Kaybedilen - Блейк Пирс 2 стр.


Spelbren içini çekti.

“Katil bir şeye öfkelenmiş.” dedi Spelbren.

“Hey, buradaki işimiz ne zaman bitecek?” diye bağırdı polislerden biri.

Bill onlara baktı ve ayaklarını sürttüklerini gördü. İki tanesi sessizce homurdanıyordu. Bill burada işlerinin kalmadığını biliyordu ama söylemiyordu. Bu salakların bekleyip meraklanmalarını istiyordu.

Yavaşça döndü ve olay yerine girdi. Burası kendi sessizliğiyle çağıldayan ve pastoral bir yol ile en yakın nehire akan bir derenin olduğu, tamamen çam, sedir ve çalılarla kaplı, sık ormanlık bir alandı. Şimdi bile, yaz ortasında, hava çok sıcak değildi ve ceset kötü bir biçimde çürümemişti. Yine de en iyisi onu buradan hemen alıp Quantico’ya götürmekti. İnceleme ekibi onu henüz hala tazeyken detaylı incelemek isteyebilirlerdi. Adli tıp vagonu, polis arabasının arkasındaki toprak yolda durup bekledi.

Yol, ormanın içinden geçen paralel kamyon tekerleği izlerinden başka bir şey değildi. Katil hemen buraya kadar kesinlikle birlikte gelmişti. Cesedi dar bir patika boyunca kısa bir mesafe taşımış, yerleştirip bırakmıştı. Uzun süre kalamazdı. Olay yeri gözlerden uzak olsa bile korucular burada düzenli olarak devriye geziyordu ve özel araçların geçmeyeceği de garanti edilemezdi. Cesedin bulunmasını istiyordu. Yaptığı işten gurur duyuyordu.

Ve ceset bir çift at binicisi tarafından sabah erken saatlerde bulunmuştu. Korucu, bunların at kiralamış turistler olduğunu söylemişti Bill’e. Arlingtonlu, Yarnell’in hemen dışında yapay bir kovboy çitliğinde kalan tatilcilerdi. Korucu onların şimdi biraz kötü olduklarını söylemişti. Tatilciler kasabadan ayrılmayacaklarını söylediklerinden, Bill onlarla daha sonra konuşmaya karar verdi.

Cesedin bulunduğu yerde, vücudun etrafında kesinlikle hiçbir şey görünmüyordu. Katil çok dikkatli hareket etmişti. Dereden dönerken, ayak izlerinin silinmesi için arkasından bir şey sürüklemişti -bir kürek belki de-. Kasten ya da yanlışlıkla da olsa arkasında bir iz bırakmamıştı. Yoldaki lastik izleri muhtemelen polis arabasına ya da savcının vagonuna aitti.

Bill derin bir nefes aldı.

Kahretsin, diye düşündü. İhtiyacım olduğunda bu Riley nereye kaybolur?

Uzun süreli partneri ve en iyi arkadaşı, son davanın travmasını üzerinden atamadığı için izine ayrılmıştı. Evet, bu çok zor bir tanesiydi. Zamana ihtiyacı vardı ve doğruyu söylemek gerekirse hiç geri dönmeyebilirdi.

Ama Bill’in şimdi ona gerçekten ihtiyacı vardı. O kendisinden akıllıydı ve Bill buna pek aldırmıyordu. Çalışırken onun düşüncesini izlemeyi severdi. Onun bu sahneden uzaklaştırılışını en küçük detayına kadar tasvir etmişti. Şimdiye kadar tüm acı veren ipuçlarıyla onun yüzüne bakıp alay etmişti.

Riley, Bill’in burada göremediği neyi görmüş olabilirdi?

Kendisini çok şaşkın hissetti ve bu hiç hoşuna gitmedi. Ama bu konuda yapabileceği daha fazla bir şey yoktu.

“Tamam arkadaşlar!” diye seslendi Bill polislere. “Cesedi kaldırabilirsiniz.”

Polisler gülümseyerek birbirlerini kutladılar.

“Sence bunu tekrar yapar mı?” diye sordu Spelbren.

