Öldürme Nedeni - Блейк Пирс 2 стр.


Bir çetenin karargahından kurtarmış olduğu İrlandalı bir kadın polis memurunun yanından geçti; kadın ona şöyle bir bakıp “İyi şanslar, Avery. Bunu hak ediyorsun,” diye fısıldadı.

Avery gülümsedi. “Teşekkürler.”

Günün ilk güzel sözü ona baş komiserin odasına kadar taşıdığı bir güven verdi. Ramirez’in cam bölmenin birkaç adım ötesinde durduğunu görünce şaşırdı. Ramirez başını kahvesinden kaldırıp sırıttı.

“İçeri gel,” dedi baş komiser. “Kapıyı da kapat.”

Avery oturdu.

O’Malley yakından epeyi görkemli bir adamdı. Saçlarının boyalı olduğu belliydi; gözlerinin ve ağzının kenarlarındaki birçok kırışık da oldukça belirgindi. Şakaklarını ovuşturup geriye yaslandı.

“Burayı sevdin mi?” dedi.

“Nasıl yani?”

“A1’i diyorum. Boston’ın kalbi. Şehrin en civcivli yerindesin. Büyük Şehir. Ufak bir kasabadansın, değil mi? Oklahoma mıydı?”

“Ohio.”

“Doğru, doğru,” diye mırıldandı baş komiser. “A1’in nesini bu kadar seviyorsun? Boston’da daha birçok departman var. Southside’da B2’de, belki D14’te başlayabilir, banliyölerde işler nasıl diye bakabilirdin. Orada bir sürü çete var. Ama sadece buraya başvurdun.”

“Büyük şehirleri severim.”

“Burada ciddi sapıklarla karşılaşırız. Yine bunlarla uğraşmak istediğinden emin misin? Burası cinayet masası. Devriye işinden farklıdır.”

“Batı Yakası Katilleri’nin liderinin birisinin derisini diri diri yüzerken, çetesinin geri kalanının şarkılar söyleyip onu izlediğine şahit oldum. Siz tam olarak ne tür ‘sapıklardan’ söz ediyorsunuz?”

O’Malley onun hiçbir hareketini kaçırmıyordu.

“Duyduğum kadarıyla, şu Harvardlı sapık seni fena oyuna getirmiş. Seni salak durumuna düşürmüş. Hayatını mahvetmiş. Yıldız bir avukatken gözden düşmüşsün, sonra da hiçbir şey olmamış. Derken, çaylak bir polis memuru olmuşsun. Bunun seni incitmiş olması gerek.”

Avery oturduğu yerde sıkıntıyla kıpırdandı. Baş komiserin neden bunları tekrar gündeme getirmesi gerekiyordu? Neden şimdi? O gün, Cinayet Masası’na terfi edişini kutladığı gündü ve bunu mahvetmek istemiyordu… Hele geçmişi düşünmeyi hiç istemiyordu. Olan olmuştu. Artık sadece ileriye bakabilirdi.

“Ama durumunu düzlettin…” Baş komiser saygıyla başını salladı. “Kendine burada yeni bir hayat kurdun. Bu sefer, doğru taraftasın. Buna saygı duymak gerek. Ama,” dedi onu süzerek, “hazır olduğundan emin olmak istiyorum. Hazır mısın?”

Avery onun nereye varmak istediğini merak ederek dikkatle suratına baktı.

“Hazır olmasaydım, burada olmazdım.”

Baş komiser tatmin olmuş gibi başını salladı.

“Az önce bir çağrı geldi,” dedi. “Bir kız ölmüş. Belirli bir biçimde bırakılmış. İyi gözükmüyor. Olay yerindekiler ne olduğunu anlayamamışlar.”

Avery’nin kalp atışları hızlandı.

“Hazırım,” dedi.

“Öyle mi? Bu işte iyisin, ama bu olay büyük bir şeye dönüşürse, çökmeyeceğinden emin olmak istiyorum.”

“Çökmem.”

