Connelly bıkkınlıkla oflayıp uzaklaştı.
“İnsanlarla iletişimi çok iyi,” dedi Ramirez.
Avery omuzlarını silkti.
Suç mahallinde görevde olan adli tabip Randy Johnson isimli, hevesli bir Afrika kökenli Amerikalıydı. Kadının iri gözleri ve rahat bir tavrı vardı. Kısa ve rasta örgülü saçları beyaz bir başlığın altında kısmen gözüküyordu.
Avery onunla daha önce de çalışmıştı. Bir aile içi şiddet vakasında çok iyi anlaşmışlardı. Birbirilerini en son bir içki içmek için buluştuklarında görmüşlerdi.
Avery’yle bir diğer vaka üstünde çalışacağı için heyecanlanan Randy elini uzattı, ama elinde eldiven olduğunu fark edince uyandı ve “Pardon,” dedi. Sonra ayyy! der gibi bir ifadeyle “Bana bir şeyler bulaşmış olabilir,” dedi.
“Seni gördüğüme sevindim, Randy.”
“Cinayet masası için tebrikler,” dedi Randy eğilip. “Bu dünyada yükseliyorsun.”
“Sapıklar sıraya girecek. Burada neler var?”
“Bence birisi âşıkmış,” dedi Randy. “Onu bir güzel temizlemiş. Sırtından açmış. İçini boşaltmış, çürümesin diye doldurmuş ve dikiş atmış. Temiz giysiler. Manikür. Özenli de yapılmış. Henüz iz yok. Laboratuara gidene dek elimde fazla bir şey yok. Sadece iki yara izi buldum. Ağzını görüyor musun? Böyle gülümsemesi için ya içten tutturman gerek, ya da jel kullanman…” Cesedin dudağının köşesini işaret etti. “Enjeksiyon olduğunu düşünüyorum. Şurada da bir tane var,” dedi kurbanın boynunu gösterip. “Rengine bakılacak olursa, bu daha önce olmuş. Belki kaçırıldığı sırada. Ceset kırk sekiz saatten beri ölü. Birkaç ilginç saç teli buldum.”
“Ne kadar zamandır burada?”
“Bisikletçiler onu saat altıda burada bulmuşlar,” dedi Ramirez. “Park her gece yarısı ve sabah üç gibi kontrol ediliyor. O saatlerde hiçbir şey görmemişler.”
Avery ölü kızın gözlerine bakmadan edemiyordu. Kız bakışlarını hem uzaklarda, hem de deniz kıyısında, nehrin onların bulunduğu tarafında bir yere çevirmiş gibiydi. Avery dikkatle bankın arka tarafına geçti ve kızın gözlerinin nereye çevrilmiş olduğunu anlamaya çalıştı. Nehrin aşağısında bir grup tuğladan yapılmış alçak bina vardı. Bunlardan biri diğerlerinden kısaydı ve tepesinde beyaz renkli bir kubbe vardı.
“Şurası ne binası?” diye sordu. “Beyaz kubbeli olan şu büyükçe bina.”
Ramirez gözlerini kısıp o yöne baktı.
“Omni Tiyatrosu olabilir mi?”
“Hangi gösterilerin sergilendiğini öğrenebilir miyiz?”
“Neden?”
“Bilmem, içimden bir ses öyle dedi.”
Avery doğruldu.
“Kim olduğunu biliyor muyuz?”
“Evet,” dedi Ramirez notlarına bakıp. “Cindy Jenkins olduğunu düşünüyoruz. Harvard son sene öğrencisi. Kızlar birliği üyesi. Kappa Kappa Gamma. İki gece önce ortadan yok olmuş. Kampüs polisi ve Cambridge polis memurları dün gece fotoğrafını yayınlamışlar. Connelly de adamlarının fotoğrafları kontrol etmesini istemiş. Kızın fotoğraflarıyla eşleşmiş. Bunun hâlâ doğrulanması gerekiyor. Ailesini aramam lazım.”
“Gözlem açısından ne durumdayız?”