“Eminim yapacak.” dedi Bill.

“Nereden biliyorsun?”

Bill uzun ve derin bir nefes aldı.

“Çünkü onun işini daha önce gördüm.”

Bölüm 2

“Onun için her geçen gün daha da kötüye gitmiş.” dedi Sam Flores, konferans masasının üzerindeki multimedya ekranına başka bir resim yerleştirirken.  “İşte onun işini bitirdikten hemen sonra.”

Bill bu kadarını tahmin etmişti ve haklı olmaktan nefret ediyordu.

Büro, cesedi Quantico’daki BAU’ya göndermiş, adli teknisyenler fotoğraflarını çekmiş ve tüm tesler yapılmıştı. Siyah çerçeveli gözlüklü laboratuvar teknisyeni Flores tüyler ürpertici bir slayt gösterisi yaptığında ve BAU konferans salonundaki  ekranlar korkunç görünüyorlrdı.

“Ceset bulunmadan ne kadar zaman önce öldürülmüş?” diye sordu Bill.

“Çok uzun değil.” diye yanıtladı Spelbren.  “Belki de akşam erken saatlerde.”

Yarnell’den ayrıldıktan sonra Quantico’ya birlikte uçtukları Bill’in yanına oturdu Spelbren. Masanın başında Özel Ajan, takım şefi  Brent Meredith oturuyordu. Meredith, kalın çerçeveli gözlükleri, huysuz özellikleri ve ifadesiz yüzüyle korkutucu bir hal sergiliyordu. Ama bu durum Bill için gözdağı olmamıştı. Ortak yönlerinin olduğunu bilmek hoşuna gidiyordu. İkisi de işin kurduydu ve bunun farkındaydılar.

Flores, kurbanın yaralarının yakından çekildiği bir dizi fotoğraf gösterdi.

“Soldaki darbeler erken yara darbeleri.” dedi. “Bunlar daha yeni olanlar. Bazıları kurdele ile boğulmadan bir kaç saat hatta dakika önce açılmış olanlar. Onu esir tuttuğu bir hafta boyunca giderek daha acımasız hale gelmiş. Kadın hala hayattayken yaptığı son şey kolunu kırmak olmuş.”

“Bıçak yaraları bana failin işiymiş gibi görünüyor.” dedi Meredith. “Saldırganlığın biçimine bakarak bir karar vermek gerekirse, muhtemelen erkek. Başka ne var?”

“Kafa derisindeki kısa saçlardan, öldürülmeden bir iki gün önce başının traş edildiğini anlıyoruz.” diye devam etti Flores. “Başındaki peruk diğer ucuz perukların bir araya dikilmesiyle yapılmış. Kontakt lensler muhtemelen posta ile getirtilmiş. Ve son bir şey daha,’’ dedi etrafındakilelrin yüzüne çekinceyle bakarak: ‘’Kadının vücudunu vazelinle kaplamış.’’

Bill, odadaki gerilimin arttığını hissedebiliyordu.

“Vazelin mi?” diye sordu.

Flores başını salladı.

“Neden?” diye sordu Spelbren.

Flores omuzlarını silkti.

“Bunu bulmak senin işin.” diye yanıtladı.

Bill, dün ifadelerini aldığı iki turisti düşündü.  Gördükleri şey karşısında paniğin sınırları ile korunç bir merak arasında kalmışlar ve hiç yardımları dokunmamıştı. Arlington’da bulunan evlerine geri dönmek için sabırsızlanıyorlardı ve onları tutuklamak için bir sebep yoktu. Her memur tarafından sorguya çekilmişlerdi ve gördükleri hakkında kimseye bir şey söylememeleri konusunda usulüne uygun bir biçimde uyarılmışlardı.

Meredith avuç içlerini üfleyerek her iki elini de masaya koydu.

“İyi iş Flores,” dedi.

Flores bu övgü için minnettar ve biraz da şaşkın görünüyordu. Brent Meredith’ten övgü almaya alışkın değildi.