“Ben de bunu duymak istiyordum,” dedi baş komiser. Masasındaki kağıtları yana itti. “Cinayet Masası’nın başında Dylan Connelly var. Şu anda suç mahallinde adli tıp bölümüyle birlikte. Bu arada, yeni bir partnerin de var. Onu öldürtmemeye çalış.”

“O olay benim hatam değildi,” dedi Avery şikayet eder gibi. Sırf önyargılı bir gerzeğin teki olan eski partneri, silahını kaptığı gibi bir çeteye tek başına sızdığı ve onun başarılarının üstüne konmak istediği için İç İşleri’nin kısa bir süre önce başlattığı soruşturmayı düşününce içi öfkeyle doldu.

Baş komiser dışarıyı işaret etti.

“Partnerin seni bekliyor. Seni baş dedektif yaptım. Beni hayal kırıklığına uğratma.”

Avery dışarıda Ramirez’in beklediğini gördü. Ofladı.

“Ramirez mi? Neden o?”

“Cidden mi?” Baş komiser omuzlarını silkti. “Seninle bir tek o çalışmak istedi. Buradaki herkes senden nefret ediyor gibi.”

Avery midesindeki o düğümün gerildiğini hissetti.

“Ayağını denk al, genç dedektif,” dedi baş komiser ayağa kalkıp görüşmenin sona erdiğini belli ederken. “Edinebileceğin bütün dostlara ihtiyacın olacak.”

İKİNCİ BÖLÜM

“Nasıl gitti?” diye sordu Ramirez, Avery ofisten çıktıktan sonra.

Avery başını eğip yürümeye devam etti. Havadan sudan konuşmaktan hiç hoşlanmazdı ve birlikte çalıştığı polis memurlarının ona küfür içermeyen bir şey söylemediğini duyarsa onlara güvenmezdi.

“Nereye gidiyoruz?” diye sordu.

“Doğrudan işe girişiyorsun demek.” Ramirez gülümsedi. “Bunu bilmek güzel. Tamam, Black; nehir kenarındaki Lederman Parkı’ndaki bir banka bırakılmış ölü bir kız var. Trafiğin yoğun olduğu bir bölge. Bir katilin bir cesedi bırakacağı bir yer değil.”

Yanlarından geçtikleri polis memurları Ramirez’e beş çaktılar.

“Parçala onu, kaplan!”

“Gününü göster, Ramirez.”

Avery başını salladı. “Çok hoş,” dedi.

Ramirez ellerini kaldırdı.

“Ben bir şey yapmadım.”

“Sorun hepinizsiniz,” dedi Avery sinir olmuş bir ifadeyle. “Bir polis karakolunun bir hukuk şirketinden daha kötü olabileceği hiç aklıma gelmemişti. Gizli erkekler kulübü, değil mi? Kızların girmesi yasak.”

“Sakin ol, Black.”

Avery asansörlere yöneldi. Birkaç polis memuru onu sinir ettiler diye şakalaştılar. Genellikle, Avery bu tür şeyleri görmezden gelebiliyordu, ama bu yeni vaka çoktan sert dış görünümünü sarsmıştı. Baş komiserin kullandığı sözcükler, bunun sıradan bir cinayet olmadığına işaret ediyordu: Olay yerindekiler ne olduğunu anlayamamışlar. Belirli bir biçimde oraya bırakılmış.

Yeni partnerinin küstah ve ilgisiz tavrı da pek rahatlatıcı değildi: Sıradan gözüküyor. Ama hiçbir şey sıradan değildi.

Ramirez kapıyı tuttuğunda asansör tam kapanmak üzereydi.

“Bak, özür dilerim, tamam mı?”

Samimi gibiydi. Ellerini kaldırmış, koyu renkli gözlerinde özür diler gibi bir ifade belirmişti. Bir düğmeye bastılar ve aşağı inmeye başladılar.

Avery ona baktı.

“Baş komiser benimle bir tek senin çalışmak istediğini söyledi. Neden?”

