Cümlesini ‘’güzelce’’ diyerek bitirme isteğini bastırmıştı. Sonra birden, esir alınıp işkence görmeden önce, iş başındayken bu kelimeyi kullanmaya alışkındı. Evet, eskiden olanların etkisi geri geliyor ve aynı karanlık takıntının içinde yeniden büyümeye başladıını hissediyordu. Çok yakında geri dönüş olmayabilirdi.
Ama bu iyi miydi yoksa kötü mü?
“Frye’nin gözlerindeki ne?” diye sordu fotoğrafı göstererek. “Bu mavi doğal görünmüyor.”
“Kontakt lensler.” diye yanıtladı Bill.
Riley’in sırtındaki ürperme artmıştı. Eileen Rogers’ın cesedinde lensler yoktu. Bu önemli bir fark.
“Peki cildindeki bu parlaklık nedir?” diye sordu.
“Vazelin.” dedi Bill.
Diğer bir önemli fark. Düşüncelerinin nefes kesici bir hızla yerine oturduğunu anlıyordu. “Adli tıp perukta bir şey buldu mu?” diye sordu Bill.
“Parça parça ucuz perukların birleştirilmesinden başka henüz bir şey bulmadı.”
Riley gittikçe heyecanlanıyordu. Son cinayette katil basit, tek parça bir peruk kullanmıştı, parça parça birleştirilmiş bir tane değil. Tıpkı gül gibi o kadar ucuzdu ki adli tıp inceleme yapamamıştı. Riley, bulmacanın parçalarının bir araya geldiğini hissediyordu. Tümü ortaya çıkmamıştı ama büyük bir kısmı oluşmuştu.
“Adli tıp bu peruk hakkında ne yapmayı düşünüyor?” diye sordu Riley.
“Geçen seferkinin aynısını: Lifleri araştırıp, saç ürünleri satan mağazalarda arayacaklar.”
Kendi sesinin şiddetinden ürkerek: “Zamanlarını boşa harcıyorlar.’’ dedi Riley. Bill ona baktı. Belli ki hazırlıksız yakalanmıştı.
“Neden?”
Riley, Bill’den bir iki adım öncesini düşündüğünde hissettiği benzer sabırsızlık duygusunu hissediyordu.
“Bize göstermek istediği fotoğrafa bak. Mavi lensler gözleri doğal değilmiş gibi gösteriyor. Göz kapakları dikilmiş. Böylece gözler kocaman açık kalıyor. Vücut desteklenmiş, bacaklar sapıkça iki yana açılmış. Cildin plastik gibi görünmesi için vazelin sürülmüş. Peruk, insan peruklarından değil oyuncak bebeklerin peruklarından parçalanarak yapılmış. Her iki kurbanın da ekrandaki çıplak bebekler gibi görünmesini istedi.’’
Bill, “Aman Tanrım.” dedi hararetle notlarını alırken. “Neden bunu Daggett’e son kez geri geldiğimizde görmedik?”
Riley için yanıt o kadar açıktı ki sabırsızlanıyordu.
“Katil henüz bu işte yeteri kadar iyi değil.” dedi. “Mesajı nasıl göndereceği üzerinde çalışıyor hala. Devam ettikçe öğreniyor.”
Bill not defterinden başını kaldırıp ona hayranlıkla baktı.
“Kahretsin, seni özlemişim.”
Riley her ne kadar bu iltifattan memnun olsa da daha büyük bir gerçeğin yolda olduğunu anlıyordu. Ve yılların tecrübesine dayanarak biliyordu ki bunda bir zorlama yoktu. Yalnızca gevşemişti ve gelmesine izin vermişti. Sessizce kayanın üzerine çömeldi ve olmasını bekledi. Boş boş beklerken pantolonunun paçasına yapışan çöpleri topladı.
Ne kötü bir can sıkıntısı, diye düşündü.
Birden gözleri ayaklarının altındaki taşa takıldı. Orada bazısı tüm, bazısı parçalara ayrılmış çöpler, kendi topladıklarının ortasında duruyorlardı.