“Şimdi Ajan Jeffreys,” dedi Meredith ona dönerek: “Bunun sizin eski davanızla ne ilgisi olduğu konusunda bize bilgi verin.”

Bill derin bir nefes alıp sandalyesinde arkasına yaslandı.

“Altı ay kadar önceydi.” diye başladı. “Aslında tam olarak Aralık ayının on altısıydı. Eileen Rogers’in cesedi Daggett yakınlarında bir çiftlikte bulundu. Partnerim Riley Paige ile birlikte teftiş yapmak için çağrıldım. Hava çok soğuktu ve ceset kaskatı donmuştu. Onun orada ne kadar kaldığını söylemek zordu ve tam olarak ne zaman öldüğü hiç tespit edilemedi. Flores, göster onlara.”

Flores slayt gösterisine döndü. Ekran bölündü ve ekrandaki görüntülerin yanı sıra bir dizi yeni görüntü belirdi. İki kurban yan yana gösteriliyordu fotoğraflarda. Bill içini çekti. Bu inanılmazdı. Bedenlerden birinin donmuş olması dışında cesetlerin durumu hemen hemen aynıydı ve yaralar neredeyse aynı yerdelerdi. Her iki kadının gözleri de aynı iğrenç tarzda geniş bir biçimde dikilmişti.

Bill derin bir nefes aldı. Bu görüntülerle her şeyi yeniden hatırlamıştı. Kaç yıldır polis olduğu önemli değildi, gördüğü her kurban onun içini acıtıyordu.

Bill, “Rogers’ın cesedi bir ağaca dik olarak oturmuş biçimde bulundu.” diye devam etti. Sesi daha sert çıkıyordu. “Mosby Park’taki kadar dikkatlice yerleştirilmemiş. Kontakt lensler ya da vazelin kullanılmamış. Ama geri kalan tüm detaylar neredeyse aynı. Rogers’ın saçları kısa kesilmiş. Kazınmamış. Ama aynı yamalı peruk onda da var. Ayrıca o da pembe kurdele ile boğulmuş ve aynı yapay gül onun önünde de bulundu.”

Bill bir an durdu. Bundan sonra söyleyeceği şeyden nefret ediyordu.

“Paige ve ben bu davayı çözemedik.”

Spelbren ona döndü.

“Sorun neydi?” diye sordu.

“Sorun ne değildi?” diye karşı çıktı Bill gereksiz yere. “Bir an bile ara veremezdik. Tanığımız yoktu. Kurbanın ailesi işimize yarayacak tek bir bilgi bile vermedi. Rogers’ın bir düşmanı yoktu, eski kocası yoktu, kızgın bir erkek arkadaşı yoktu. Onun hedef alınması ve öldürülmesi için tek bir iyi neden yoktu. Dolayısıyla dava hemen kapatıldı.”

Bill sessizliğe gömüldü. Kafasının içini karanlık düşünceler doldurmuştu.

“Değil.” dedi Meredith alışılmadık biçimde nazik bir ses tonuyla. “Bu senin hatan değil. Sen yeni bir cinayeti engelleyemezdin.”

Bill bu kibarlıktan memnun kalmıştı ama kendisini cehennem kadar suçlu hissediyordu. Bunu neden daha önce çözememişti? Neden Riley çözememişti? Meslek yaşamı boyunca çok az tökezlemişti.

O sırada Meredith’in telefonu çaldı ve şef telefonu yanıtladı.

Söylediği ilk kelime, “Kahretsin.” oldu.

Bunu birkaç kez tekrarladı. Sonra, “Onun olduğuna emin misin?” dedi. Durdu. “Fidye için arayan oldu mu?”

Sandalyesinden kalkıp, diğer üç adamı orada şaşkın bir sessizlikte bırakıp, konferans salonunun dışına yürüdü. Bir kaç dakika sonra geri döndü. Çökmüş görünüyordu.

“Beyler, artık kriz modundayız.” dedi. “Dünkü kurbanın kimliğini tespit ettik. Adı Reba Frye.”

