Kalkan Denizi - Морган Райс 3 стр.


"Şu anda," dedi, "kalbim sevdiğimin sen olduğunu söylüyor. Hep sevdiğim kadın sensin."

Reece'e ciddiyetle baktı.

"Başka birini hiç sevmedim," dedi.

Reece kendine engel olamıyordu. Öne eğildi ve dudakları onunkilerle buluştu. Tüm dünyanın etrafında eridiğini, Stara da onu  öptüğünde aşka battığını hissetti.

Artık nefes alamayıncaya kadar; Reece, her şeye, içindeki tüm mantığın karşı çıkmasına rağmen, Stara'dan başkasıyla evlenemeyeceğini fark edene kadar öpüşmeye devam ettiler.

DÖRDÜNCÜ BÖLÜM

Gwendolyn altın bir köprüde durdu. Tırabzanına sıkı sıkı tutunarak kenardan aşağı baktı ve altında akan hırçın nehri gördü. Akışı öfkeyle kükredi, Gwendolyn bu manzarayı izlerken sular hiç olmadığı kadar yükseldi. Serpintilerini buradan bile hissediyordu.

"Gwendolyn, aşkım."

Gwen, belki yirmi adım ötedeki karşı kıyıdan Thorgrin'in gülümseyerek elini ona uzattığını gördü.

"Bana gel," diye yalvardı. "Nehri geç."

Onu görünce rahatlayan Gwen, ona doğru yürümeye başladı- ta ki onu yolundan döndüren bir başka ses duyana kadar.

"Anne," dedi yumuşak bir ses.

Gwen aksi kıyıda duran bir çocuk gördü. On yaşlarında, uzun, gururlu, geniş omuzlu, asil bir ağıza, güçlü bir çeneye ve parıldayan gri gözlere sahipti. Babası gibi. Tanıyamadığı bir materyalden yapılma güzel ve parlak bir zırh giymişti, belinde ise bir savaşçının silahları vardı. Gücünü buradan bile hissediyordu. Durdurulamaz bir güçtü.

"Anne, sana ihtiyacım var," dedi.

Çocuk elini uzattı ve Gwen ona doğru yürümeye başladı.

Sonra durdu, bir Thor'a bir oğluna bakıyordu. İkisi de ellerini ona doğru uzatmışken bölünmüş hissediyordu. Hangi yöne gideceğini bilmiyordu.

Orada kararsız dururken altındaki köprü aniden çöktü.

Gwendolyn aşağıda hızla akan sulara doğru düştüğünü hissederken çığlık attı.

Gwen buzlu suya düştüğünde donduğunu hissetti, hırçın sularda yuvarlandı ve debelendi. İne çıka, nefes almaya çalışarak dönüp karşılıklı iki kıyıda duran oğluna ve kocasına baktı. İkisi de ona doğru ellerini uzatmıştı ve ikisinin de ona ihtiyacı vardı..

"Thorgrin!" diye bağırdı. Sonra: "Oğlum!" dedi.

Gwen her ikisine doğru bağırarak uzandı ama kısa süre sonra bir şelalenin kenarından aşağı düşer halde buldu kendini.

Kocasını ve oğlunu gözden kaybettiğinde korkunç bir çığlık attı ve aşağıdaki keskin kayalara doğru metrelerce düştü.

Gwendolyn bağırarak uyandı.

Etrafına bakındı, soğuk terler dökmüştü, aklı karışıktı, nerede olduğunu anlamaya çalıştı.

Loş bir şato odasında, duvarlardaki meşalelerin titrek ışıkları altında bir yatakta uzandığını fark etti. Nefes nefese neler olduğunu anlamak için gözlerini çok defa kırptı. Hepsinin bir rüya, korkunç bir kabus olduğunu yavaşça anladı.

Gwen gözlerini kıstı ve odadaki çok sayıda hizmetliyi fark etti. Illepra ve Selese iki yanında durup kollarına ve bacaklarına soğuk bası uyguluyorlardı. Selese alnını nazikçe sildi.