Sesi heyecandan titreyerek, “Bill,” dedi, “cesedi bulduğunuzda bu çöpler burada mıydı?”
Bill omuzlarını silkti. “Bilmiyorum.”
Elleri heyecandan her zamankinden fazla titrerken, bir dizi fotoğraf alarak, içlerinde cesedin önden görünüşünü gösteren bir resim aradı. Orada, gülün etrafındaki açık bacakların arasında bir grup küçük karaltı vardı. Bunlar çöplerdi, kendi bulduklarının tıpatıp aynısı çöpler. Ama hiç kimse onların önemli olduğunu düşünmemişti. Kimse onların daha net, daha yakın fotoğrafını çekmeyi düşünmemişti. Hatta cinayet yeri temizlenirken kimse onları kaldırmayı gerekli görmemişti.
Riley gözlerini kapatarak tüm hayal gücünü çalıştırdı. Kendisini sersemlemiş hissediyor, başı dönüyordu. Bu çok iyi bildiği bir histi. Bu uçuruma düşme, korkunç siyah bir boşluğa, katilin kötü zihnine girme hissiydi. Onun ayakkabılarını giymiş, onun deneyimlerinin içine girmişti. Burası çok tehlikeli ve korkunç bir yerdi. Ama Riley’in ait olduğu yerdi. En azından şimdilik… Onu kucakladı.
Katilin, yakalanmayacağından emin olarak, hiç acele etmeden bedeni geçitten aşağıya, nehire sürükleyişini hissetti. Mırıldanmakta ya da ıslık çalmakta iyi olmalıydı. Katilin, cesedi kayaya yerleştirdiği andaki sakinliğini, sanatını ve becerisini hissetti.
Ve onun gözündeki tüyler ürpertici tabloyu görebiliyordu. Katilin işini iyi yapmaktan duyduğu derin başarı duygusunu -bir davayı çözdüğünde kendisinin hep yaşadığı başarmanın sıcak duygusunu- hissetti. Katil, kendi işine hayran olmak için bu kayanın üzerine çökmüş, bir an (ya da istediği kadar) durmuştu.
Ve pantolonunun bacaklarındaki çöpleri koparıp atmıştı. Bunun için zaman harcamıştı. Özgür ve temiz olmak için beklemek onu rahatsız etmemişti. Ve Riley neredeyse katilin sesli söylediği kendi kelimelerini duyabiliyordu.
“Ne kötü bir can sıkıntısı.”
Evet, çöpleri temizlemek için zaman harcamıştı.
Riley içini çekti ve gözlerini açıp kapadı. Çöpler elindeyken, onların ne kadar yapışkan ve dikenlerinin de kanatacak kadar keskin olduklarını farketti.
“Bu çöpleri toplayalım.” dedi. “Küçük de olsa DNA bulabiliriz.”
Bill’in gözleri büyüdü. Ağzı emniyetli, kilitlenebilen bir poşet ve cımbız aldı. Çalışırken aklı çok hızlı işliyordu. Henüz bitmiş değildi.
“Başından beri yanıldık.” dedi Riley. “Bu onun ikinci cinayeti değil. Üçüncü cinayeti.”
Bill durdu ve ona şaşırarak baktı.
“Nereden biliyorsun?” diye sordu.
Riley, titremesini kontrol etmeye çalışırken bütün bedeni kasılıyordu.
“Çok ilerlemiş. Çıraklık dönemi bitmiş. Artık bir profesyonel o. Artık kendini aşıyor. İşini seviyor. Hayır, bu onun en az üçüncü cinayeti.”
Riley’in boğazı düğümlenmiş ve yutkunmakta zorluk çekiyordu.
“Ve bir sonraki için fazla zaman kalmamış.”
Bölüm 7
Bill kendisini gerçek olmayan bir mavi göz denizinde buldu. Genellikle davalarıyla ilgili kabus görmezdi. Şu an da onlardan biri değildi ama kesinlikle onlardan biri gibiydi. İşte burada, oyuncak bebek mağazasında, her tarafta sonuna kadar açık, parlak ve dikkat çekici, küçük mavi gözler vardı.
