Thor derhal bunun kim olduğunu bildi.
Gwendolyn.
Onu orada dururken görünce kalbi güm güm atmaya başladı. Onun ne düşündüğünü biliyordu. Ve niçin olduğunu da bilmekteydi. Kendisinin ondan vazgeçtiğini sanıyordu ve kendisini sanki bu kendi hatasıymış gibi hissetmekten kendini alamadı.
Thor, “DAHA HIZLI!” diye haykırdı.
Mycoples daha da kuvvetle çırptı kanatlarını ve o kadar hızlı uçtular ki, Thor’un nefesi kesildi.
Yaklaşırlarken, Thor Gwen’in geriye, kenar çıkıntısından çatının güvenliğine bir adım attığını izledi ve kalbi rahatlamayla doldu. Kendisini daha görmeden, kendi başına, kararını değiştirmiş ve atlamamaya karar vermişti.
Mycoples kükredi ve Gwen başını kaldırıp ilk kez olarak Thor’u gördü. İkisinin gözleri bu uzak mesafeden dahi birbirine kenetlendi ve Thor onun yüzüne inen şoku izledi.
Mycoples çatıya kondu ve o anda Thor daha fazla beklemeden atlayıp Gwendolyn’e koştu.
Gwen döndü ve tam bir hayret içinde gözlerini açarak ona baktı. Sanki bir hayalete bakar gibi bakıyordu.
Thor kalbi hızla çarparak, heyecan içinde ona koştu ve kollarını uzattı. İkisi kucaklaşıp birbirlerini sıkı sıkı tuttular. Thor onu kaldırıp kollarının arasında sıktı. Tekrar tekrar onu havada çevirdi.
Thor onun kulağına ağladığını duydu, sıcak gözyaşlarının ensesinden aşağı döküldüğünü hissetti ve gerçekten burada olduğuna, burada dünya gözüyle onu tuttuğuna inanmakta güçlük çekti. Bu gerçekti. İmparatorluğun derinlerinde bulunduğu sırada, bir daha asla geri dönemeyeceğine, Gwendolyn’i tekrar hiç bir zaman göremeyeceğine inandığı zaman günden güne, geceler boyu hayalinde canlandırdığı rüya buydu.
Ondan bu kadar uzun zaman ayrı kaldığı için, şimdi onunla ilgili her şey kendisine yeni geliyordu. Bu mükemmel bir duyguydu. Ve bir daha onunla geçirdiği tek bir anı bile çantada keklik saymamaya yemin etti.
“Gwendolyn,” diye kulağına fısıldadı.
O da ona “Thorgrin,” diye fısıldadı.
Birbirlerini ne kadar sürdüğünü bilemeyeceği kadar uzun zaman bırakmadan tuttular, sonra yavaşça geri çekilip öpüştüler. Bu ihtiraslı bir öpüşmeydi ve ikisi de bundan geri çekilmediler. Gwendolyn, “Yaşıyorsun,” dedi. “Buradasın. Burada olduğuna inanamıyorum.”
Mycoples homurdandı ve Gwendolyn, Mycoples bir kez kanatlarını çırparken, Thor’un omzunun üzerinden yukarı baktı. Gwen’in yüzü korkudan kızardı.
“Korkma,” dedi Thor. “Onun adı Mycoples. Benim dostum. Ve senin de dostun olacak. Sana göstereyim.”
Thor Gwen’in elini tuttu ve onu yavaşça korkuluk duvarına doğru götürdü. Yaklaşırlarken Gwen’in korkusunu hissedebiliyordu. Thor anladı. Ne de olsa, bu gerçek, canlı bir ejderhaydı ve bu Gwen’in hayatta bir ejderhaya en yakın olduğu andı.
Mycoples kocaman, kırmızı yanan gözlerle Gwen’e bakıyor ve yumuşakça homurdanıyor, kanatlarını çırpıyor ve boynunu eğiyordu. Thor kıskançlık gibi bir şey hissetti. Bir de belki merak.
“Mycoples, Gwendolyn’le tanış.”
Mycoples gururla başını uzağa çevirdi.