“Bununla Jones ve Thompson ilgileniyorlar. Onları tanıyorsun, değil mi? Harika dedektiflerdir. Bugün bize rapor verecekler. Ondan sonra, fazladan kaynağa ihtiyaç duyduğumuzu kanıtlayamadığımız takdirde tek başınayız. Parkın girişinde kamera yok, ama otoyolda sokağın karşısında birkaç tane var. Öğleden sonra bunlarla ilgili bilgiler gelir.”
“Görgü şahidi var mı?”
“Şu ana dek yok. Motorcular temiz. Yine de biraz laf almaya çalışabilirim.”
Avery etrafa baktı. Sarı renkli polis kordonu parkın büyük bir kısmının etrafını çevirmişti. Nehrin yakınlarında, bisiklet yolunda veya çimlerde sıra dışı hiçbir şey bulunmamıştı. Zihninde olayları canlandırmaya çalıştı. Adam ana yoldan parka gelmiş ve banka kolaylıkla ulaşmak için arabasını nehre yakın bir yere park etmiş olmalıydı. Peki, şüphe uyandırmadan cesedi nasıl oraya taşımıştı?
Bunu düşündü. İnsanlar izliyor olabilirdi. Adamın buna hazırlıklı olması gerekirdi. Belki de kızı canlıymış gibi göstermişti. Avery tekrar cesede baktı. Kesinlikle öyle olmuş olabilirdi. Kız ölü olduğu halde çok güzeldi, hatta dünyevi olmayan bir hali vardı. Katilin kızın kusursuz görünmesi için çok vakit harcamış ve plan yapmış olması da gerekirdi. Bunun bir çete işi olmadığını fark etti. Kızgın bir âşık da değildi. Farklı bir olaydı. Avery bunu daha önce görmüştü.
Birden, O’Malley’nin haklı olup olmadığını düşündü. Belki de hazır değildi.
“Arabanı ödünç alabilir miyim?”diye sordu.
Ramirez kaşını kaldırdı.
“Suç mahalli ne olacak?”
Avery kendinden emin bir tavırla omzunu silkti.
“Sen büyük bir çocuksun. Ne yapacağını bilirsin.”
“Nereye gidiyorsun?”
“Harvard’a.”
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
Bir ofis bölmesinde gezegendeki herkesten daha üstün, başarılı ve güçlü bir halde oturuyordu. Karşısındaki bilgisayar monitörü açıktı. İçine derin bir nefes çekip gözlerini yumdu ve hatırladı.
Evinin daha ziyade bir fidanlığı andıran devasa bodrum katını hatırladı. Ana odanın duvarlarının dibinde çeşit çeşit kır çiçeği vardı: kırmızı, sarı ve beyaz. Her biri farklı zamanlarda alınmış çok sayıda psikedelik bitki de uzun yalaklara ekilmişti; bazıları bu dünyaya ait değilmiş gibi gözüken otlar veya garip çiçeklerdi. Birçoğu, muazzam etkileri olmasına rağmen, herhangi bir vahşi yaşam ortamında dikkat çekmeyecek kadar sıradan bir görünüme sahipti. Zaman ayarlı bir sulama sistemi, termometre ve LED ışıkları sayesinde hayatta kalıyorlardı.
Ahşap kirişlerden yapılmış uzun bir koridordan diğer odalara geçiliyordu. Duvarlarda resimler asılıydı. Bunların birçoğu ölümün farklı aşamalarında bulunan, sonra da içleri doldurularak ‘yeniden’ doğmuş havası verilen hayvanlara aitti: bir yün yumağıyla oynayan, arka ayaklarının üstünde duran bir tekir kedi; sırtüstü yatmış karnının okşanmasını bekleyen siyah beyaz benekli bir köpek.
Sonra, kapılar başlıyordu. Sol taraftaki kapının açıldığını hayal etti. Orada onu, gümüş renkli bir masaya yatırılmış çıplak bedeni, yine gördü. Etrafı güçlü floresan ışıklar aydınlatıyordu. Bir cam büfede, içlerinde renkli sıvı olan bir sürü şeffaf kavanoz duruyordu.
Parmaklarını bacağının dış tarafında gezdirdiğinde kızın tenini hissetmişti. Gerçekleşmiş olan her hassas işlemi tek tek aklından geçirdi: Kızın bedeni boşaltılmış, tahnit edilmiş, temizlenmiş ve içi doldurulmuştu. Yeniden doğuş işlemi boyunca, insan ödüllerine ayırdığı duvarı süsleyen fotoğraflar çekmişti. Fotoğraflardan bazılarını asmıştı bile.
