Karşıt Güçler - Öztürk Betül 3 стр.


—Seni canavar! Küçük çocukların çalışması gerekmez. Okumalı ve iyi bir eğitim almalılar. Bırak onu!

—Kim bırakmamı sağlayacak, sen mi?

Şiddete tamamen karşıyım ama o anda kalbim benden bu pislikten önce harekete geçmemi istedi. Çocuğun serbest kalması gerekiyordu.

Çocuğu nazikçe bu canavardan uzaklaştırıp adama vurmaya başladım. Piç karşılık verdi ve bana birkaç darbe savurdu. Bir tanesi boşluğuma geldi. Dünyam döndü ve güçlü içe işleyen bir rüzgâr tüm bedenimi doldurdu: Zihnimi, uçuşan kuşlarla beraber beyaz ve mavi bulutlar işgal etti. Bir an içinde tüm bedenim gökyüzünde süzülüyormuş gibi görünüyordu. Uzaklardan zayıf bir ses beni çağırdı. Bir an sonra engelleri aşar gibi bir kapının ardından diğerinden geçiyor gibiydim. Kapılar iyice kilitlenmişti ve onları açmak dikkate değer bir çaba gerektiriyordu. Her kapı sıra ile bir salona veya tapınağa açılıyordu. İlk salonda ortasında açık bir İncil bulunan bir masanın etrafında oturan beyaz giyimli insanlar buldum. Bunlar gelecekteki dünyada hüküm sürmeleri için seçilen bakirelerdi. Bir güç beni odadan çıkardı ve ikinci kapıyı açtığımda kendimi ilk tapınakta buldum. Sunağın kenarında Brezilya’nın fakirlerinin isteğiyle tütsü çubukları yanıyordu. Sağ elin olduğu tarafta bir rahip yüksek sesle dua ediyordu ve bir anda tekrarlamaya başladı: Kâhin! Kâhin! Kâhin! Yanında beyaz gömlekli iki kadın vardı. Üzerlerinde şu yazılıydı: Mümkün hayal. Her şey kararmaya başladı ve duruşumu toparladığımda başımı döndüren bir hızla şiddetli bir şekilde dışarı çekildim. Üçüncü kapıyı açtım ve bu defa toplantı yapan bir grup insanla karşılaştım: bir papaz, bir rahip, bir Budist, bir Müslüman, bir spiritüalist, bir Yahudi ve Afrika dinlerini temsile den birisiyle karşılaştım. Bir halka oluşturmuşlardı ve ortasında alevleriyle “Tanrı’ya giden halkların ve yolların birliği” yazan bir ateş yanıyordu. En sonunda sarılıp beni de gruba çağırdılar. Ateş ortadan uzaklaştı ve elime yerleşip “çıraklık” kelimesini yazdı. Ateş saf bir ışıktı ve yakmıyordu. Grup dağıldı, ateş söndü ve tekrar odadan dışarı, dördüncü kapıyı açtığım yere çekilmiştim. İkinci tapınak tamamen boştu ve sunağa yaklaştım. Kutsal varlığın önünde eğildim, yerdeki bir kâğıdı aldım ve isteğimi yazdım. Kâğıdı katladım ve resmin ayaklarına koydum. Uzaktan gelen ses giderek netleşip keskinleşti. Tapınaktan ayrıldım, kapıyı açtım ve nihayet uyandım. Yanımda dağın koruyucusu vardı.

—Demek uyandın. Tebrikler! Görevi kazandın. İkinci görev kendinin ve hareketinin kapasitesini keşfetmeyi hedefliyordu. “Karşıt Güçler”i temsil eden iki yol tek olmuştu ve bu sol tarafta karşılaşacağını bildiğin şeyleri unutmadan doğru tarafa gitmen gerektiği anlamına geliyordu. Davranışın, buna ihtiyacı olmadığı gerçeğine rağmen çocuğu kurtardı. Tüm o sahne seni değerlendirmek için benim zihinsel olarak yaptığım kurguydu. Doğru yaklaşımı seçtin. İnsanların çoğu adaletsiz sahnelerle karşılaştığında karışmamayı tercih eder. İhmal ciddi bir günahtır ve kişi saldırganın suç ortağı olur. Sen İsa Mesih’in bizim için yaptığı gibi kendini sundun. Bu tüm hayatın boyunca seninle olacak bir ders.