"Şşş," dedi Selese onu rahatlatarak. "Bu sadece bir rüyaydı, leydim."

Gwendolyn, ellerini birinin sıktığını hissettiğinde döndü ve Thorgrin'i gördüğü için kalbi yerinden çıkacak gibi oldu. Thor, yatağının başında çömelmiş, uyandığını gördüğü için parlayan gözlerle Gwen'in ellerini tutuyordu.

"Aşkım," dedi. "İyisin."

Gwendolyn gözlerini kırptı nerede olduğunu , neden yatakta olduğunu ve tüm bu insanların burada ne aradıklarını anlamaya çalıştı.Sonra aniden hareket etmeye çalışınca karnında korkunç bir ağrı hissetti – ve hatırladı.

"Bebeğim!" diye bağırdı aklını kaybetmiş gibi aniden. "Nerede o? Bebeğim yaşıyor mu?"

GwenGwen, çaresiz etrafındaki yüzleri inceledi. Thor elini sıkıca kavradı ve kocaman gülümsedi. O anda her şeyin yolunda olduğunu anladı. Tüm hayatının bu gülümsemeyle güvence altında olduğunu hissetti.

"Elbette yaşıyor," diye cevap verdi Thor. "Tanrıya şükürler olsun. Ralibar'a da. Ralibar ikinizi de buraya tam zamanında getirdi."

"Sağlığı son derece iyi, " diye ekledi Selese.

Aniden, odayı keskin bir ağlama sesi doldurdu, Gwendolyn baktığında Illepra'nın öne geldiğini ve kollarındaki battaniyede kundaklanmış ağlayan bir bebeği tuttuğunu gördü.

Gwendolyn'in kalbi rahatlama hissiyle dolup taştı ve gözyaşlarına boğuldu. Oğlunu görür görmez histerik bir biçimde ağlamaya başladı. O kadar rahatlamıştı ki sevinç göz yaşları yüzünü yıkıyordu. Bebek hayattaydı. Kendisi hayattaydı. Kurtulmuşlardı. Bir şekilde bu korkunç kabustan çıkmayı başarmışlardı.

Hayatı boyunca hiç bu kadar minnet duymamıştı.

Illepra öne eğildi ve bebeği Gwen'in göğsüne yerleştirdi.

Gwendolyn doğruldu ve ona bakarak yüzünü incelemeye başladı. Ona dokunduğu, kollarında ağırlığını hissettiği, kokusunu duyduğu ve yüzünü gördüğünde kendini yeniden doğmuş gibi hissetti, Gwendolyn içinde ona karşı kabaran aşkı minnet duygusuyla birlikte duyumsadı. Buna inanamıyordu, bir bebeği olmuştu.

Kollarına yerleştiğinde bebek birden ağlamayı kesti.Sesi soluğu kesildi, döndü, gözlerini açtı ve doğrudan Gwen'e baktı.

Gwen, bebekle gözleri kilitlendiğinde bir şok dalgasının vücuduna yayıldığını hissetti. Bebek, gözlerini Thor'dan almıştı.  Başka bir boyuttan gelmiş gibi görünen gri, parlak gözleri vardı. Gözlerini delip geçerek bakıyordu. Gwendolyn ona baktığında, bebeğini bir başka zamandan, ezelden beri tanıyor gibi hissetti.

O anda, Gwen hayatı boyunca biri veya bir şeye duyduğu her türlü bağdan daha kuvvetli bir bağ hissetti. Onu sıkıca sardı ve asla bırakmayacağına söz verdi. Onunla ateşlerde yürürdü.

"Simasını senden almış, leydim" dedi Thor ona, öne eğilip Gwen'le birlikte bebeğe gülümseyerek bakarken.

Gwen de gülümsedi, ağlıyordu, duygu seli yaşıyordu. Hayatında hiç bu denli mutlu olmamıştı. Tüm istediği buydu, Thorgrin'le ve bebeğiyle olmak.

"Gözlerini de senden almış," diye cevapladı Gwen.

"Henüz almadığı bir isim gerekli ona," dedi Thor.