Bill, sanki midesine yumruk yemiş gibi tıkandı kaldı. Spelbren’in de şok içinde olduğunu görebiliyordu. Ama Flores şaşkın görünüyordu.

“Kim olduğunu öğrenebilir miyim?” diye sordu Flores.

“Kızlık adı Newbrough,” diye yanıtladı Meredith. “Eyalet senatörü Mitch Newbrough’nun, muhtemelen Virginia’nın bir sonraki valisinin kızı.”

Flores derin bir nefes aldı.

“Onun kaybolduğunu duymamıştım.” dedi Spelbren.

“Resmi olarak bildirilmedi.” dedi Meredith. “Babasıyla henüz temasa geçildi. Ve tabii elbette o bunun politik, şahsi ya da her ikisi birden olduğunu düşünüyor. Altı ay önce başka bir kurbana aynısının olması onu pek ilgilendirmedi.”

Meredith başını salladı.

“Senatör buna çok zor dayanıyor.” diye ekledi.  “Basın başımıza üşüşmek üzere. Bunu paçalarımızın tutuştuğundan emin olmak için yapacak. ”

Bill’in kalbi daraldı. Başının sıkışmış olması hissinden nefret ediyordu. Ama şu anda tam olarak hissettiği buydu.

Odayı kasvetli bir sessizlik sardı.

Sonunda Bill boğazını temizledi.

“Yardıma ihtiyacımız olacak.” dedi.

Meredith ona döndü ve Bill, Meredith’in sert bakışlarıyla karşılaştı. Birden Meredit’in yüzünü üzüntü ve itiraz ifadesi kapladı. Bill’in tam olarak ne düşündüğünü biliyordu.

Açıkça Riley’i geri çağırmayı ima ettiğini bilerek, “O henüz hazır değil.” diye yanıtladı Meredith.

Bill derin bir nefes aldı.

“Bayım,” dedi, “o bu davayı herkesten daha iyi biliyor. Ve ondan daha güçlüsü yok.”

Başka bir duraklamadan sonra Bill geldi ve ne düşündüğünü söyledi.

“Bunu onsuz yapabileceğimizi sanmıyorum. ”

Meredith tamamen hem her yerde hem de burada olmayı dileyerek elindeki kalemi bir deste kağıda birkaç kez vurdu.

“Bu bir hata.” dedi.  “Ama eğer ayrı kalırsa bu sizin hatanız olur.” Tekrar içini çekti.  “Arayın onu.”

Bölüm 3

Kapıyı açan genç kız, onu Bill’in yüzüne kapatacakmış gibi durmuştu. Ama tam aksine, arkasını dönüp, kapıyı açık bırakarak  bir kelime bile etmeden uzaklaştı.

Bill içeri girdi.

“Selam April,” dedi otomatik olarak.

Riley’in suratsız, leylek bacaklı, annesi gibi siyah saçları karmakarışık, on dört yaşındaki kızı yanıt vermedi. Üzerinde yalnızca geniş bir tişört olduğu halde köşeyi dönüp kendisini kanepeye bıraktı ve cep telefonu ile kulaklıkları dışındaki her şeyle ilgisini kesti.

Bill ne yapacağını bilemeden orada öylece kaldı. Riley’i aradığında  isteksizce de olsa onunla görüşmeyi kabul etmişti. Yoksa fikrini mi değiştirmişti?

Bill sanki ıssız bir evdeymiş gibi etrafına bakındı. Oturma odasında gezinirken tıpkı Riley’in karakteri gibi her şeyin yerli yerinde ve düzenli olduğunu gördü. Oysa tamamen kapalı güneşlikler ve mobilyaların üzerindeki toz tabakası hiç de onun karakterine uygun değildi.

Kitaplıkta, izinli olduğu süre içinde sorunlarından uzaklaşması için ona aldığı bir dizi yepyeni polisiye romanını gördü. Bir tanesinin bile kapağı açılmamıştı.