“Sen Avery Black’sin,” dedi Ramirez, yanıt çok barizmiş gibi. “Seni nasıl merak etmezdim? Kimse seni tanımıyor, ama herkesin senin hakkında bir fikri var: gerzek, dâhi, modası geçmiş, girişken, katil, kurtarıcı. Doğruları yanlışlardan ayırmak istedim.”

“Niye umurunda ki?”

Ramirez ona gizemli bir ifadeyle gülümsedi.

Ama yanıt vermedi.

* * *

Avery hızlı adımlarla otoparkta ilerleyen Ramirez’in peşinden gitti. Ramirez kravat takmamıştı ve gömleğinin ilk iki düğmesi ilikli değildi.

“Arabam şurada,” dedi Ramirez.

Onu tanıyormuş gibi görünen birkaç üniformalı polisin yanından geçtiler; biri el sallayıp, Onunla ne işin var? der gibi tuhaf tuhaf baktı.

Ramirez onu toz kaplı, koyu kırmızı renkli, içinde ten rengi yırtık koltukları olan bir Cadillac’a götürdü.

“Sağlam arabaymış,” diye espri yaptı Avery.

“Bu bebek beni defalarca kurtardı,” dedi Ramirez gururla. Arabanın kaportasını sevgiyle okşadı. “Tek yapmam gereken bir pezevenk veya açlıktan geberen bir İspanyol gibi giyinmek. Sonra, kimse dönüp bakmıyor bile.”

Otoparktan çıktılar.

Lederman Parkı karakoldan sadece birkaç kilometre uzaklıktaydı. Batıdaki Cambridge Sokağı’na doğru gidip, Blossom’dan sağa saptılar.

“Eee,” dedi Ramirez. “Bir zamanlar bir avukat olduğunu duydum.”

“Evet?” Avery temkinli mavi gözleriyle yan yan ona baktı. “Başka neler duydun?”

“Bir ceza avukatıymışsın,” dedi. “Hem de en iyisiymişsin. Goldfinch & Seymour’da çalışmışsın. Orası hiç de fena bir yer değildir. Neden ayrıldın?”

“Bilmiyor musun?”

“Bir sürü baş belasını savunduğunu biliyorum. Kusursuz bir sicil, değil mi? Hatta pis işlere bulaşmış birkaç polisi de içeri attığını biliyorum. İyi bir hayat yaşamış olmalısın. Müthiş bir maaş ve bitmek tükenmek bilmeyen bir başarı. Bir insan tüm bunları geride bırakıp da nasıl bu teşkilata katılır?”

Avery etrafı kilometrelerce dümdüz ovalarla çevrili ufak bir çiftlikte büyüdüğü evi hatırladı. O yalnızlık ona asla iyi gelmemişti. Hayvanlar veya çiftlik kokusu da öyle: dışkılar, hayvan postları ve tüyleri. Daha ilk baştan, oradan kaçıp gitmek istemişti. Gidebileceği yerse Boston’dı. İlk önce, üniversite, sonra da hukuk okulu ve kariyer.

Şimdi de bu.

İç çekti.

“Sanırım, bazı şeyler planladığımız gibi gitmiyor.”

“Nasıl yani?”

Avery’nin gözlerinin önüne yine kalın çerçeveli gözlüklü, suratı kırış kırış yaşlı adamın o tanıdık, meşum gülümsemesi geldi. İlk başlarda ne kadar da samimi, mütevazı, zeki ve dürüst gözükmüştü. Hepsi öyleydi, diye düşündü.

Duruşmaları sona erene ve günlük hayatlarına geri dönene kadar… Avery de çaresiz kişilerin kurtarıcısı ve insanların savunucusu değil, fazla karmaşık ve değişmeyecek kadar kök salmış bir oyunda sıradan bir piyon olduğunu kabullenmek zorunda kalmıştı.

“Hayat zor,” dedi düşünceli düşünceli. “Bir gün bir şeyler bildiğini sanıyorsun, ertesi gün bakıyorsun ki örtü kalkmış ve her şey değişmiş.”

Ramirez evet der gibi başını salladı.

“Howard Randall,” dedi, onun neden söz ettiğini anlamış gibi.