Sonra aniden geri döndü ve bunu yaparken sanki onun içini okuyormuş gibi, tam Gwendolyn’in gözlerinin içine baktı. Aşağı eğildi, o kadar yakındı ki yüzü neredeyse Gwendolyn’inkine değecekti.
Gwen şaşkınlık ve huşu—ve belki korku içinde yutkundu. Eli titreyerek yukarı uzandı ve elini Mycoples’in uzun burnunun üzerine koyarak onun mor pullarına dokundu.
Bir kaç saniye sonra, Mycoples nihayet gözlerini kırptı ve burnunu aşağı indirerek bir şefkat belirtisi olarak Gwen’in midesine sürttü. Mycoples burnunu buna saplanmış gibi Gwen’in midesine sürtmeye devam etti ve Thor bunun sebebini anlayamadı.
Sonra, aynı çabuklukla, Mycoples başını uzağa çevirdi ve ufka baktı.
“Çok güzel,” diye fısıldadı Gwen.
Dönüp Thor’a baktı.
“Senin döneceğinden ümidimi kesmiştim,” dedi. “Döneceğini sanmıyordum.”
“Ben de öyle,” dedi Thor. “Beni ayakta tutan seni düşünmek oldu. Bu bana hayatta kalmak için neden verdi. Dönmek.”
Tekrar birbirlerini kucakladılar, rüzgâr onları okşarken birbirlerini sıkı sıkı tuttular, sonra nihayet geri çekildiler.
Gwendolyn aşağı baktı ve Thor’un belinde Kader Kılıcı’nı gördü ve gözleri açıldı. Nefesi kesildi.
“Kılıcı geri getirdin,” dedi. İnanamayarak başını kaldırıp ona baktı. “Onu takacak olan sensin.”
Thor başıyla onayladı.
Gwendolyn, “Fakat nasıl…” diye söze başladı, sonra sesi kısıldı. Açıkça, şaşkına dönmüştü.
“Bilmiyorum,” dedi Thor. “Sadece yapabildim.”
Başka bir şeyi fark ederken gözleri ümitle açıldı.
“O zaman Kalkan tekrar yukarıda demektir,” dedi ümitle.
Thor başıyla ciddi biçimde onayladı.
“Andronicus tuzağa düştü,” dedi. “Kraliyet Sarayı’nı ve Silesia’yı kurtarmış bulunuyoruz.”
Gwendolyn’in yüzü rahatlayarak ve neşeyle yukarı kalktı.
“O sendin” dedi, birden olanları idrak ederek. “Şehirlerimizi sen kurtardın.”
Thor alçak gönüllülükle omzunu silkti.
“Daha çok Mycoples’ti. Ve Kılıç. Ben sadece onlara eşlik etmek için gittim.”
Gwen’in yüzü sevinçle parladı.
“Ve halkımız? Onlar güvende mi? Hiç kurtulan oldu mu?”
Thor başıyla onayladı.
“Çoğu hayatta ve iyi.”
Yüzü sevinçle ışıldadı, tekrar genç göründü.
“Kendrick seni Silesia’da bekliyor,” dedi Thor, “Godfrey, Reece, Srog ve birçok diğeri gibi. Hepsi hayatta ve iyiler ve şehir özgür.”
Gwendolyn ileri koşup Thor’u kucakladı ve onu sıkı sıkı tuttu. Thor onun nasıl rahatladığını hissedebiliyordu.
“Hepsinin yok olduğunu sanmıştım,” dedi, hafifçe ağlayarak, “sonsuza dek kaybolduğunu.”
Thor kafasını salladı.
“Halka ayakta kaldı,” dedi. “Andronicus kaçmakta. Biz döneceğiz ve onu kesin olarak ortadan kaldıracağız. Ve sonra her şeyi yeniden inşa edeceğiz.”
Gwendolyn birden bire ona arkasını döndü ve gözlerini kaçırıp gökyüzüne bakarak bir gözyaşını sildi. Pelerinini omuzlarının etrafına sıkı sıkı sardı ve yüzü endişeyle doldu.
“Ben geri dönebilir miyim bilmiyorum,” dedi, tereddütle. “Bana bir şey oldu. Sen burada yokken.”