Bill’in endişeleri arttı. Bu onun tanıdığı Riley değildi. Meredith haklı olabilir miydi? Daha uzun süre izine ihtiyacı var mıydı? Riley daha hazır değilken ona gelmekle hata mı ediyordu? Bill kendini toparlayıp karanlık evin iç kısımlarına doğru ilerledi. Köşeyi döndüğünde Riley’i formika mutfak masasında, üzerinde bornozu, terlikleri ve bir fincan kahve olduğu halde buldu. Riley ona baktı ve Bill onun yüzünde sanki kendisinin geleceğini untmuş gibi bir utanma belirtisi gördü. Ama hemen toparlanarak hafif bir gülümseme ile ayağa kalktı.

Bill ona gidip sarıldı ve o da Bill’e hafifçe sarıldı. Terliklerinin içindeyken boyu Bill’den biraz daha kısaydı. Çok, çok zayıflamıştı ve Bill’in endişeleri daha da arttı.

Masada onun karşısına oturup, incelemeye başladı. Saçları temizdi ama taranmamış gibiydi. Görünüşe bakılırsa bu terlikler günlerdir ayağındaydı. Yüzü zayıf, çok soluk görnüyordu ve beş hafta önce onu en son gördüğünden beri daha yaşlanmış gibi duruyordu. Bir felaketten çıkmış gibiydi. Çıkmıştı. Bill, son katilin ona neler yaptığını düşünmemeye çalıştı.

Riley bakışlarını ondan kaçırmıştı ve her ikisi de derin bir sessizlikle orada öylece oturuyorlardı. Bill onu canlandırmak, teselli etmek için neler söyleyebileceğini çok iyi biliyordu fakat onun üzgün hali karşısında kendisini tükenmiş hissetti ve tüm kelimeler boğazına düğümlendi. Onu, tıpkı eskiden olduğu gibi güçlü görmek istiyordu.

Bill, sandalyesinin yanında yerde duran yeni cinayet davasıyla ilgili dosyayı hemen sakladı. Şu an bu dosyayı ona gösterip göstermeyeceğinden emin değildi. Buraya geldiği için artık daha çok pişman olmuştu. Riley’in daha çok zamana ihtiyacı olduğu görünüyordu. Açıkçası, onu burada bu şekilde gördükten sonra, uzun süreli partnerinin artık geri dönüp dönmeyeceğinden de pek emin değildi.

“Kahve?” diye sordu Riley. Bill onun huzursuzluğunu hissedebiliyordu.

Başını salladı. Riley çok kırılgandı. Bill onu hastanede ziyaret ettiğinde hatta evine de geldiğinde onun için korkmuştu. Katlandığı acı şiddetten, uzun süredir yaşadığı karanlıktan sıyrılıp sıyrılamayacağını merak ediyordu Riley’in. Bunun tam aksine aldığı her davada yenilmez gibi görünürdü. Bu son davada, bu son katilde farklı bir şeyler vardı.  Something about this last case, this last killer, was different. Bill, bu adamın bugüne kadar karşılaştıkları en psikopat sapık olduğunu ve konuda daha çok şeyler söylendiğini anlayabiliyordu.

Onu incelerken Bill’e bir şey oldu. Aslında Riley gerçek yaşını gösteriyordu. O da kendisi gibi kırk yaşındaydı ama çalıştıkları günlere geri döndüğünde, canlandırıp birleştirdiğinde, bir kaç yıl daha genç görünüyordu. Siyah saçlarının arasında beyazlar belirmeye başlamıştı. Aslında kendi saçları da beyazlamaya başlamıştı.

Riley kızına seslendi: “April!”

Yanıt yok. Riley, kızı kendisine yanıt verene kadar ses tonunu sürekli yükselterek, ismini defalarca tekrarladı.

“Ne?” diye yanıtladı April tamamen kızgın bir tonda.

“Dersin saat kaçta bugün?”

“Kaçta olduğunu biliyorsun.”

“Sadece söyle tamam mı?”

“Dokuza yirmi kala.”

Riley kaşlarını çattı. Üzgün görünüyordu. Bill’e baktı.

“İngilizceden çuvalladı. Derslerini çok fazla astı. Bundan kurtulması için ona yardım etmeye çalışıyorum.’’

Назад Дальше