Arena İki - Морган Райс


Morgan Rice

ARENA İKİ (KÖLE TÜCCARLARI ÜÇLEMESİNİN 2. KİTABI)

TRANSLATED  BY  MERAL KARAMUK UĞURŞAN

Morgan Rice Hakkında

Morgan Rice, USA Today’in 1 numaralı çok satan destansı on yedi Kitaplık FELSEFE YÜZÜĞÜ; on bir Kitaplık (ve hala devam eden) genç yetişkin serisi 1 numaralı çok satan VAMPİR GÜNLÜKLERİ; 2 Kitaptan oluşan (ve devam eden) kıyamet sonrası gerilim, 1 numaralı çok satan KÖLETÜCCARLARI ÜÇLEMESİ; ve yeni destansı fantezi serisi KRALLAR VE BÜYÜCÜLER Kitaplarının 1 numaralı çok satan yazarıdır. Morgan’ın Kitapları hem basılı hem de sesli olarak bulunabilir ve çeviriler 25 dilde mevcuttur.

Morgan sizi dinlemeyi çok seviyor, dolayısıyla lütfen www.morganricebooks.com adresini ziyaret edip eposta listesine eklenin, ücretsiz bir Kitap kazanın, ücretsiz hediyeler alın, ücretsiz uygulamaları indirin, Facebook ve Twitter ile bağlanın ve irtibatta kalın!

Morgan Rice için seçilmiş övgüler

“THE HUNGER GAMES kitabının konusu, sevdiklerini yeniden kazanmak için tüm çabalarını harcayan iki gencin hikayesi üzerinde kurulmuş. Herhangi bir hikayede gerçek güç, kahramanların nasıl karşılaştıkları, hareket ettikleri ve yaşamlarını idare ettikleri gibi durum ve olaylar üzerine kurulmaz ama ARENA BİR burada önceden tahmin edilebilenden uzaklaşarak, inanılırlık ve gücün çekici alemlerine giriyor. ARENA BİR inandırıcı, karışık bir dünyayı içeriyor ve distopyacı romanlar, güçlü kadın karakterler ve ender cesaret hikayeleri sevenlere önerilir.”

--Midwest Kitap YorumuD. Donovan, eKitap Yorumcusu

“İtiraf etmeliyim ki, ARENA 1’den önce kıyamet sonrası hiçbir şey okumamıştım. Sevebileceğim bir

Şey olduğunu düşünmemiştim… Fakat bu kitabın ne kadar bağımlılık yapıcı olduğunu görünce çok şaşırdım. ARENA 1, elinizden bırakmak istemediğiniz için gözleriniz kapanmaya başlayana kadar gece boyu okuyacağınız bir kitap. Okuduğum kitaplarda güçlü kadın kahramanları sevdiğim bir sır değil… Brook sıkı, güçlü, merhametli ve kitapta ayrıca romantizm de olmasına rağmen Brooke bununla yönetilmiyor… ARENA 1’i şiddetle tavsiye ederim. “

--Dallas Yroumcusu

Morgan Rice’ın Kitapları

KRALLAR VE BÜYÜCÜLER

EJDERHALARIN YÜKSELİŞİ (1. Kitap)

CESURUN YÜKSELİŞİ (2. Kitap)

ONURUN BEDELİ (3. Kitap)

BİR KAHRAMANLIK OCAĞI (4. Kitap)


FELSEFE YÜZÜĞÜ

KAHRAMANLARIN GÖREVİ (1. Kitap)

KRALLARIN YÜRÜYÜŞÜ (2. Kitap)

EJDERHALARIN KADERİ (3. Kitap)

BİR ŞEREF HAYKIRIŞI (4. Kitap)

ŞEREF YEMİNİ (5. Kitap)

KAHRAMANLIK SALDIRISI (6. Kitap)

KILIÇ AYİNİ (7. Kitap)

SİLAHLARIN TESLİMİ (8. Kitap)

BÜYÜLÜ GÖKYÜZÜ (9. Kitap)

KALKAN DENİZİ (10. Kitap)

ÇELİĞİN HÜKÜMDARLIĞI (11. Kitap)

ATEŞ ÜLKESİ (12. Kitap)

KRALİÇELERİN YÖNETİMİ (13. Kitap)

KARDEŞLERİN YEMİNİ (14. Kitap)

ÖLÜLERİN DÜŞÜ (15. Kitap)

ŞOVALYELERİN MIZRAK DÖVÜŞÜ (16. Kitap)