Thor döndü ve omuzlarını tutarak ona baktı.
“Sana ne olduğunu biliyorum,” dedi. “Annen bana söyledi. Utanılacak bir şey yok,” dedi.
Gwendolyn ona bakıyor gözleri şaşkınlık ve merakla doluyordu.
“Sen biliyor musun?” diye sordu, şok içinde.
Thor başıyla onayladı.
“Bunun hiç bir anlamı yok,” dedi. “Ben seni her zamanki kadar seviyorum. Hatta daha fazla. Bizim sevgimiz—önem taşıyan budur. Kırılmaz olan budur. Senin intikamını alacağım. Andronicus’u ben kendim öldüreceğim. Ve bizim sevgimiz asla ölmeyecek.”
Gwen ileri koşup Thor’a sıkı sıkı sarıldı, gözyaşları boynundan aşağı dökülüyordu. Thor onun ne kadar rahatladığını hissedebiliyordu.
“Seni seviyorum,” dedi Gwen onun kulağına.
“Ben de seni seviyorum,” diye cevap verdi Thor.
Thor onu tutarak orada dururken, kalbi kaygıyla çarpıyordu. Şimdi, şu anda, her zamandan daha çok ona sormak istiyordu. Evlenme teklif etmek. Fakat önce ona kendi sırrını söyleyinceye kadar, babasının kim olduğunu söyleyinceye kadar, bunu yapamazdı.
Bunun düşüncesi kendisini utanç ve küçük düşme duygusuyla doldurdu. İşte kendisi buradaydı ve biraz önce her ikisinin de en çok nefret ettikleri insanı öldürmeye söz vermişti. Ve bunu izleyen bir sonraki sözleriyle nasıl Andronicus’un kendi babası olduğunu açıklayabilirdi?
Thor eğer bunu yaparsa, Gwendolyn’in sonsuza kadar ondan nefret edeceğinden emindi. Ve onu kaybetmeyi göze alamazdı. Bütün olanlardan sonra değil. Onu çok seviyordu.
Onun için bunun yerine, elleri titreyerek. Thor, gömleğinin içine uzandı ve bir gerdanlık çıkardı. Ejderhanın hazinesi arasında bulduğu gerdanlıktı bu. Altından bir zinciri ve elmaslar ve yakutlarla bezenmiş, ışıldayan altından bir kalbi vardı. Bunu kaldırıp ışığa tuttu ve görüntü Gwen’in nefesini kesti.
Thor onun arkasına geçti ve gerdanlığı boynuna taktı.
“Aşk ve sevgimin ufak bir nişanesi,” dedi.
Gerdanlık onun üzerinde çok güzel duruyor, altın ışıkta parlıyor ve her şeyi yansıtıyordu.
Yüzük cebinde yanıyordu ve Thor doğru zaman gelince bunu ona vermeye ahdetti. Ona gerçeği söylemek için cesaretini toplayabildiği zaman. Fakat şimdi, o her ne kadar olabileceğini ümit etse de, bunun zamanı değildi.
“Onun için görüyorsun, dönebilirsin,” dedi Thor, elinin tersiyle onun yanağını okşayarak. “Dönmen lazım. Halkının sana ihtiyacı var. Bir lidere ihtiyaçları var. Bir lider olmadan Halka hiç bir şeydir. Rehberlik için sana bakıyorlar. Andronicus hala Halka’nın yarısını engelliyor. Şehirlerimizin yeniden yapılmaları gerekiyor.”
Thor onun gözlerinin içine baktığında onun düşünmekte olduğunu görebiliyordu.
“Evet de,” diye Thor teşvik etti. “Benimle birlikte dön. Bu Kule bir genç kadının günlerinin gerisini geçireceği bir yer değil. Halka’nın sana ihtiyacı var. Benim sana ihtiyacım var.”
Thor elini uzattı ve bekledi.
Gwendolyn bocalayarak aşağı baktı.