İçine inanılmaz, akıl almaz bir enerji doldu.
Senelerdir insanlardan uzak durmaya çalışmıştı. İnsanlar hayvanlardan daha ürkütücü, daha şiddet dolu ve kontrol edilmesi daha güç yaratıklardı. Hayvanları çok severdi. Ama insanların Sonsuz Ruh için çok daha güçlü kurbanlar olduğunu fark etmişti. Kızın ölümünden sonra, gökyüzü yarılmış, Yüce Yaratıcı’nın karanlık bir imgesi ona bakıp şöyle demişti: Daha fazla.
Aksi bir ses onu düşüncelerinden sıyırdı.
“Yine mi gündüz gündüz hayal kuruyorsun?”
Huysuz çalışanlardan birisi suratını ekşitip tepesine dikilmişti. Adamın suratı ve yapısı eski bir futbol oyuncusu gibiydi. Mavi renkli şık bir takım elbise, sert yanını gizleyemiyordu.
Süklüm püklüm başını eğdi. Omuzlarını da biraz öne eğince, dikkat çekmeyen, ufak tefek bir elemana dönüştü.
“Özür dilerim, Bay Peet.”
“Özür duymaktan bıktım. Bana şu rakamları hazırla.”
Katil içinden kahkaha atan bir dev gibi gülümsedi. İş yerinde oyun, özel hayatındaki oyunlar kadar heyecanlıydı. Kimse onun ne kadar özel, ne kadar kendini işine adamış ve evrenin hassas dengesi için ne kadar elzem olduğunu bilmiyordu. Hiçbiri Yukarı Dünya’da şerefli bir yer edinemeyecekti. Giyinmek, toplantılara gitmek, bir yerden bir yere para aktarmak gibi günlük, önemsiz ve dünyevi işleri anlamsızdı; bunlar sadece onun için anlamlıydı, çünkü onu dış dünyaya bağlıyor, Efendi’nin işlerini yapmasını sağlıyordu.
Patronu bir şeyler homurdanıp uzaklaştı.
Gözlerini açmadan Efendisini hayal etti: Rüyalarında ona fısıldayan ve düşüncelerini yönlendiren o muğlâk ve karanlık şekil.
Dudaklarından fısıldayarak söylediği bir bağlılık şarkısı döküldü: “Ah Efendim, Ah Efendim, işimiz saf. Sen iste, ben de vereyim: Daha fazla.”
Daha fazla.
BEŞİNCİ BÖLÜM
Avery’nin elinde bir isim vardı: Cindy Jenkins. Üye olduğu kız birliğini de biliyordu: Kappa Kappa Gamma. Harvard Üniversitesi’ni ise gayet iyi biliyordu. Bu Sarmaşık Ligi okulu onu üniversiteye ilk başlayacağı sene geri çevirmişti, ama okuldan iki çocukla çıktığı için üniversite eğitimi boyunca Harvard hayatına sızmanın bir yolunu bulmuştu.
Diğer üniversitelerin aksine, Harvard’ın kız ve erkek birlikleri resmi olarak tanınmıyordu: Kampüs içinde veya dışında Yunan evleri yoktu. Ancak kampüs dışındaki çok sayıda evde veya binada ‘kuruluş’ veya özel ‘kulüp’ adı altında düzenli olarak partiler verilirdi. Avery kendi üniversite eğitimi boyunca, üniversite hayatının ikilemini ilk elden görmüştü. Güneş batana dek herkes sadece notlarına odaklanmış gibi yapar, sonra bir grup çılgın parti hayvanına dönüşürdü.
Avery bir kırmızı ışıkta durduğunda İnternet’ten hızla bir araştırma yaptı ve Kappa Kappa Gamma’nın Cambridge’de aynı sokakta iki bölgeyi kiraladığını gördü: Church Sokağı. Kiralık yerlerden biri özel günler, diğeriyse toplantılar ve sosyalleşme faaliyetleri için kullanılıyordu.
Longfellow Köprüsü’nde ilerledi, MIT’nin yanından geçti ve Massachusetts Caddesi’nden sağa saptı. Sağında sık ağaçların ve asfalt kaplı patikaların arasındaki muhteşem kırmızı tuğlalı evleriyle Harvard Yard belirdi.