Üstelik bebeklerin sürekli gülümseyen yakut rengi kırmızı dudakları da rahatsız ediciydi. Özenle taranmış yapay ve sert saçlar çok katı ve hareketsizdi. Bütün bu detayları bir araya getirdiğinde Bill, katilin kurbanlarını elinden geldiğince yapma bebeklere benzetme niyetini nasıl anlayamadığını merak etti. Aradaki bağlantıyı Riley kurmuştu.
Geri döndüğü için şükürler olsun Allah’ım, diye düşündü.
Bill hala onun için endişelenmekten kendini alamıyordu. Mosby Park’ta gösterdiği başarıya hayran kalmıştı. Ama sonrasında onu eve bırakırken Riley yorgun ve morali bozuk görünüyordu. Tüm yol boyunca çok az konuşmuştu. Hatta bu bile onun için çok fazlaydı.
Yine de Bill, Riley’in şu an burada olmasını istemişti. Daha çok yeri daha çabuk tarayabilmek için ayrılarak araştırma yapmaya Riley karar vermişti. Bill buna karşı çıkamazdı. Riley, kendisi altı ay önce baktıkları suç alanına bakarken Bill’den oyuncak bebek satılan dükkanlarına gitmesini istemişti.
Bill etrafına bakınıp kafasının içinde Riley’in bu dükkanda olsa ne yapacağını merak etti. Bu mağaza bugün ziyaret etiklerinin içinde en lüks olanıydı. Capital Beltway’in kenarındaki bu mağazayı muhtemelen Kuzey Virjinya civarından pek çok zengin müşteri ziyaret ediyordu.
Etrafı dolaşarak kolaçan etti. Gözüne küçük bir kız takıldı. Dağınık gülümsemesi ve solgun teniyle ona özellikle son kurbanı anımsatmıştı. Üstelik yakasında, manşetlerinde ve eteklerinde bir sürü dantel olan pembe bir elbiseyle, rahatsız edici bir şekilde kurban ile neredeyse aynı pozisyonda oturuyordu.
Bill aniden sağ tarafından bir ses duydu.
“Sanırım yanlış bölüme bakıyorsunuz.”
Bill döndü ve karşısında, yüzünde sıcak bir gülümseme ile şişman, kısa boylu bir kadın gördü. Kadın hakkında bir şeyler anında buradan onun sorumlu olduğunu söylüyordu.
“Neden böyle söylediniz?” diye sordu Bill.
Kadın güldü.
“Çünkü kızlarınız yok. Kızı olmayan bir adamı bir mil öteden tanıyabilirim. Bunun nasıl olduğunu sormayın, bir tür içgüdü sanırım.”
Bill kadının düşüncelerinden derinden etkilenmişti.
Kadın Bill’e elini uzattı.
“Ruth Behnke.” dedi.
Bill kadının elini sıktı.
“Bill Jeffreys. Burası sizin mağazanız sanırım.”
Kadın yine güldü.
“Sizin de bazı içgüdüleriniz olduğunu görüyorum.” dedi. “Tanıştığımıza memnun oldum. Ama oğullarınız var öyle değil mi? Bahse girerim üç taneler.”
Bill gülümsedi. Kadının önsezileri oldukça kuvvetliydi. Bu kadınla Riley’in iyi anlaşacaklarını düşünüyordu.
“İki.” diye yanıtladı. “Ama çok yaklaştınız.”
Kadın gülümsedi.
“Kaç yaşındalar?” diye sordu.
“Sekiz ve on.”
Kadın etrafına bakındı.
“Burada onlara göre birşeyler olup olmadığını bilmiyorum. Ah, aslında, bir sonraki bölümde birkaç tane değişik oyuncak asker olacak. Ama artık oğlanlar bu tür şeylerle ilgilenmiyorlar değil mi? Hep video oyunları oynuyorlar. Ve şiddet dolu olanları seviyorlar.
“Korkarım öyle.”
Kadın anlamaya çalışır gibi ona baktı.
“Buraya oyuncak bebek almaya gelmediniz öyle değil mi?’’ diye sordu.
Bill gülümsedi ve başını salladı.