Sonra nihayet, uzandı ve bir elini onunkinin üzerine koydu. Sevgi ve sıcaklıkla ışıldayan gözleri gittikçe daha parlak hale geldi. Thor onun yavaşça bir zamanlar bildiği hayat, sevgi ve neşeyle dolu eski Gwendolyn haline gelmekte olduğunu görebiliyordu. Sanki o gözlerinin önünde kendine gelen bir çiçek gibiydi.
“Evet,” dedi yumuşakça, gülümseyerek.
Kucaklaştılar ve Thor onu sıkı sıkı tutarak bir daha asla bırakmamaya ant içti.
YEDİNCİ BÖLÜM
Erec gözlerini açıp tekrar kendisini Alistair’in kollarında yatarken buldu. Onun sevgi ve sıcaklık ile ışıldayan kristal mavisi gözlerine bakıyordu. Erec’in dudaklarının kenarında ufak bir gülümseme vardı ve Alistair onun ellerinden yansıyan ve kendi vücuduna yayılan sıcaklığı hissediyordu. Kendisini kontrol ederken, sanki hiç yaralanmamış gibi tamamen iyileşmiş, yeniden doğmuş olduğunu hissediyordu. Alistair onu ölümden geri getirmişti.
Erec kalkıp oturdu ve şaşkınlıkla Alistair’in gözlerinin içine baktı. Bir kez daha kendisini onun gerçekten kim olduğunu, nasıl böyle güçlere sahip olabildiğini merak ederken bulmuştu.
Erec oturup kafasını ovarken, hemen Andronicus’un adamlarını hatırladı. Saldırıyı. Küçük kanyonun savunulmasını. Büyük kayayı.
Erec ayağa fırladı ve bütün adamlarının sanki ölümden dönmesini ve emrini bekler gibi kendisine bakmakta olduğunu gördü. Yüzlerinden rahatladıkları belli oluyordu.
Döndü ve büyük bir heyecanla Alistair’e “Ben ne kadar zaman kendimden geçtim?” diye sordu. Adamlarını bu kadar uzun zaman terk ettiği için kendini suçlu hissediyordu.
Ama o tatlı tatlı ona gülümsedi.
“Sadece bir saniye,” dedi.
Erec bunun nasıl olabileceğini anlayamıyordu. Kendini sanki yıllarca uyumuş gibi tamamen yenilenmiş gibi hissediyordu. Ayağa fırlarken adımında yeni bir canlılık hissetti ve dönüp küçük kanyonun girişine koştu ve kendi eserini gördü: kendisinin kırdığı koca kaya parçası şimdi yolu tıkıyordu ve Andronicus’un adamları artık buradan geçemiyorlardı. İmkânsız olanı başarmışlar ve çok daha büyük bir orduyu geri püskürtmüşlerdi. En azından şimdilik.
Kutlamaya vakit bulamadan, Erec yukarıdan gelen ani bir çığlık işitti ve yukarı baktı: orada uçurumun tepesinde adamlarından biri çığlık atmış ve sonra sırt üstü geriye doğru yuvarlanmış ve ölü olarak toprağa düşmüştü.
Erec aşağı baktı ve adamın vücuduna saplanmış bir mızrak gördü, sonra tekrar yukarı baktığında bir sürü aktivite gördü, bağrışmalar ve her taraftan gelen çığlıklar yükseldiğini duydu. Gözlerinin önünde, tepede Andronicus’un düzinelerle adamı göründü. Duke’ün adamlarıyla göğüs göğse dövüşüyor, darbeye darbeyle karşılık veriyorlardı ve Erec ne olduğunu anladı: İmparatorluk komutanı kuvvetlerini ikiye ayırmıştı, bir kısmını küçük kanyondan ve diğerlerini doğrudan dağın üzerinden gönderiyordu.
“TEPEYE!” diye emretti Erec. “TIRMANIN!”
Kendisi elde kılıç dosdoğru dağın yüzüne koşarken, Duke’ün adamları onu izleyerek kaya ve toz içinde dik çıkıştan yukarı tırmanmaya çabaladılar. Her bir kaç adımda bir kaydı ve avucunu taşta sıyırarak eliyle tutunmaya çalıştı, tutacak bir yer bulup arka üstü düşmemek için elinden geleni yaptı. Koştu, fakat dağın yüzü o kadar dikti ki, bu koşmaktan çok tırmanmaydı; her adım büyük mücadele gerektiriyordu, adamları dağ keçileri gibi uçurumdan yukarı oflaya puflaya çıkmaya çalışırlarken etrafında zırhlar zangırdayıp duruyordu.