—Beni tebrik ettiğin için teşekkür ederim. Her zaman ihmal edilenlerin iyiliği için hareket ederdim. Kafamı karıştıran şey daha önce tecrübe ettiğim manevi deneyim. Bu ne demek? Bana açıklayabilir misin, lütfen?

—Hepimiz düşünce yoluyla diğer dünyalara geçebilme yeteneğine sahibiz. Buna astral seyahat deniyor. Bu konuyla ilgilenen bazı uzmanlar var. Gördüğün şey senin veya bir başkasının geleceğiyle alakalı olmalı, asla bilemezsin.

—Anlıyorum. Dağa tırmandım, ilk iki görevi tamamladım ve manevi olarak gelişiyor olmalıyım. Sanırım yakında umutsuzluk mağarasıyla yüzleşmeye hazır hale geleceğim. Mucizeler gerçekleştiren ve hayalleri daha da derinleştiren mağara.

—Üçüncüyü de yapmalısın ve yarın sana ne olduğunu söyleyeceğim. Talimatlar için bekle.

—Emredersiniz General. Endişe içinde bekliyorum. Senin bana seslendiğin gibi, bu Tanrı’nın Çocuğu çok aç ve daha sonrası için çorba hazırlayacak. Siz de davetlisiniz hanımefendi.

—Harika. Çorba severim. Bunu, seni daha iyi tanımak için bir avantaj olarak kullanacağım.

Tuhaf kadın gitti ve beni düşüncelerimle yalnız bıraktı. Çorba malzemeleri aramak için ormana gitti.

Genç Kız

Çorba hazır olduğunda dağ çoktan kararmıştı. Gecenin soğuk rüzgârı ve etraftaki böceklerin sesleri etrafı daha da kırsal hale getiriyor. Tuhaf kadın henüz kulübeye gelmedi. O geldiğinde her şeyi düzene sokmuş olmayı umuyorum. Çorbanın tadına bakıyorum: Gerekli tüm baharatlara sahip olmasam da gerçekten iyiydi. Bir süreliğine kulübeden çıktım ve göğe baktım: Çabalarımın şahidi yıldızlardı. Dağa tırmandım, koruyucusunu buldum, iki görevi tamamladım (biri diğerinden daha zordu), bir hayaletle karşılaştım ve hâlâ ayaktayım. “fakirler hayalleri için daha fazla uğraşır.” Yıldızların dizilişine ve ışıklarına baktım. Her şey içinde yaşadığımız büyük evrende kendi önemine sahiptir. İnsanlar da aynı şekilde önemlidir. Beyaz, siyah, zengin, fakir, A dininden, B dininden veya herhangi bir inanç sistemindenler. Hepsi aynı babanın çocukları. Ben de bu evrendeki yerimi almak istiyorum. Ben sınırları olmadan düşünen biriyim. Bir hayalin paha biçilemez olduğunu düşünüyorum ama umutsuzluk mağarasına girmek için bunun bedelini ödemek istiyorum. Bir kere daha göğe bakıp kulübeye dönüyorum. Koruyucuyu orada bulduğumda şaşırmadım.

—Uzun süredir mi buradasın? Fark etmemiştim.

—Göğe bakmaya fazla odaklanmıştın, o anın büyüsünü bozmak istemedim. Buna ek olarak, evimde gibi hissediyorum.

—Çok iyi. Yaptığım şu eğreti tabureye otur. Çorbayı servis edeceğim.

Hâlâ sıcak olan çorbayı ormanda bulduğum bir su kabağının içinde tuhaf kadına servis ettim. Geceyi kamçılayan rüzgâr yüzümü okşayıp kulağıma kelimeler fısıldıyordu. Hizmet ettiğim bu tuhaf kadın kimdi? Hayaletin ima ettiği gibi gerçekten beni yok etmek isteyip istemediğini merak ediyordum. Onunla ilgili birçok şüphem vardı ve bu onlardan kurtulmam için harika bir fırsattı.

—Çorba iyi mi? Çok büyük bir özenle hazırladım.

—Harika! Hazırlamak için içine ne koydun?

