Stefanus gence doğru kafasıyla işaret ederken kalabalık onay verircesine tezahüratta bulundu ardından tüm gücüyle yabancıya doğru saldırıya geçti. Yabancı ışık hızıyla yolundan çekilip etrafında döndü ve Stefanus'a kılıcını indirdi, sadece iki santimle kaçırdı.
Ceres irkildi. Bu reflekslerle Stefanus fazla dayanamazdı.
Yabancı, Stefanus'un zırhına darbelerini tekrar tekrar indirirken kükrüyordu, Stefanus geri çekildi. Çaresizce kalkanının ucunu düşmanının yüzüne vurduğunda ise havaya kanlar fışkırdı ve rakibi yere düştü.
Ceres bunun son derece güzel bir hareket olduğunu düşündü. Belki Stefanus onu son kez eğitimdeyken gördüğünden beri tekniğini geliştirmiş olabilirdi.
Seyirciler, "Stefanus! Stefanus! Stefanus!" diye inlediler.
Stefanus yaralı savaşçının ayakları dibinde durdu fakat yabancıyı tam mızrağıyla bıçaklamak üzereyken adam ayaklarını kaldırıp Stefanus'u tekmeleyerek geriye gönderdi ve sırt üstü yere çakılmasını sağladı. Her ikisi de kediler kadar hızlıca ayaklarının üzerine gelip karşı karşıya durdular.
Etraflarında daireler çizerken gözleri birbirine kilitlenmişti, tehlike açıkça hissediliyor diye düşündü Ceres.
Yabancı hırlayarak kılıcını havaya kaldırıp Stefanus'a doğru koşmaya başladı. Stefanus çabucak yana doğru atıldı ve adamın kaba etine silahını sapladı. Karşılığında ise yabancı kılıcını etrafında döndürüp Stefanus'un kolunu yardı.
İki savaşçı da acı içinde bağırdı fakat yaraları onları yavaşlatmak şöyle dursun sanki onları daha da ateşledi. Yabancı miğferini çıkarıp yere fırlattı. Siyah sakallı çenesi kanlanmış, sağ gözü şişmişti fakat Ceres ifadesinden Stefanus'la artık oyun oynamayacağını ve artık onu öldürmek için harekete geçeceğini okudu. Onu katletmek ne kadar sürecekti acaba?
Stefanus yabancıya doğru atıldı ve üç uçlu mızrağı yabancının kılıcıyla çarpışırken Ceres nefesini tuttu. Gözlerini kilitleyerek karşı karşıya durdular, inliyor, nefes nefese soluyor, itişip kakışıyorlardı, alınlarındaki damarlar patlayacak gibiydi ve derilerinin altından görülen kasları şişmişti.
Yabancı eğildi ve bu kilitten kendini kurtardı, bir hortum gibi etrafında döndü ki Ceres bunu beklemiyordu, kılıcıyla havayı yardıktan sonra Stefanus'un kafasını kopardı.
Bir kaç nefes verdikten sonra yabancı muzaffer bir edayla kolunu havaya kaldırdı.
Bir anlığına kalabalıkta ses kesildi. Ceres bile nefessizdi. Stefanus'un sahibi olan genç çocuğa baktı. Ağzı açık, kaşları öfkeden birleşmişti.
Genç oğlan gümüş kadehini arenaya fırlatıp locadan bir hışımla çıktı. Ölüm denge sağlar diye düşündü Ceres gülümsemesini bastırırken.
"August!" diye bağırdı kalabalıktan bir adam. "August! August!"
Onu takip eden seyirciler adama katıldılar ve kısa süre sonra tüm stadyum kazanan adamın adını haykırmaya başladı. Yabancı, Kral Cladius'a selam verdi ardından demir kapılardan onun yerini alacak üç başka savaşçı koşarak geldi.