SAVAŞIN ARMAĞANI (17. Kitap)


KÖLETÜCCARLARI ÜÇLEMESİ

ARENA BİR (1. Kitap)

ARENA 2 (2. Kitap)


VAMPİR MEKTUPLARI

DÖNÜŞÜM (1. Kitap)

SEVİLMİŞ (2. Kitap)

ALDATILMIŞ (3. Kitap)

YAZGI (4. Kitap)

ARZULANMIŞ (5. Kitap)

SAHİPLENİLMİŞ (6. Kitap)

YEMİNLİ (7. Kitap)

BULUNMUŞ (8. Kitap)

CANLANDIRILMIŞ (9. Kitap)

GÖMÜLMÜŞ (10. Kitap)

KADER (11. Kitap)


KÖLE TÜCCARLARI ÜÇLEMESİ’ni sesli formatta Dinle!

Morgan Rice Telif Hakları © 2012

U.S  1976 Telif Hakkı Yasası kapsamında tüm hakları saklıdır. Yazarın izni olmadan bu eserin hiç bir bölümü her hangi bir biçimde çoğaltılamaz, dağıtılamaz, yayınlanamaz. Her hangi bir biçimde bir bilgi kaynağında ya da erişim sisteminde  saklanamaz.

Bu e-kitap yalnızca kişisel olarak yararlanmanız için lisanslıdır. Bu e-kitap tekrar satılamaz ya da bir başkasına hibe edilemez. Eğer bu kitabı başkası ile paylaşmak isterseniz lütfen her kişi için ayrı bir kopya sipariş edin. Eğer bu kitabı sipariş ederek okumuyorsanız ya da yalnızca sizin kullanmanız için sipariş edilmediyse lütfen iade edin ve kendi kopyanızı sipariz edin. Yazarın emeğine saygı duyduğunuz için teşekkür ederiz.

Bu eser bir hayal ürünüdür. İsimler, karakterler, iş yerleri, organizasyonlar, mekanlar , olaylar ve hatta yazarın yaratıcı kurgusu yalnızca hayal ürünü olarak kullanılmıştır. Yaşayan ya da ölü, gerçek kişilere olan benzerlik, tamamen rastlantısaldır.

Kapak görüntüsü Telif Hakkı f9photos, Shutterstock.com. lisansıyla kullanılmıştır.

"Korkaklar, ölmeden önce defalarca ölür; cesur insan ölümü bir kere tadar.

Duymuş olduğum tüm şaşılacak şeyler arasında, en garip olanı insanın korktuğudur, kaçınılmaz son, ölüm, gelindiği zaman kaçılmaz."

--Shakespeare, Julius Caesar

BİR

Yeryüzünde mükemmel görünen bazı günler vardır. Yok olacakmışsınız gibi bir sakinlik sizi sarıp sarmaladığında, dünyanın bütün endişelerinden sıyrılıp kendinizi büyük bir huzur içinde hissettiğinizde, bazı günler dünyayı belli bir dinginlik kaplar. Korkudan sıyrılmak. Yarından. Buna benzer anları tek başına sayabilirim.

Ve bu anlardan biri şu an.

Ben on üç yaşındayım, Bree ise altı ve biz kumsalda, yumuşak kumların üzerinde duruyoruz. Babam benim elimi tutuyor ve annem de Bree’nin elini… Dördümüz sıcak kumlardan okyanusa doğru yürüyoruz. Ağustos’un bu en sıcak gününde, okyanusun dalgalarının soğuk spreyini yüzümde hissetmek çok güzel. Dalgalar hepimize çarpıyor, annem ve babam keyifle gülüşüyorlar. Onları bu kadar eğlenirken hiç görmemiştim. Birbirlerine büyük bir sevgiyle baktılarını görüyorum ve bunu aklıma kazıyorum. Onların birlikteyken çok mutlu olduklarını gördüğüm birkaç andan biri bu ve bu anı unutmak istemiyorum. Bree, göğsünde, denizin dibindeki akıntıda ve bacaklarında kırılan dalgaların heyecanıyla, coşkuyla bağırıyor. Annem onu sıkıca tutuyor, babam da benim elimi sıkarak okyanusun çekiminden geri tutuyorlar.

“BİR! İKİ! ÜÇ!” diye bağırıyor babam.

Babam benim elimi, annem de Bree’nin elini tutarken havaya zıplıyorum. Dalganın üzerine çıkıyorum ve onu ezip, dalga sırtıma çarparken çığlık atıyorum. Babamın, doğanın gücü karşısında, orada öylece kaya gibi sert durmasına şaşırıyorum.