—Taşlardan yaptım. Sadece şaka yapıyorum! Bir avcıdan bir kuş satın aldım ve ormandan bazı doğal çeşnileri kullandım. Ama konuyu değiştirelim, sen gerçekten kimsin?

—Ev sahibinin ilk önce kendisinden bahsetmesi iyi bir misafirperverliği gösterir. Buraya dağın tepesine geldiğinden beri dört gün geçti ve adından bile emin değilim.

—Peki, iyi. Ama bu uzun bir hikâye. Hazır ol. Adım Aldivan Teixeira Tôrres ve üniversitede matematik dersi veriyorum. İki büyük tutkum edebiyat ve matematik. Kitapları her zaman sevdim ve küçüklüğümden beri kendiminkini yazmak istedim. Lisenin ilk yılında eski ahitte hazreti Süleyman’a yazılan kitaptan alıntıları, hikmetli sözleri ve atasözlerini bir araya getirdim. Metinler benim olmasa da çok mutluydum. Herkese büyük bir gururla gösteriyordum. Liseyi bitirip bir bilgisayar kursuna gittim ve bir süreliğine okumaya ara verdim. Bundan sonra yerel bir üniversitede teknik dersleri denedim. Bununla beraber, bunun benim kaderim olmadığını anladım. Bu alanda staja hazırlandım. Yine de sınavdan bir gün önce tuhaf bir güç sürekli olarak vazgeçmemi istiyordu. Zaman geçtikçe bu gücün baskısını daha fazla hissediyordum, ta ki sınava girmemeye karar verene dek. Baskı geçti ve kalbim sakinleşti. Sanırım gitmememe neden olan şey kaderdi. Kendi sınırlarımıza saygı göstermeliyiz. Birkaç teklif yaptım, onaylanmıştı ve eğitim yöneticiliği asistanlığı rolündeydim. Üç yıl önce kaderden başka bir işaret aldım. Bazı sorunlarım vardı ve gergin bir ayrılışla sonlandı. Daha sonra yazmaya başladım ve kısa sürede iyileşmeme yardım etti. Sonuç, henüz yayınlamadığım “Medyumun Görüntüsü” kitabıydı. Bütün bunlar bana yazabildiğimi ve şerefli bir mesleğim olduğunu gösterdi. Düşündüğüm şey şu: Hoşlandığım şeyi yaparak çalışmak ve mutlu olmak istiyorum. Bu fakir bir insanın istemesi için çok mu?

—Tabii ki değil, Aldivan. Yeteneğin var ve bu dünyada nadir görülen bir şey. Doğru zamanda başaracaksın. Zafere ulaşanlar hayallerine inananlardır.

—İnanıyorum. Bu yüzden medeniyetin temellerinin henüz ulaşmadığı hiçliğin ortasındaki bu yerdeyim. Dağa tırmanmak, görevlerin üstesinden gelmek için bir yol buldum. Şu an bana kalan tek şey mağaraya girmek ve hayallerimi gerçekleştirmek.

—Sana yardım etmek için buradayım. Kutsal hâle geldiğinden beri dağın koruyucusuyum. Görevim umutsuzluk mağarasını arayan tüm hayalperestlere yardım etmek. Bazıları para, güç, toplumsal gösteriş veya diğer bencil maddi hayallerini gerçekleştirmek istiyor. Şimdiye kadar hepsi başarısız oldu ve sayıları az da değildi. Mağara dilekleri yerine getirme konusunda âdil.

Sohbet canlı bir tarzda bir süre daha devam etti. Tuhaf bir ses beni kulübeden dışarı çağırırken konuşmaya olan ilgimi yavaşça kaybediyordum. Bu ses beni her çağırdığında meraktan dışarı çıkmaya mecbur hissediyordum. Gitmeliydim. Düşüncelerimdeki bu tuhaf sesin ne demek istediğini bilmek istiyordum. Kadına nazikçe veda ettim ve sesin geldiği yere yöneldim. Beni ne bekliyor? Hadi beraber devam edelim okuyucu.

