyorum. Gözleri benimkilerden hiç ayrılmıyor. Tanrı için çok özel olduğumu düşünüyorum. Varlığını her zaman hissediyorum. Beni her şekilde yeniden diriltiyor. İşsiz olduğumda bir kapı açtı; mesleki olarak gelişmek için bir fırsatım olmadığında bana yeni yollar sundu; kriz zamanlarında beni şeytanın bağlarından kurtardı. Her neyse, bu tuhaf kadından gelen onaylayıcı bakış bana son dönemlere kadar olduğum adamı hatırlattı. Asıl amacım, üstesinden gelmem gereken engellere rağmen kazanmaktı.
—Evet, ilk görevi kazandın. Seni tebrik ederim. (kadın bağırdı). İlk görev bilgeliğini ve karar verme ile paylaşma yeteneğini keşfetmeni amaçlıyordu. İki yol, evreni yöneten “karşıt güçler”i (iyi ve kötü) temsil ediyor. Bir insan iki yoldan birini seçmede tamamen özgürdür. Eğer kişi sağdaki yolu seçerse hayatının bütün anlarında meleklerin yardımıyla aydınlanır. Bu senin seçtiğin yoldu. Bununla beraber bu kolay bir yol değildir. Sıklıkla şüpheye düşeceksin hatta yolun buna değip değmeyeceğini merak edeceksin. Dünyadaki insanlar her zaman acı verici olacak ve iyi niyetinden faydalanacak. Dahası, başkalarına duyduğun güven neredeyse her zaman seni hayal kırıklığına uğratacak. Üzüldüğünde unutma: Senin Tanrın güçlü ve seni hiçbir zaman bırakmayacak. Zenginlik veya şehvetin kalbini saptırmasına asla izin verme. Sen özelsin ve değerinden dolayı Tanrı seni oğlu gibi görüyor. Bu lütuftan asla uzaklaşma. Soldaki yol, Efendi’nin çağrısına isyan eden herkesin yolu. Hepimiz ilahi bir görevle doğmuşuz. Yine de, bazıları materyalizm, kötü etkiler, kalbin yozlaşması ile yoldan sapıyor. Soldaki yolu seçenler İsa’nın bize öğrettiği güzel geleceğe ulaşmayacak. İyi meyve vermeyen her ağaç yolunup dışarıdaki karanlığa fırlatılacak. Bu kötü insanların kaderi, çünkü Efendi âdildir. Suyu ve zavallı hayvanları bulduğun zaman kalbin yüksek sesle konuştu. Her zaman onu dinlersen daha ileriye gideceksin. O anda paylaşma yeteneği üzerinde parladı ve manevi gelişimin de şaşırtıcıydı. Sahip olduğun bilgelik yemek bulmanda sana yardım etti. En kolay yol her zaman takip edilecek doğru yol değildir. Sanırım artık ikinci görev için hazırsın. Üç gün içinde kulübenden çıkıp bir gerçeğin peşine düşeceksin. Vicdanınla hareket et. Eğer geçersen üçüncü ve son göreve ulaşacaksın.
—Tüm bu süre boyunca bana eşlik ettiğiniz için teşekkür ederim. Ne mağarada beni ne beklediğini ne de bana ne olacağını biliyorum. Katkınız benim için çok önemli. Dağa tırmandığımdan beri hayatımın değiştiğini hissediyorum. Daha sakin ve istediğim şey konusunda daha kendine güvenliyim. İkinci görevi tamamlayacağım.
—Çok iyi. Seni bundan üç gün sonra göreceğim.
Kadın bunu söyleyerek bir kez daha ortadan kayboldu. Beni gecenin sessizliğinde cırcır böcekleri, sivrisinekler ve diğer böceklerle baş başa bıraktı.
Dağın Hayaleti
Dağda gece oluyor. Bir ateş yakıyorum ve çıtırtıları kalbimi rahatlatıyor. Dağa tırmanmamdan sonra iki gün geçti ve bana hâlâ yabancı gibi geliyor. Düşüncelerimde geziniyor ve çocukluğuma gidiyorum: Şakalar, korkular, trajediler. Bir Kızılderili gibi giyindiğim günü hatırlıyorum: Yay, ok ve savaş baltasıyla. Şimdi, belli ki gizemli bir yerli adamın ölümü yüzünden kutsal olan bir dağın üzerindeydim. (Kabilenin büyücü doktoru). Ruhumu donduran korkuya karşı başka bir şey düşünmeliyim. Sağır edici sesler kulübemi sarıyor ve ne veya kim olduklarına dair hiçbir fikrim yok. İnsan böyle bir durumda korkusunu nasıl yener? Bana cevap ver okuyucu, çünkü bilmiyorum. Dağı hâlâ tanımıyorum.
Ses daha da yaklaşıyor ve kaçacak hiçbir yerim yok. Kulübeden ayrılmak aptalca olurdu çünkü vahşi bir hayvan tarafından yutulurdum. Her ne ise bununla yüzleşmem gerekecek. Ses duruyor ve bir ışık beliriyor. Bu beni daha da korkutuyor. Ani bir cesaretle bağırıyorum:
—Tanrı adına, kim var orada?