Okyanusa dalarken göğsüme gelen soğuk suyla şok içinde suya giriyorum. Denizdeki akıntı geri gelirken babamın ellerini sıkıca tutuyorum ve yine o beni sağlam bir biçimde yerimde tutuyor. O an babamın beni her şeyden sonsuza kadar koruyacağını hissediyorum.

Dalgalar ardı ardına geliyor ve hatırladığım kadarıyla uzun zamandan beri ilk kez anne ve babamın acelesi yok. Bizi defalarca kaldırdılar ve Bree her zamankinden daha büyük bir keyifle çığlık atıyor. Bu muhteşem yaz gününde, bu huzurlu kumsalda, bulutsuz gökyüzünün altında, dalgalar yüzüme sıçrarken zamanın nasıl geçtiğini anlamıyorum. Güneşin batmasını, bunların hiçbirinin değişmesini istemiyorum. Bu şekilde sonsuza kadar burada kalmak istiyorum ve şu anda bunun olabileceğini hissediyorum.

Gözlerimi yavaşça, önceden gördüklerimle şaşırarak açıyorum. Okyanusta değilim ama bir sürat motorunun yolcu koltuğunda nehire doğru hızla alıyorum. Yaz değil ama kış ve banklar karla kaplanmış. Ara sıra yanımızdan buz parçaları geçiyor. Yüzüm suyla ıslanmış fakat bu okyanus dalgalarının yazdaki serin buğusu yerine kıştaki buzlu Hudson’un dondurucu serpintisi. Bunun bulutsuz bir yaz sabahı yerine bulutlu bir kış öğleden sonrası olduğunu anlayana kadar gözlerimi bir kaç kez açıp kapatıyorum. Neler olduğunu ve her şeyin nasıl değiştiğini anlamaya çalışıyorum

Ürpertiyle oturuyor ve etrafıma bakıp hemen korunuyorum. Hatırlayabildiğim kadarıyla hiç gün aydınlıkken uyumamıştım ve bu beni şaşırtıyor. Çabucak eşyalarımı alıp Logan’a bakıyorum. Logan gözlerini nehire dikmiş, direksiyonun başında sabırla duruyor, Hudson’u dolaşıyor. Dönüp Ben’i görüyorum. Başı elerinin arasında, gözleri nehire dalmış, kendi dünyasında kaybolmuş. Teknenin diğer tarafında Bree oturuyor. Gözleri kapalı, koltuğuna yaslanmış ve yeni arkadaşı Rose ona sarılmış omuzunda uyuyor. Yeni evcil hayvanımız tek gözlü Chihuahua kucağında kıvrılmış kestiriyor.

Ben de uyuyakaldığım için şaşkınım. Ama yere eğildiğimde elimde yarım şişe şampanya olduğunu farkediyorum. Alkolü farkediyorum. Yıllardır almadığım, adrenalin dolu günler ve uykusuz pek çok gece ile birleşen alkol beni bayıltmış olmalı.

Vücudum haşat, çok ağrılı ve yara bere içinde. Bu yüzden uyuyakalmış olmalıyım. Kendimi suçlu hissediyorum. Daha önce Bree’yi gözümün önünden hiç ayırmamıştım. Ama Logan’a bakınca onun güçlü duruşunu görüyorum. O etrafımızdayken, bunu yapacak kadar güven duymam gerektiğini anlıyorum. Bazı yönleriyle babama yeniden kavuşmak gibi. Bu yüzden mi onu düşünüyorum?

“Geri dönmen güzel.” diyor Logan derin bir sesle. Bana doğru bakarken dudaklarının kenarında küçük bir gülümseyiş oynuyor.

Öne eğilip bir tereyağı gibi ikiye böldüğümüz önümüzdeki nehire bakıyorum. Motorun gürültüsü kulakları sağır ediyor, tekne biraz sallanarak, ince hareketlerle yukarı aşağı hareket ediyor. Buz gibi su zerreleri doğruca yüzüme vuruyor ve eğilip günlerdir hala aynı giysilerin içinde olduğumu görüyorum. Ter, kan ve su zerrecikleriyle kaplanmış giysilerim bedenimi sarıyor ve şimdi su zerrecikleriyle nemliler. Islağım, üşüyorum ve açım. Sıcak bir duş, sıcak çikolata, gürül gürül yanan bir şömine ve yeni giysiler için her şeyi yapabilirim.