Gece soğuktu ve ısrarlı ses zihnimde duruyordu. Aramızda bir tür tuhaf bağlantı vardı. Kulübenin dışında şimdiden birkaç metre yürümüştüm ama bedenim kilometrelerce yürümüşçesine gibi yorgundu. Zihinsel olarak aldığım talimatlar beni karanlığa yönlendirdi. Yorgunluk, korku ve bilinmeyen ve merak birleşimi beni kontrol ediyordu. Bu tuhaf ses kime aitti? Sesin sahibi kadın ne yapmamı istiyordu? Dağ ve sırları… dağı tanımaya başladığımdan beri ona saygı duymayı öğrenmiştim. Koruyucu ve sırları, yüzleşmek sorunda kaldığım görevler, hayaletle karşılaşma; hepsi özeldi. Kuzeydoğudaki en yüksek, hatta en etkileyici bile değildi ama kutsaldı. Büyücü doktor efsaneleri ve hayallerim beni ona yönlendirmişti. Bütün görevleri kazanmak, mağaraya girmek ve dileğimi söylemek istiyordum. Değişmiş bir adam olacaktım. Artık yalnızca kendim değil, mağarayı ve ateşini yenen adam olacaktım. Koruyucunun fazla güvenmemeyle ilgili sözlerini hatırlıyorum. İsa’nın sözlerini hatırlıyorum:

-—Bana inanan sonsuz hayata sahip olur

Bunun içerdiği riskler hayallerimden vazgeçmemi sağlamayacak. Bu düşünceyle beraber her zamankinden daha inançlıyım. Ses daha da güçlü hale geliyor. Sanırım gideceğim yere varıyorum. Tam önümde bir kulübe görüyorum. Ses bana oraya gitmemi söylüyor.

Kulübe ve etrafı aydınlatan ateşi açık, düz bir zeminde. Genç, uzun, zayıf ve siyah saçlı bir kız ateşte bir tür meze pişiriyor.

—Demek geldin. Çağrıma cevap vereceğini biliyordum.

—Kimsin sen? Benden ne istiyorsun?

—Mağaraya girmek isteyen başka bir hayalperestim.

—Beni zihninle çağırabilmek için nasıl özel güçlere sahipsin?

—Bu telepati, ahmak. Bilmiyor musun?

—Duymuştum. Bana da öğretebilir misin?

—Bir gün öğreneceksin, ama benden değil. Söyle bana, hangi hayal seni buraya getiriyor?

—Her şeyden önce, adım Aldivan. Karşıt güçlerimi bulmak umuduyla dağa tırmandım. Kaderimi belirleyebilirler. İnsan karşıt güçlerini kontrol edebilirse mucizeler gerçekleştirebilir. Sevdiğim bir alanda çalışma hayalimi gerçekleştirmek için ihtiyacım olan bu ve bununla birçok ruhun hayal kurmasını sağlayacağım. Yanlıca kendim değil bana bu yetenekleri veren tüm evren için mağaraya girmek istiyorum. Dünyadaki yerimi alacağım ve bu şekilde mutlu olacağım.

—Adım Nadja. Pernambucan sahilinde yaşıyorum. Topraklarımda bu mucizevî dağdan ve mağarasından bahsedildiğini duydum. Her şeyin yalnızca bir efsane olduğunu düşünsem de buraya bir yolculuk yapmak hemen ilgimi çekti. Eşyalarımı toplayarak Mimoso’yu arkamda bırakıp ayrıldım ve dağa tırmandım. Büyük ikramiyeyi vurdum. Şimdi buradayım, mağaraya gireceğim ve dileğimi gerçekleştireceğim. Güç ve zenginlikle donanmış büyük bir tanrıça olacağım. Herkes bana hizmet edecek. Senin hayalin çok saçma. Dünyaya sahip olabilecekken neden bu kadar az istiyorsun?

—Yanılıyorsun. Mağara küçük mucizeleri gerçekleştirmiyor. Başarısız olacaksın. Koruyucu senin girmene izin vermeyecek. Mağaraya girmek için iç görevi yerine getirmelisin. Ben iki aşamayı zaten geçtim. Sen kaç tane kazandın?

—Ne kadar aptalca, görevler ve koruyucular. Mağara yalnızca en güçlü ve kendine güveni en fazla olanlara saygı duyar. Hayallerime yarın ulaşacağım ve kimse beni durdurmayacak, duydun mu?