Genizden gelen karanlık bir ses cevaplıyor:
—Ben, umutsuzluk mağarasının yok ettiği cesur savaşçıyım. Hayalinden vazgeç yoksa sen de aynı kadere sahip olacaksın. Ben Xukuru Milleti köyünden küçük yerli bir adamdım. Kabilemin başı ve aslandan güçlü olmayı arzuluyordum. Böylece hedeflerime ulaşmak için kutsal dağa geldim. Dağ koruyucunun beni yapmaya zorladığı üç görevi yerine getirdim. Yine de mağaraya girerken kalbimi ve hedeflerimi paramparça eden ateşi tarafından yutuldum. Bugün ruhum acı çekiyor ve çaresizce bu dağa sıkışıp kaldı. Beni dinle yoksa senin kaderin de aynısı olacak.
Sesim gırtlağımda dondu ve bir an için azap çeken ruha cevap veremedim. Arkasında sığınılacak yer, yemek ve sıcak bir aile ortamı bırakmıştı. Mağarada, imkânsızı gerçekleştirebilecek olan mağarada iki görevim kalmıştı. Hayallerimden kolayca vazgeçemezdim.
—Beni dinle cesur savaşçı. Mağara küçük mucizeleri gerçekleştirmez. Ben eğer buradaysam bunun asil bir nedeni var. Benim kafamda maddi şeyler yok. Benim hayalim bunun ötesinde. Kendimi mesleki ve manevi olarak geliştirmek istiyorum. Kısacası, sevdiğim işi yapmak, sorumlu şekilde para kazanmak ve daha iyi bir evren için yeteneğimle katkı sunmak istiyorum. Hayalimden bu kadar kolay vazgeçmiyorum.
Hayalet cevapladı:
—Mağarayı ve tuzaklarını biliyor musun? Takip ettiği yoldaki aşırı tehlikelerden haberi olmayan zavallı genç bir adamdan başka bir şey değilsin. Koruyucu seni aldatan bir şarlatandan başka bir şey değil. Seni mahvetmek istiyor.
Hayaletin ısrarı beni rahatsız etti. Beni tanıyor olabilir miydi? Tanrı, merhametiyle benim başarısız olmama izin vermezdi. Tanrı ve Bakire Meryem her zaman etkili şekilde benim tarafımdaydı. Bunun kanıtı Bakire’nin hayatım boyunca çeşitli şekillerde belirmesiydi. “Bir Medyumun Görüntüsü”nde (henüz yayınlamadığım bir kitap) bir plazada bankta oturduğum, kuşların ve rüzgârın beni rahatsız ettiği ve dünya ile hayat hakkında genel olarak düşüncelere daldığım bir sahne tasvir ediliyor. Aniden, beni sorgularken gören bir kadının figürü belirdi:
—Tanrı’ya inanıyor musun oğlum?
Hızla cevapladım:
—Elbette, tüm varlığımla.
Bir anda elini başıma koydu ve dua etti:
—Görkemli Tanrı seni ışığıyla kaplasın ve sana birçok yetenek bahşetsin.
Bunu söyleyerek uzaklaştı ve bunu anladığımda artık yanımda değildi. Öylece ortadan kayboldu.
Bu, Bakire’nin hayatımdaki ilk ortaya çıkışıydı. Yine kendisini bir dilenci kılığına sokarak bana gelip bozuk para istedi. Bana bir çiftçi olduğunu ve henüz emekli olmadığını söyledi. Ona cebimdeki bozuklukları seve seve verdim. Parayı alırken bana teşekkür etti ve bunu anladığımda ortadan kaybolmuştu. O an dağda, Tanrı’nın beni sevdiği ve benim tarafımda olduğuna dair en ufak bir şüphem yoktu. Bu yüzden hayalete belirli bir kabalıkla cevap verdim.
—Tavsiyeni dinlemeyeceğim. Sınırlarımı ve inancımı biliyorum. Git buradan! Git bir eve dadan veya öyle bir şey yap. Beni rahat bırak!
Işıklar kayboldu ve ayak sesleri kulübeyi terk etti. Hayaletten kurtulmuştum.
D-Günü
İkinci görevden sonra üç gün geçmişti. Açık, güneşli ve parlak bir Cuma sabahıydı. O sabah, tuhaf kadın yaklaştığında ufku seyrediyordum.
—Hazır mısın? Ormanda sıra dışı bir olay ara ve ilkelerinle hareket et. Bu senin ikinci sınavın.
—Pekâlâ, üç gündür bu anı bekliyordum. Sanırım hazırım.
Aceleyle ormana giden en yakın yola yöneldim. Adımlarım birbirini neredeyse bir müzik ritmi gibi takip ediyordu. Bu ikinci görev aslında neydi? Beni bir endişe sardı ve adımlarım bilinmeyen bir nesne arayışıyla hızlandı. Hemen önümdeki yolun ayrılıp birbirinden uzaklaştığı yerde bir açıklık ortaya çıktı. Ama oraya vardığımda, beni şaşırtan bir şekilde iki ayrı kol yok olmuştu ve onun yerine önümdeki sahneyi görüyordum: bir yetişkin tarafından çekiştirilip sesli şekilde ağlayan bir çocuk. Bu adaletsizlik karşısında duygularım kontrolü ele geçirdi ve böylece haykırdım:
—Bırak çocuğu gitsin! O senden ufak ve kendisini savunamaz.
—Bırakmayacağım! Ona böyle davranıyorum çünkü çalışmak istemiyor.