“Haklısınız.” diye yanıtladı.
“Polis misiniz acaba?” diye sordu kadın.
Bill hafifçe gülümseyerek rozetini çıkardı.
“Tam değil ama iyi tahmindi.”
“Aman tanrım!’’ dedi kadın endişeyle. “FBI benim küçük işyerimden ne istiyor olabilir? Yoksa bir takım listelerin içinde mi adım?”
“Bir bakıma.” dedi Bill. “Ama endişelenecek bir durum yok. Dükkanınız, bu bölgede araştırma yaptığımız, antika ve koleksiyon olarak toplanan oyuncak bebekleri satan diğer dükkanların içinde yer alıyor.”
Aslında Bill tam olarak ne aradığını bilmiyordu. Riley, katilin bu dükkanlara sık sık gittiğini ya da en azından ziyaret ettiğini düşünerek bunlardan bir kısmının kontrol edilmesini önermişti. Bill, Riley’in ne beklediğini bilmiyordu. Katilin burada kendisini beklediğini mi sanıyordu? Ya da çalışanlardan birinin katili görmüş olduğunu mu düşünüyordu?
Bundan süpheliydi. Onu görmüş olsalar bile, bir katil olduğunu anladıklarını sanmıyordu. Muhtemelen buraya gelen erkeklerin tümü ürperticiydiler. Daha çok Riley onun katilin zihnine girmesini, dünyaya onun gözleriyle bakmasını istiyordu. Eğer öyleyse Bill onu hayal kırıklığına uğratacağını anlıyordu. Onun zihni Riley gibi çalışmıyordu ya da katilin zihnine onun kadar kolay girebilecek yeteneğe sahip değildi.
Ona Riley ağız arıyormuş gibi geliyordu. Arama yaptıkları alan içerisinde onlarca oyuncak bebek satan dükkan vardı. Belki de adli tıbbın oyuncak üreticilerini araştırmaya devam etmesi daha iyi olacak diye düşündü Bill. Gerçi şimdiye kadar hiçbir şey bulamamışlardı.
“Bunun ne tür bir dava olduğunu sorabilir miyim? ” dedi Ruth. “Ama belki de sormamalıyım.”
“Hayır.” dedi Bill. “Sormamalısınız.”
Dava artık bir sır değildi. Senatör Newbrough’nun adamları bir basın açıklaması yaptıktan sonra dava bir sır değildi. Medya artık bu haberlere doymuştu. Her zamanki gibi büro yanlış gelen telefon ihbarları ve tuhaf internet teorileri nedeniyle işkence çekiyordu. Her şey tam bir ısdıraptı.
Ama neden bunu kadına anlatmalıydı ki? Kadın çok kibar görünüyordu. Mağazası o kadar temiz ve düzgündü ki, oyuncak bebeklere takıntısı olan bir seri katil gibi gaddar ve şok edici bir şeyle onu üzmek istemiyordu Bill.
Hala öğrenmek istediği bir şey vardı Bill’in.
“Söyler misiniz?” dedi Bill. “Yetişkinler için ne kadar satış yapıyorsunuz? Yani çocuğu olmayan gençler için?”
“Oh, satışlarımın çoğunu onlara yapıyorum. Koleksiyonculara.”
Bu Bill’in ilgisini çekmişti. Bunu hiç tahmin etmemişti.
“Neden böyle düşünüyorsunuz?” diye sordu.
Kadın tuhaf ve soğuk bir biçimde gülümsedikten sonra yumuşak bir ses tonuyla:
“Çünkü insanlar ölüyor Bill Jeffreys.” dedi.
Bill şimdi tamamen ürkmüştü.
“Efendim?” dedi.
“Yaşımız ilerledikçe insanları kaybediyoruz. Arkadaşlarımız ve sevdiklerimiz ölüyor. Üzülüyoruz. Bebekler zamanı bizim için durduruyorlar. Üzüntülerimizi unutmamızı sağlıyorlar. Bizi teselli ediyor ve rahatlatıyorlar. Etrafınıza bakın. Neredeyse yüz yıllık bebeklerim var ve çoğu daha yepyeni duruyor. En azından bazıları için aradaki farkı söyleyemezsiniz bile. Onlar yaşlanmıyorlar.”