"Belki de senin ismini vermeliyiz," dedi Gwendolyn, Thor'a.

Thor kararlı bir şekilde kafasını salladı.

"Hayır. Annesinin oğlu. Senin ifadeni taşıyor. Gerçek bir savaşçı annesinin maneviyatını  ve babasının yeteneklerini taşımalı. Ona yardımcı olması için her ikisine de ihtiyacı var. Benim yeteneklerimi alacak ve ismini de senden almalı."

"O zaman önerin nedir?" diye sordu Gwen.

Thor düşündü.

"İsmi seninkine benzemeli. Gwendolyn'in oğlunun adı… Guwayne olmalı."

Gwen gülümsedi. Söyler söylemez tınısına bayıldı.

"Guwayne," dedi. "Sevdim bunu."

Gwen bebeği sıkıca tutarken kocaman gülümsedi.

Bebeğine bakıp, "Guwayne," dedi.

Guwayne dönüp gözlerini yeninden açtı ve doğrudan Gwen'e baktı, ona gülümsediğine yemin edebilirdi Gwen. Bunun için daha çok küçük olduğunu biliyordu ama bir anlığına bir şey gördü ve bebeğin kendi ismine onay verdiğinden emin oldu.

Selese öne eğildi ve Gwen'in dudaklarına merhem sürüp, yoğun ve koyu renkli bir içecek verdi. Gwen hemen canlandı. Yavaşça kendine geldiğini hissetti.

"Ne kadar süredir buradayım?" diye sordu Gwen.

"Neredeyse iki gündür uyuyorsunuz, leydim," dedi Illepra. "Büyük tutulmadan beridir."

Gwen hatırlayınca gözlerini kapadı, tüm o görüntüler zihnine üşüştü. Tutulmayı, doluyu ve depremi hatırladı. Daha önce hiç böyle bir şey görmemişti.

"Bebeğimiz büyük alametlerin işaretlerini taşıyor," dedi Thor. "Tüm krallık olaylara şahit oldu. Doğumu şimdiden en uzak yerlerde herkes tarafından konuşuluyor."

Gwen, bebeği sıkıca tutarken, vücuduna yayılan bir sıcaklık hissetti, ne kadar özel olduğunu bizzat kendi duyumsadı. Onu tutarken tüm vücudu karıncalanıyordu, sıradan bir çocuk olmadığını biliyordu. Damarlarında ne tür güçlerin aktığını merak etti.

Thor'a bakarak merak etti. Bu çocuk da bir ruhban mıydı?

"Tüm bu zaman boyunca burada mıydın?" diye sordu Thor'a, hep yanında durduğunu fark ederek ve ona karşı hissettiği minnetin altında boğularak.

"Buradaydım, leydim. Duyar duymaz geldim. Dün gece hariç. Geceyi Keder Gölü'nde geçirdim. İyileşmen için dua ettim."

Gwen yeniden göz yaşlarına boğuldu, duygularını kontrol edemiyordu. Hayatı boyunca hiç bu kadar mutlu olmamıştı, bu çocuğu kollarında tutmak hiç mümkün olduğunu düşünmediği bir şekilde kendini tamamlanmış hissettiriyordu.

Kendine rağmen, Gwen Dipdünya'daki o kader anına, yapmak zorunda bırakıldığı seçime döndü.  Thor'un ellerini kavradı ve bebeği sıkıca tuttu, ikisini de yakınında tutmak, ikisiyle de sonsuza dek birlikte olmak istiyordu.

Ancak birinin ölmek zorunda olduğunu biliyordu. Ağlamasını durduramıyordu.

"Sorun nedir, aşkım?" diye sordu Thor sonunda.

Gwen kafasını salladı, ona anlatamazdı.

"Üzülme," dedi. "Annen hala yaşıyor, eğer onun için ağlıyorsan."

Gwen birden bire hatırladı.

"Çok hastaydı," diye ekledi Thor. "Ama onu görecek zamanın hala var."

Gwen bunu yapmak zorunda olduğunu biliyordu.