Bu isim Avery’nin etrafındaki her şeyi daha iyi fark etmesini sağladı. Arabadaki serin hava, koltukta oturuş şekli, şehirde bulundukları yer. Kimse uzun süredir o adamın ismini yüksek sesle söylememişti. Özellikle de onunla konuşurken. Kendisini savunmasız ve korumasız hissetti. Bedeni gerilerek tepki verdi ve biraz daha dik oturdu.

“Pardon,” dedi Ramirez. “Ben şey yapmak…”

“Sorun değil.”

Ama sorundu. O adamdan sonra her şey sona ermişti. Hayatı. İşi. Akıl sağlığı. Ceza avukatlığı en hafif ifadeyle zorlu bir işti, ama o adam her şeyi yoluna koymuş olması gereken kişiydi. Herkes tarafından saygı duyulan, sade ve iyi yürekli, dahi bir Harvard profesörü cinayetle suçlanmıştı. Avery’nin kurtuluşu da onu savunarak gelecekti. Bir kez olsun, çocukluğundan beri hayalini kurduğu şeyi yapıyor olacaktı: Masumları korumak ve adaletin yerini bulduğundan emin olmak.

Ama bunların hiçbiri olmamıştı.

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

Park çoktan halka kapanmıştı.

İki sivil giyimli polis memuru Ramirez’in arabasının iki yanına geçti ve ana otoparktan sola doğru gitmesini işaret etti. Adamlar arasında Avery’nin bölümünden de polis memurları vardı. Avery bir sürü eyalet polisi gördü.

“Eyalet polisi neden burada?” diye sordu.

“Merkezleri sokağın hemen yukarısında.”

Ramirez arabayı bir dizi polis devriye arabasının yanına çekti. Alanın büyük bir bölümü sarı polis kordonuyla çevrilmişti. Haber kanallarının minibüsleri, gazeteciler, kameralar, başka haberciler ve parkın müdavimleri kordonun ardında durmuş neler olduğunu görmeye çalışıyorlardı.

“Buradan öteye kimse geçemez,” dedi bir polis memuru.

Avery rozetini gösterdi.

“Cinayet masası,” dedi. Yeni pozisyonunu ilk defa dile getirmişti ve gurur duymuştu.

“Connelly nerede?” diye sordu Ramirez.

Polis memurlarından biri ağaçları işaret etti.

Sollarında kalan bir beysbol sahasının yanından ilerlediler. Onları bir sıra ağaçtan önce yine sarı kordonlar karşıladı. Sık ağaç örtüsünün altındaki patika Charles Nehri’nin yanından uzanıyordu. Polis memurlarından biri, bir adli tıp uzmanı ve bir fotoğrafçıyla birlikte bir bankın yanında durdu.

Avery oraya daha önceden varmış olanlarla konuşmamaya gayret etti. Seneler boyunca, sosyal etkileşimlerin odak noktasını alt üst ettiğini ve başkalarından gelen çok sayıda sorunun ve formalitelerin bakış açısını zorladığını hissetmişti. Ne yazık ki, onun tüm departmanda aşağılanmasına neden olan şeylerden biri de buydu.

Kurban, banka yanlamasına oturtulmuş bir genç kızdı. Ölü olduğu belliydi, ama maviye dönmüş teni, pozisyonu ve surat ifadesi haricinde oradan geçen birisi bir terslik olup olmadığını ilk bakışta sorgulamazdı.

Kızın elleri, sevgilisini bekleyen bir âşık gibi bankın sırt kısmında duruyordu. Çenesiyse ellerine dayanmıştı. Dudaklarında muzip bir ifade vardı. Bedeni sanki uzun süre orada oturmuş da birisine bakmak için hafifçe dönmüş, ya da derin bir iç çekmiş gibi yana kaymıştı. Üstünde sarı renkli yazlık bir elbise, ayaklarında beyaz renkli plaj terlikleri vardı. O güzelim kestane rengi saçları sol omzundan arkaya atılmıştı. Bacak bacak üstüne atmıştı ve ayak parmakları hafifçe patikaya değiyordu.