Ufku tarıyorum: Hudson uçsuz bucaksız, büyük bir deniz gibi. Her iki kıyıdan da uzak durarak ortadan devam ediyoruz. Logan olası avcılardan bizi koruyor böylece. Köle tüccarlarını hatırlayarak, bir iz var mı diye dönüp arkaya bakıyorum. Bir şey görmüyorum.

Geriye dönüp ufukta bizden önce başka tekneler var mı diye bakıyorum. Hiçbir şey yok. Bir hareket olup olmadığını görmek için kıyı şeridini tarıyorum. Yok. Sanki dünyada bir tek biz varmışız gibi. Aynı anda hem rahatlatıcı hem üzücü.

Yavaş yavaş gevşiyorum. Sanki sonzuza kadar uyumuşum gibi. Ama güneşin pozisyonuna bakınca öğlen saatleri olduğunu görüyorum. Bir saatten fazla uyumamalıydım, en çok. Tanıdık gelen bir kara parçası görmek için etrafıma bakıyorum. Olanlardan sonra neredeyse eve yaklaşıyoruz. Ama göremiyorum.

“Ne zamandır dışarıdayım?” diye soruyorum Logan’a.

Omuzunu silkiyor. “Belki bir saat.”

Bir saat, diye düşünüyorum. Sonsuzluk kadar uzun gibiydi.

Gaz göstergesini okuyorum ve yarısının boş olduğunu söylüyor. Bu iyiye işaret değil.

“Yakıt bulabileceğimiz bir yer var mı?” diye soruyorum.

Sorduğum an bunun aptalca bir soru olduğunu anlıyorum.

Logan bana gerçekten mi? der gibi bakıyor. Elbette bir yakıt deposu görse oraya uğrardı.

“Neredeyiz?” diye soruyorum.

“Bu kısım sana ait,” diyor. “Ben de sana aynı soruyu soracaktım.”

Nehri tekrar gözden geçiriyorum ama hala bir şey göremiyorum. Bu Hudson’la ilgili bir konu. Nehir çok geniş ve sonsuza kadar uzayıp gidiyor. Birinin yolunu kaybetmesi çok kolay.

“Beni neden uyandırmadın?” diye soruyorum.

“Neden uyandırayım? Uykuya ihtiyacın vardı.”

Ona ne söyleyeceğimi kesinlikle bilmiyorum. Bu Logan’la ilgili: Ondan hoşlanıyorum ve onun da benden hoşlandığını hissediyorum. Bunları birbirimize söyleyip söylemeyeceğimizi ise bilmiyorum. Daha da kötüsü o da ben de bundan kaçınıyoruz.

Altımızda beyaz su köpükleri ile sessizce yol alıyoruz. Böylece ne kadar gideceğimizi merak ediyorum. Yakıtımız bitince ne yapacağız?

Uzakta, ufukta bir şey farkediyorum. Bu, suyun içinde bir çeşit binaya benziyor. Önce bir şeyler gördüğümden emin olamıyorum ama sonra Logan başını çevirip gözünü dört açıyor ve onun da görmüş olduğunu anlıyorum.

“Sanırım bu bir köprü.” diyor. “Yıkık bir köprü.”

Doğru söylediğini anlıyorum. Yaklaştıkça büyüyen kıvrık ve çok yüksek bir metal parça, cehenneme yükselen bir anıt gibi.

Bu köprüyü anımsıyorum: bir zamanlar köprü nehrin üzerine güzelce kuruluydu. Şimdi ise keskin açılarla suyun içine dalan devasa hurda metal yığını.

Biz yaklaşırken Logan tekneyi yavaşlatıyor, motorlar susuyor. Hızımız düşüyor ve tekne şiddetle iki yana sallanıyor. Sivri uçlu metal parçaları fırlıyor her yerden ve Logan kendisine küçük bir çıkış yolu bulmak için tekneyi sağa sola çeviriyor. Üzerimize doğru eğilen köprünün kalıntılarına bakıyorum. İnsanlığın, birbirini öldürmeye başlamadan önce yüzlerce metre yükseklikte köprü yapabildiklerinin bir kanıtı gibi görünüyor.

“Tappan Zee,” diye uyarıyorum. “Şehrin bir saat kadar kuzeyindeyiz. Peşimizden gelirlerse onları atlatırız.”

“Peşimizden gelecekler.” diyor. “Bundan emin olabilirsin.”

Ona bakıyorum. “Nasıl bu kadar emin olabiliyorsun?”