—Sen bilirsin. Pişman olduğunda çok geç olacak. Eh, sanırım gidiyorum. Biraz dinlenmem lâzım çünkü geç oldu. Sana gelince, sana mağarada şans dileyemem çünkü Tanrı’nın kendisinden daha güçlü olmak istiyorsun. İnsan bu noktaya gelirse kendisini yok eder.

—Saçma, sadece konuşuyorsun. Hiçbir şey beni kararımdan döndürmeyecek.

İnatçı olduğunu görünce onun için üzülerek vazgeçtim. İnsanlar bazen nasıl bu kadar küçülebiliyorlar? İnsan yalnızca doğru ve eşitlikçi idealler için savaştığında değerli oluyor. Yolu yürürken aklıma bunun yanlış bir sınav veya diğerlerinin ihmali yüzünden mi olduğunu düşünerek yanıldığım zamanlar geldi. Bu beni mutsuz ediyor. Hepsinin üstünde, ailem tamamen hayalimin karşısında ve bana inançları yok. Bu canımı yakıyor. Bir gün mantıklı düşünüp hayallerin gerçek olabileceğini görecekler. O gün, her şey söylenip yapıldıktan sonra zafer şarkımı söyleyeceğim ve yaratıcıyı onurlandıracağım. Bana her şeyi verdi ve yalnızca yeteneklerimi paylaşmamı istedi, çünkü İncil’in söylediği gibi bir ışık yakıp onu masanın altına koymayın. Onu herkesin benimseyip aydınlanması için yukarı koyun. Yol kayboluyor ve aniden inşa etmek için çok ter döktüğüm kulübeyi görüyorum. Uyumam gerekiyor çünkü yarın bir bakla gün ve kendim ve dünya için plânlarım var. İyi geceler okuyucular. Sıradaki bölüme kadar…

Sarsıntı

Yeni bir gün başlıyor. Aydınlık beliriyor, sabah meltemi saçlarımı okşuyor, kuşlar ve böcekler kutlama yapıyor ve bitkiler yeniden doğmuş gibi görünüyor. Bu, her gün oluyor. Gözlerimi ovuşturup yüzümü yıkıyor, dişlerimi fırçalayıp banyo yapıyorum. Bu benim kahvaltıdan önceki rutinim. Orman ne avantaj ne de seçenek sunuyor. Buna alışık değilim. Annem beni kahvemi bana getirecek kadar şımarttı. Kahvaltımı sessizce yapıyorum ama zihnimde bir ağırlık var. Üçüncü ve son görev ne olacak? Bana mağarada ne olacak? Cevabı olmayan çok fazla soru var, bu başımı döndürüyor. Sabah ve sabahla beraber heyecanlarım, korkularım, ürpertilerim de ilerliyor. Ben artık kimim? Belli ki aynı değilim. Ne olduğunu bile bilmediğim bir kaderi aramak için kutsal bir dağa tırmandım. Koruyucuya rastladım ve yeni değerlerle daha önce varlığını hayal ettiğimden bile büyük bir dünyayı keşfettim. İki görevi tamamladım ve şimdi sadece üçüncüsüyle karşılaşmam gerek. Uzak ve bilinmeyen ürpertici bir üçüncü görev. Kulübenin etrafındaki yapraklar her zamankinden yavaş hareket ediyor. Doğayı ve işaretlerini anlamaya başladım. Birisi yaklaşıyor.

—Merhaba! Orada mısın?

Sıçradım, bakışlarımın yönünü değiştirdim ve koruyucunun gizemli figürüne baktım. Daha mutlu ve görünen yaşına göre hoş duruyor.

—Gördüğün gibi buradayım. Bana ne haberler getirdin?

—Bildiğin gibi, bugün üçüncü ve son görevini ilan etmeye geldim. Bu, burada, dağdaki yedinci gününde gerçekleşecek, çünkü bu bir ölümlünün burada kalabileceği en uzun süre. Bu basit ve şundan oluşuyor: aynı gün kulübenden ayrılırken yolda karşılaştığın ilk insan veya hayvanı öldür. Yoksa sana en derin arzularını bahşedecek olan mağaraya giremeyeceksin. Ne dersin? Kolay değil mi?

Назад Дальше