"Onu görmem lazım," dedi. "Beni şimdi ona götür."

"Emin misiniz, leydim?" diye sordu Selese.

"Sizin durumunuzdaki biri hareket etmemeli," diye ekledi Illepra. "Doğumunuz en zor şartlarda gerçekleşti ve iyileşmeniz için zamana ihtiyacınız var. Hayatta olduğunuz için şanslısınız."

Gwen kararlı bir biçimde kafasını salladı.

"Annem ölmeden önce onu görmeliyim. Beni ona götür. Şimdi."

BEŞİNCİ BÖLÜM

Godfrey, içki salonundaki uzun ahşap masanın ortasına oturmuş, her iki avucunda bir maşrapa bira, MacGil ve McCloud'ların oluşturduğu büyük grupla birlikte şarkı söylüyor, diğerleriyle beraber  maşrapaları masaya vuruyordu. Grup ileri geri salınıyor, şarkının her satırını noktalarken maşrapalarını masaya vurunca, ellerine ve masaya biraları dökülüyordu. Fakat Godfrey umursamıyordu. Bu hafta boyu her gece yaptığı gibi içkisine gömülmüş kendini iyi hissediyordu.

İki yanında Akorth ve Fulton oturuyordu.Etrafına baktığında masayı çevreleyen eski düşmanlar MacGil ve McCloud'lardan oluşan onlarca adamı, organize ettiği bu içki aleminde bir araya toplamasının vermiş olduğu tatmini yaşıyordu. Bunu noktaya ulaşması için Godfrey günler boyu Yüksek Topraklar'ı baştan başa geçmişti. Başlangıçta adamlar isteksizdi ama Godfrey fıçı fıçı biraları ve ardından kadınları önlerine serince gelmeye başlamışlardı.

Başlangıçta bir kaç adam vardı, birbirlerinden tedirgin duruyorlar, salonda kendi taraflarını tutuyorlardı. Fakat Godfrey Yüksek Topraklar'ın tepesinde tünemiş bu içki salonunu doldurmayı başardığında adamlar gevşemiş ve birbirleriyle kaynaşmışlardı. Onları bir araya getirmek için bedava biradan daha iyisinin olmadığını Godfrey biliyordu.

Aralarındaki sınırı kaldırmalarına, erkek kardeş gibi hissetmelerine sebep olan şey Godfrey'in kadınları getirmesiydi.Yüksek Topraklar'ın her iki tarafından tüm bağlantılarını kullanıp, genelevleri taramış ve kadınlara cömert davranmıştı. Artık askerlerle birlikte salonu doldurmuşlardı; çoğu, askerlerin kucağında oturuyordu ve herkes mutluydu. İyi ücret ödenen kadınlar mutluydu, adamlar mutluydu, birbirleriyle uğraşmayı bırakıp bunun yerine içkiye ve kadınlara odaklanınca tüm salon neşe ve keyifle çınlıyordu.

Gece ilerlerken Godfrey bazı MacGil ve McCloud'ların arkadaş olup birlikte devriyeye çıkma planlarını duymuştu. Bu tam olarak kız kardeşinin onu başarması için gönderdiği türden bir bağdı, Godfrey bunu başardığı için kendiyle gurur duyuyordu. Süreçten kendisi de çok keyif almıştı, yanakları çok fazla bira tükettiği için kırmızıydı. Bu McCloud birasında fark ettiği bir şey vardı; Yüksek Topraklar'ın bu tarafında bira çok daha güçlüydü ve doğrudan kafaya etki ediyordu.