Church Sokağı’nda arabasını park edebileceği bir yer gördü.
Arabayı park etti, kapıyı kilitledi ve başını güneşe doğru kaldırdı. Ilık bir gündü; hava otuz dereceye yakındı. Saate baktı: on buçuktu.
Kappa binası dış cephesi tuğla olan uzun ve iki katlı bir yerdi. Giriş katında bir sürü giyim mağazası vardı. İkinci katın ofislere ve kız birliği faaliyetlerine ayrıldığını tahmin etti. İkinci katın zilinin yanındaki tek işaret Harvard’ın mavi renkli zambak sembolüydü. Zili çaldı.
İnterkom sisteminde tiz bir kadın sesi duyuldu.
“Evet?”
“Polis,” dedi Avery sesini yükselterek. “Kapıyı açın.”
Bir an için yanıt gelmedi.
“Ciddi soruyorum,” dedi ses, “kimsiniz?”
“Polis,” dedi Avery ciddi bir ses tonuyla. “Bir sorun yok. Kimsenin başı dertte değil. Sadece Kappa Kappa Gamma’dan birisiyle görüşmem gerekiyor.”
Kapı açıldı.
Avery’yi ikinci katta üstünde gri renkli bol bir eşofman üstü ve beyaz bir eşofman altı olan uykulu ve pespaye kılıklı bir kız karşıladı. Saçları koyu renkti ve bir gece önce sıkı eğlenmiş gibi gözüküyordu. Suratının büyük bir kısmını saçları örtüyordu.
Gözlerinin altında koyu renkli halkalar vardı ve normalde gururla sergilediği vücudu kalın ve şekilsiz gözüküyordu.
“Ne istiyorsunuz?” dedi kız.
“Sakin ol,” dedi Avery. “Bunun kız birliği faaliyetleriyle bir ilgisi yok. Birkaç soru sormak için geldim.”
“Kimliğinizi görebilir miyim?”
Avery rozetini gösterdi.
Kız onu tepeden tırnağa süzdü, rozetini inceledi ve geri çekildi.
Kappa Kappa Gamma için ayrılmış olan alan geniş ve aydınlıktı. Yüksek tavanlıydı. Birkaç tane rahat görünümlü ten rengi koltuk ve mavi renkli armut şekilli koltuk gelişigüzel yerleştirilmişti. Duvarlar koyu maviye boyanmıştı. Bir bar, bir ses sistemi ve kocaman, düz ekran bir televizyon vardı. Pencereler neredeyse zeminden tavana kadar yükseliyordu. Avery sokağın karşısında bir diğer alçak apartmanın tepesini, sonra da göğü görebiliyordu. Gökyüzünde birkaç bulut süzülüyordu.
Kendi üniversite eğitiminin Kappa Kappa Gamma’daki çoğu kızınkinden çok daha farklı olduğunu tahmin etti. Bir kere, eğitim ücretini kendisi ödemişti. Her gün derslerden sonra yerel bir hukuk firmasında çalışmış, sekreterlikten saygı duyulan avukat stajyerliğine yükselmişti. Ayrıca, okurken nadiren içki içmişti. Babası ciddi bir alkolikti. Üniversiteyken çoğu gece ya arkadaşları için şoförlük yapar, ya da yurtta ders çalışırdı.
Kızın suratında umut dolu bir ifade belirdi.
“Cindy’yle mi ilgili?”diye sordu.
“Cindy arkadaşın mı?”
“Evet, en yakın arkadaşım,” dedi kız. “lütfen bana iyi olduğunu söyleyin.”
“İsmin nedir?”
“Rachel Strauss.”
“Polisi sen mi aramıştın?”
“Evet. Cindy cumartesi gecesi partimizden bayağı sarhoş ayrıldı. Onu o zamandan beri de gören olmadı. Bu, onun yapacağı bir şey değil.” Gözlerini devirip hafifçe gülümsedi. “Genellikle, ne yapacağı bellidir. Bayan Kusursuzdur. Her zaman aynı saatte yatar, asla değişmeyen bir programı vardır… Değişiklik yapabilmesi için beş sene önceden haber vermeniz gerekir. Cumartesi gece çok çılgındı. İçki içti. Danslar etti. Bir süre vaktin geç olduğuna aldırış etmedi. Öyle davrandığını görmek güzeldi.”