“Onları tanıyorum. Asla unutmazlar.’’

Son metal yığınını geçerken Logan hızı arttırıyor ve biz öne doğru hızlanırken arkama yaslanıyorum.

“Bizden ne kadar uzakta olduklarını düşünüyorsun?” diye soruyorum.

Ufka bakıyor endişeyle. Sonra omuzlarını silkiyor.

“Söylemek zor. Askerlerin hareketinin ne kadar süreceğine bağlı. Çok kar var ve bu bizim için iyi. Belki üç saat? Belki altı saat, eğer şanslıysak. İyi olan şey bu teknenin hızlı olması. Sanırım yakıtımız olduğu sürece onları atlatabiliriz.”

“Ama yapamayız.” diyorum açıkça göstererek. “Dolu depo ile ayrıldık, şu an yarısı boş. Bir iki saat içinde tamamen boşalacak. Kanada çok uzak. Nasıl yakıt bulacağımızı düşünüyorsun?”

Logan suya gözlerini dikmiş düşünüyor.

“Başka şansımız yok.” diyor. “Bulmak zorundayız. Başka yol yok. Duramayız.”

“Bir yerde dinlenmemiz gerekecek.” diyorum. “Yiyeceğe ve sığınacak bir yere ihtiyacımız olacak. Tüm gün ve gece bu soğukta kalamayız.”

“Aç kalmak ve donmak, köle tüccarlarına yakalanmaktan iyidir.” diyor.

Nehrin ilerisindeki babamın evini düşünüyorum. Şimdi önünden geçeceğiz. Yaşlı köpeğim Sasha’yı gömmek için ettiğim yemini anımsıyorum. Ayrıca taştan yapılmış bu yazlık evden alabileceğimiz ve bizi günlerce ayakta tutabilecek yiyecekleri düşünüyorum. Fazladan giysi, battaniye ve kibriti saymıyorum bile.

“Ben durmak istiyorum.”

Logan bana dönüp sanki deliymişim gibi bakıyor. Bundan hoşlanmadığını görebiliyorum.

“Neden bahsediyorsun sen?”

“Babamın evi. Catskill’de. Buradan bir saat kadar kuzeyde. Orada durmak istiyorum. Alabileceğimiz birçok şey var orda. İhtiyacımız olan şeyler. Yiyecek gibi. Ve…’’ duruyorum. “Köpeğimi gömmek istiyorum.”

“Köpeğini gömmek mi?” diye soruyor sesini yükselterek. “Sen delirdin mi? Bu yüzden hepimizin öldürülmesini mi istiyorsun?”

“Ona söz verdim.” diyorum.

“Söz mü verdin?” diye geri yanıtlıyor. “Köpeğine mi? Ölü köpeğine? Şaka yapıyor olmalısın.”

Dönüp ona baktığımda şaka yapmadığımı anlıyor.

“Eğer bir söz verdiysem, onu tutarım. Söz verdiysem seni gömerim.”

Başını sallıyor.

“Dinle!” diyorum sertçe. “Kanada’yı sen istedin. Başka herhangi bir yere gidebilirdik. Bu senin düşündü. Benim değil. Bu kasabanın var olduğunu kim biliyor? Seni hevesle takip ediyorum. Ve bu tekne yalnızca sana ait değil. Tek istediğim babamın evinde durmak. İhtiyacımız olan birkaç eşyayı almak ve köpeğimi huzura kavuşturmk. Çok uzun sürmeyecek. Onlar üzerinde korkunç bir etkimiz var. Lafı bile edilmeyecek kadar küçük bir bidon yakıtımız var orada. Çok değil ama yardımı dokunur.”

Logan yavaşça başını sallıyor.

“Yakıtı almamayı ve riske girmemeyi tercih ederim. Dağlardan söz ediyorsun. Denizden yirmi mil içeri ilerlemekten söz ediyorsun, doğru mu? Oraya nasıl ulaşacağımızı düşünüyordun? Gezerek mi?”

“Eski kamyonun nerede olduğunu biliyorum. Döküntü pikap. Gövdesi paslanmış ama hala çalışıyor. Ayrıca bizi oraya götürüp geri getirecek kadar yakıt var içinde. Nehir kenarında gizli. Nehir bizi doğruca ona götürecek. Kamyon bizi alıp geri bırakacak. Çok çabuk olacak. Sonra Kanada’ya yapacağımız uzun yolculuğa devam edebiliriz. Üstelik bunun için daha iyi durumda olacağız.”

Дальше