Kurbanın sadece gözleri çektiği acıyı ele veriyordu. Bu gözlerden acı ve inanmazlık yayılıyordu.

Avery zihninde gecelerini ve gündüz hayallerini ele geçirmiş olan yaşlı adamın sesini duydu. Kendi kurbanlarıyla ilgili olarak, ona bir keresinde, Onlar ne ki? Sadece araçlar; isimsiz ve suratsız araçlar, demişti. Milyarlarca kişi arasından amaçlarını bekleyen sadece birkaç kişi.

İçi öfkeyle doldu. İfşa olmaktan, utanmaktan ve en çok da tüm hayatının yerle bir olmasından dolayı öfkelendi.

Cesede biraz daha yaklaştı.

Bir avukat olarak, sayısız adli tıp raporları, adli tabip fotoğrafları ve üstünde çalıştığı davalarla ilgili her şeyi incelemek zorunda kalmıştı. Bir polis memuru olarak ise eğitimi, cinayet kurbanları üzerinde kendi kendine yaptığı rutin incelemeler ve dürüst değerlendirmeler sayesinde inanılmaz derecede gelişmişti.

Kurbanın elbisesinin yıkandığını, saçlarının temizlendiğini fark etti. El ve ayak tırnaklarına yeni oje sürülmüştü. Kurbanın tenini kokladığında, burnuna hindistancevizi, bal ve belli belirsiz bir formaldehit kokusu geldi.

“Onu öpmeyi mi düşünüyorsun?” dedi birisi.

Avery o sırada cesedin üstüne eğilmişti ve elleri arkasındaydı. Bankta üstüne ‘4’ yazılmış sarı renkli bir not duruyordu. Bunun yanında da kızın belinin alt kısmında sarı renkli elbisesi yüzünden zor fark edilen keçeleşmiş turuncu renkli kıllar gözüküyordu.

Cinayet Masası Şefi Dylan Connelly ellerini beline dayamış bir yanıt bekliyordu. Dalgalı sarı saçları ve delici mavi gözleri ona sert ve güngörmüş bir hava veriyordu. Göğüs ve kolları mavi gömleğinden dışarı fırlamak üzereydi. Kahverengi keten bir pantolon ve siyah renkli kalın botlar giymişti. Avery onu sık sık ofiste görüyordu; tam olarak tipi sayılmazdı, ama adamın hayvani vahşiliği hoşuna gitmişti.

“Burası bir suç mahalli, Black. Bir dahaki sefere, nereye adım attığına dikkat et. Parmak ve ayak izlerini sen gelmeden önce aldığımız için şanslısın.”

Avery şaşkınlıkla yere baktı; nereye bastığına dikkat etmişti. Connelly’nin çelik gibi gözlerine baktı ve onun sadece sorun çıkarmaya çalıştığını anladı.

“Burasının suç mahalli olduğunu bilmiyordum,” dedi. “Söylediğiniz için teşekkürler.”

Ramirez kıs kıs güldü.

Connelly dişlerini sıkıp öne doğru bir adım attı.

“İnsanlar neden sana tahammül edemiyor biliyor musun, Black? Sadece sonradan teşkilata katıldığın için değil. Teşkilatta olmadığın zamanlarda polislere saygı duymadığın ve şu anda aramızda olduğun için daha da az saygı gördüğün için. Şunu çok açık söyleyeyim: Senden hoşlanmıyorum, sana güvenmiyorum ve seni ekibimde gerçekten de istemiyorum.”

Ramirez’e döndü.

“Bildiklerimizi ona anlat. Bir duş almak için eve gideceğim. Midem bulanıyor,” dedi. Ellerindeki eldivenleri çıkarıp yere attı. Avery’ye de “Gün sona ermeden bir rapor bekliyorum,” dedi. “Tam saat beşte. Toplantı salonunda. Anladın mı? Geç kalma. Buradan gitmeden önce de bu pisliği mutlaka temizle. Eyalet polisi kenara çekilip çalışmamıza izin verecek kadar anlayışlı davrandı. Sen de onlara yeteri kadar nazik davran”.

Назад Дальше