“OKÇULAR!” diye bağırdı Erec.
Aşağıda, dağa çıkmakta olan Duke’ün okçularından bir kaç düzinesi, durdular ve uçurumun tepesine doğru nişan aldılar. Oklarını bir yağmur gibi salıverdiler ve bir kaç İmparatorluk askeri çığlık atıp geriye doğru savruldular ve uçurumun kenarından aşağı yuvarlandılar. Birisinin vücudu savrularak aşağıya Erec’e doğru geldi; eğilip güçlükle bundan kaçınabildi. Ancak Duke’ün adamlarından biri o kadar şanslı değildi—bir ceset ona çarparak onu çığlıklar içinde, sırt üstü uçarak yere gönderdi ve yere çarpan adam kendi ağırlığı altında öldü.
Duke’ün okçuları kendilerine mevzi kazıp dağın üstüne ve altına konuşlandılar, İmparatorluk askerlerinden biri ne zaman uçurumun kenarından başını çıkarırsa, onları savunmada tutmak için oklarını fırlattılar.
Fakat yukarıdaki çarpışma sıkı, göğüs göğseydi ve okların hepsi hedeflerini bulmadı: bir ok hedefi tutturamayıp kaza eseri Duke’ün kendi adamlarından birinin sırtına saplandı. Asker feryatlar içinde sırtını büktü ve bir İmparatorluk askeri fırsattan yararlanarak onu hançerledi, sırt üstü yere yıkıp çığlıklar içinde uçurumdan aşağı gönderdi. Fakat İmparatorluk askeri kendini gösterince başka bir okçu da onu karnından vurarak öldürdü ve adamın cesedi kenardan yüz üstü aşağı yuvarlandı.
Erec ve etrafındakiler çabalarını arttırdılar ve bütün güçleriyle uçurumdan yukarıya çıkmaya çalıştılar. Tepeye yaklaşırken, sadece bir kaç adım uzakta, Erec kaydı ve düşmeye başladı; ellerini sağa sola salladı, uzandı ve taştan çıkan kalın bir kökü yakaladı. Hayatını kurtarmak için buna tutundu ve orada asılı kaldı, sonra kendini yukarı çekti, ayağını basacak bir yer buldu ve tepeye çıkmaya devam etti.
Erec diğerlerinden önce tepeye erişti ve bir savaş çığlığıyla, kılıcını yukarı kaldırıp ileri koştu. Tepede pozisyonlarını koruyan, fakat geriye püskürtülmekte olan adamlarını savunmaya yardımcı olma arzusundaydı. Yukarıda adamlarından ancak bir kaç düzinesi kalmıştı ve her biri, bire karşı iki üstünlüğü olan İmparatorluk askerleriyle göğüs göğse çarpışma içindeydi. Her geçen saniye, gittikçe daha fazla İmparatorluk askeri tepenin üstünde peyda olmaktaydı.
Erec, saldırıp bir anda iki askeri birden hançerleyerek, kendi adamlarını kurtarıp deliler gibi savaştı. Bütün Halka’da, savaşta ondan daha hızlı kimse yoktu ve elinde iki kılıçla, her tarafı keserek, Erec İmparatorluğa karşı savaşmak için Gümüş şampiyonu olarak eşsiz becerilerini kullandı. Dönüp, eğilip keserken, gittikçe İmparatorluk askerlerinin yoğun olduğu yere doğru ilerlerken, tek kişilik bir imha dalgası gibiydi. Gelen bir saldırıdan kaçınıp kafa atarak ve önündekileri savuşturarak o kadar hızlı gitti ki, kalkanını bile kullanmak istemedi.
Bir düzene askeri daha kendilerini savunma fırsatı bulamadan yere indirerek, Erec onları bir rüzgâr gibi yırtıp geçti. Ve hepsi onun çevresinde toplanan Duke’ün adamları canlanıp destek verdiler.