Godfrey bir orduyu güçlendirmenin, insanları bir araya getirmenin ve yönetmenin farklı yolları olduğunu biliyordu. Siyaset bunlardan biriydi, yönetim bir diğeri; kanunların yürürlüğü ise bir başkası. Fakat bunlardan hiç biri bu adamların kalbini kazanamazdı Godfrey, tüm kusurlarına rağmen halka nasıl erişebileceğini biliyordu. Kendisi de halktan biriydi. Kraliyet ailesinin asaletine sahip olsa da kalbi her zaman topluluklardan yanaydı. Belirli bir bilgeliği vardı, bu sokaklardan edindiği ve parlak gümüşlerle kuşanan şövalyelerin asla sahip olmadığı bir özellikti. Fakat Godfrey, halka inmenin de belirli avantajları olduğunu fark etti. Bu ona insanlık hakkında farklı bir bakış açısı sağlıyordu ve bazen insanları tam olarak anlamak için her iki bakış açısına ihtiyaç vardı. Ne de olsa  Kralların yaptığı en büyük hata halktan olan insanlarla bağlarını koparmış olmalarıydı.

"Bu McCloud'lar nasıl içeceklerini biliyorlar," dedi Akorth.

"İnsanı hayal kırıklığına uğratmıyorlar," diye ekledi Fulton, önlerindeki masaya iki maşrapa daha verilirken.

"Bu içki çok sert," dedi Akorth, yüksek sesle geğirirken.

"Evimizi hiç özlemiyorum desem yeridir," diye ekledi Fulton.

Godfrey kaburgalarından dürtüldüğünü hissetti, dönüp baktığında McCloud adamlarının abartarak sallandıklarını, çok yüksek sesle güldüklerini, kadınlarla eğlenirken çok sarhoş olduklarını gördü. McCloud'ların, MacGil'lere göre biraz daha kaba olduklarını fark etti. MacGil'ler sert adamlardı ama McCloud'lar– onlarla ilgili bir şeyler vardı, medeniyetten biraz uzaklardı. Uzman bakışlarla odayı incelerken Godfrey, McCloud'ların kadınları çok sıkı tuttuklarını, maşrapalarını çok sert tokuşturduklarını, birbirlerini kabaca dirseklediklerini fark etti. Bu adamlarla ilgili bir şey onlarla geçirdiği tüm günlere rağmen Godfrey'i rahatsız ediyordu. Bir şekilde bu insanlara tam olarak güvenmiyordu. Onlarla ne kadar fazla zaman geçirirse, iki klanın neden birbirlerinden ayrıldıklarını o kadar iyi anlamaya başlıyordu. İki topluluğun gerçekten birleşip birleşemeyeceklerini merak etti.

İçki alemi zirve yaparken daha fazla sayıda maşrapa önlerine konuyordu, öncekine kıyasla iki katıydı. McCloud'lar normalde askerlerin bu raddeye geldiklerinde yaptıkları gibi yavaşlamıyorlar aksine, daha fazla hatta haddinden fazla içiyorlardı. Godfrey, kendine rağmen biraz gerilmişti.

"Bu adamların bu kadar içeceklerini tahmin eder miydin?" diye sordu Godfrey, Akorth'a.

Akorth güldü.

"Günahkar bir soru!" diye düşünmeden sordu.

"Sana ne oldu böyle?" diye sordu Fulton.

Fakat Godfrey, önünü göremeyecek kadar sarhoş olan McCloud'lardan biri, asker arkadaşlarına çarpıp onları da düşürürken diken üstünde bu sahneyi izledi.

Bir anlığına herkes duraksadı ve odadakiler yere düşen asker grubuna baktılar.

Askerler yerinde kalkıp çığlık atarak gülmeye ve eğlenmeye başlayınca, alemin devam etmesi Godfrey'i rahatlattı.

"Yeterince içtiler mi diyorsun?" diye sordu Godfrey, tüm bunların kötü bir fikir olup olmadığını merak etmeye başlamıştı.

Akorth ona boş boş baktı.

"Yeterince mi?" diye sordu. "Öyle bir şey mi var?"

Godfrey, kelimeleri yuvarladığını ve zihninin istediği kadar açık olmadığını kendi de fark etti. Yine de odada bir şeylerin değiştiğini, sanki bir şeylerin olması gerektiğinden farklı olduğunu sezmeye başladı. Hepsi biraz fazla gelmişti, sanki odadakilerin hepsi kendine hakim olma hissini yitirmişlerdi.

"Ona dokunma!" diyerek bağırdı biri aniden. "O benim!"

Назад Дальше