Bill etrafına baktı ve tüm bu yüzyıllık bakışlardan ürpererek bu bebeklerin kaç kişiyi yaşlandırdıklarını düşündü. Onların nelere tanık olduklarını merak etti: aşk, öfke, nefret, üzüntü, şiddet. Ve hala onlar gözlerindeki boş ifadeyle kendisine bakıyorlardı. Onlar Bill’e hiçbir anlam ifade etmiyorlardı.
İnsanlar yaşlanır, diye düşündü. Kendisinin yaptığı gibi, dünyaya doğuştan gelen tüm karanlık ve korku gibi, yaşlanır, buruşur ve beyazlarlar. Tüm bunlarla eğer hala aynı görünüyor olsaydı bu günah olurdu. Cinayet sahneleri onun içine sanki canlı bir şey gibi işlemişti ve artık daha fazla genç kalmak istemiyordu.
Sonunda Bill, “Onlar zayen hayatta değiller.” dedi.
Ruth’un gülümseyişi mayhoşlaşmış neredeyse acı bir hal almıştı.
“Bu gerçekten doğru mu Bill? Müşterilerimin çoğu böyle olmadığını düşünüyor. Ben de böyle olduğundan emin değilim.”
Ortalığı tuhaf bir sessizlik kapladı. Kadının kıkırdaması bu seesizliği böldü. Ruth, Bill’e her yerinde oyuncak bebek resimleri olan renkli bir broşür uzattı.
“Bu arada bir kongre için yakında Washington’a gidiyorum. Belki siz de gelmek istersiniz. Belki de araştırdığınız şey her neyse, size bir takım fikirler verebilir bu konferans.”
Bill ona teşekkür edip, konferans hakkındaki önerisinden memnun kalarak dükkandan ayrıldı. Riley’in de kendisiyle geleceğini umuyordu. Bill, Riley’in bu öğleden sonra Senatör Newbrough ve karısıyla görüşmeye gitmesi gerektiğini hatırladı. Bu görüşme yalnızca senatörün önemli bilgiler verebileceğinden dolayı değil, ayrıca diplomatik yönüyle de önemliydi. Newbrough büro için işleri gerçekten de çok zorlaştırıyordu. Riley, ellerinden geleni yaptıklarına onu ikna etmek için aracılık ediyordu.
Ama Riley bunu gerçekten gösterecek mi? diye merak ediyordu Bill.
Bundan emin olamaması gerçekten çok tuhaf görünüyordu. Bundan altı ay önce Riley, hayatında güvenilir olan tek şeydi. Hayatı boyunca ona güvenmişti. Ama son dönemdeki acıları onu tedirgin etmişti.
Bundan başka, onu çok özlemişti. Bazen onun civa gibi zihninden gözü korktuğu gibi bu tür işlerde ona ihtiyacı vardı. Son altı hafta boyunca onun arkadaşlığına ihtiyacı olduğunu anlamıştı. Ya da daha derinine, bundan daha fazlasına mı?
Bölüm 8
Riley, iki şeritli oto yolda enerji içeceğini yudumlayarak ilerliyordu. Güneşli ve sıcak bir Pazar sabahıydı. Arabanın pencereleri açıktı ve yeni balyalanmış samanların kokusu havaya yayılıyordu. Etraftaki küçük meralarda sığırlar birer nokta gibi görünüyordu ve vadinin her iki yanı dağlarla çevrelenmişti. Dışarıdaki görüntüden hoşlanmıştı.
Fakat kendisini iyi hissetmek için buraya gelmediğini hatırladı. Yapması gereken bazı önemli işler vardı. Riley eskimiş bir çakıl yola girdi ve bir-iki dakika sonra kavşağa ulaştı. Milli parka döndü. Kısa bir mesafe gittikten sonra arabayı yolun eğimli kısmında durdurdu.
Arabadan çıktı ve kuzeydoğu köşesinde uzun bir meşe ağacının olduğu açık alan boyunca yürüdü.