Rachel birkaç saniye dalgınlaştı.
“Gerçekten de mutlu görünüyordu, anlatabiliyor muyum?”
“Herhangi bir nedeni var mıydı?” diye sordu Avery.
“Bilmiyorum. Sınıf birincisidir. Sonbaharda başlayacağı bir iş bulmuştu.”
“Ne işi?”
“Devante diye bir yerde. Boston’daki en iyi şirkettir. Cindy muhasebe okuyor. Çok sıkıcı biliyorum, ama rakamlar söz konusu olduğunda bir dahidir.”
“Bana cumartesi gecesinden biraz söz eder misin?”
Rachel’ın gözleri doldu.
“Gerçekten de Cindy için geldiniz, değil mi?”
“Evet,” dedi Avery. “Biraz oturabilir miyiz?”
Rachel koltuğa çöküp ağlamaya başladı.
Hıçkırıklar arasında konuşmaya çalıştı.
“Cindy iyi mi? Nerede?”
Avery işinin en çok bu kısmından nefret ederdi. Kurbanların akrabalarıyla ve arkadaşlarıyla konuşmak. Ancak onlara söyleyebileceği şeyler kısıtlıydı. İnsanlar bir vaka hakkında ne kadar çok şey öğrenirlerse, bir o kadar çok konuşurlardı ve bu konuşmalar bir şekilde suçları işleyen kişilerin kulağına giderdi. Kimse bunu anlamaz, ya da o anda umursamazdı: Fazlasıyla üzgün olurlardı. İstedikleri tek şey yanıtlar olurdu.
Avery kızın yanına oturdu.
“Aradığına gerçekten çok sevindik,” dedi. “Doğru olanı yaptın. Ne yazık ki, devam eden bir soruşturmadan söz edemem. Ama sana şunu söyleyebilirim: O gece Cindy’nin başına neler geldiğini öğrenebilmek için elimden gelen her şeyi yapağım. Bunu tek başıma yapamam, yardımına ihtiyacım var.”
Rachel tamam der gibi başını sallayıp gözyaşlarını sildi.
“Yardım edebilirim,” dedi. “Yardım edebilirim.”
“O geceyle ve Cindy’yle ilgili olarak hatırladığın her şeyi öğrenmek istiyorum. Kimlerle konuştu? Aklında takılan bir şey var mı? Neler demişti? Onunla ilgilenen kişiler kimlerdi? Partiden giderken dikkatini çeken bir şey oldu mu?”
Rachel kendisini tamamıyla bıraktı.
En sonunda, tek elini kaldırdı, başını salladı ve toparlandı.
“Evet, tabii.”
“Diğer kızlar nerede?” dedi Avery onun dikkatini dağıtmak için. “Kız birliği evlerinin Kappa giysileri gitmiş, akşamdan kalma kızlarla dolu olduğunu sanıyordum.”
“Dersteler,” dedi Rachel gözlerini silerek. “Birkaçı da kahvaltılık bir şeyler almaya gittiler,” dedi. “Bu arada, biz teknik olarak bir kız birliği evi değiliz. Burası sadece yurda gitmek istemediğimiz zamanlarda kalmak için kiraladığımız bir yer. Cindy asla burada kalmadı. Ona göre fazla modern. O daha ‘ev’ havası olan yerleri sever.”
“Nerede oturuyor?”
“Yakınlardaki bir öğrenci evinde,” dedi Rachel. “Ama cumartesi gecesi eve gitmeyecekti. Erkek arkadaşıyla buluşacaktı.”
Avery dikkat kesildi.
“Erkek arkadaşıyla mı?”
Rachel evet der gibi başını salladı.
“Winston Graves, ukala bir son sınıf öğrencisi, kürekçi, gerzek. Hiçbirimiz onunla neden çıktığını anlamadık. Şey, aslında ben anlıyorum galiba. Yakışıklı ve ailesi çok varlıklı. Cindy’nin asla çok parası olmadı. Sanırım, insan yoksul olunca, bu tür kişiler cazip geliyor.”