Dövüşler birbiri ardına tüm gün sürdü ve Ceres çıplak gözlerle hepsini izledi. Ölüm Festivali'ni seviyor muydu yoksa bundan nefret mi ediyordu pek karar veremedi. Bir taraftan yarışmacıların stratejilerini, yeteneklerini ve cesaretlerini izlemekten keyif alıyor ancak öte yandan savaşçıların zenginlerin kuklalarından başka bir şey olmamalarını küçümsüyordu.
Sıra ilk turun son dövüşüne geldiğinde, Brennius ve bir başka savaşçı; Ceres, Rexus ve diğerlerinin oturduğu yere yakın dövüşüyorlardı. Gittikçe yakına geldiler. Kılıçları çarpışırken kıvılcımlar çıkıyordu. Heyecan vericiydi.
Ceres, Sartes'in tırabzandan aşağı eğildiğini ve gözlerini savaşçılara kilitlediğini gördü.
"Arkana yaslan!" diye bağırdı ona.
Fakat Sartes daha cevap veremeden bir aslan birden bire stadyumun diğer tarafındaki kafesten çıkıp içeri daldı. Koca hayvan dişlerini yalıyordu, savaşçılara doğru ilerlerken pençelerini kızıl toprağa saplıyordu. Savaşçı efendiler henüz hayvanı görmemişlerdi ve tüm stadyum nefesini tutmuştu.
"Brennius ölür," diye geveledi Nesos.
"Sartes!" diye bağırdı Ceres yeninden. "Arkana yaslan dedim –"
Henüz lafını bitirmeye vakit kalmadan Sartes'in ellerinin altındaki taş gevşedi, herkes çaresizce olup biteni izlerken Sartes tırabzanın üstünden yuvarlanarak tok bir ses çıkarttığı aşağıdaki çukura düştü.
Dehşet içindeki Ceres ayağa kalkıp, "Sartes!" diye bağırdı.
Aşağı baktığında Sartes'in üç metre aşağıda sırtı duvara yaslı halde dik oturduğunu gördü. Alt dudağı titriyordu ama göz yaşı yoktu. Bir şey demiyordu. Kolunu tutup yukarı bakarken yüzü acı içindeydi.
Onu aşağıda görmek Ceres'in katlanabileceğinden fazlaydı. Hiç düşünmeden Nesos'un kılıcını aldı ve tırabzandan atlayarak çukura, erkek kardeşinin tam önüne indi.
"Ceres!" diye bağırdı Rexus.
Kafasını kaldırınca, muhafızların Rexus ve Nesos onu takip edemeden onları çekiştirdiğini gördü.
Ceres çukurda durdu, arenadaki savaşçılarla beraber buradaydı ve bu gerçek üstü his altında boğuluyordu. Sartes'i buradan çıkarmak istiyordu fakat zaman yoktu. O yüzden, aslan ona doğru kükrerken Sartes'i korumaya kararlı bir şekilde önünde durdu. Hayvan eğildi, acımasız sarı gözleri Ceres'inkine kilitlenmişti ve tehlikenin farkındaydı Ceres.
Nesos'un kılıcını havada iki eliyle tutup sıkıca kavradı.
"Kaç kızım!" diye bağırdı Brennius.
Fakat çok geçti. Ona doğru atılan aslan artık sadece bir kaç adım ötedeydi. Sartes'e iyice yaklaştı ve hayvan saldırıya geçmeden hemen önce Brennius yandan yetişip hayvanın kulağını yardı.
Aslan arka ayakları üzerinde kalkıp kükredi, kürkünün üzerinden kopkoyu renkte kanı akarken Ceres'in arkasındaki duvara pençesini savurdu.
Kalabalık kükredi.
Savaşçı efendi yaklaştığı anda, henüz aslana her hangi bir yara veremeden, aslan pençesini kaldırdı ve pençeleriyle adamın boğazını kesti. Ellerini boynuna saran savaşçı yere çökerken parmakları arasından kan boşalıyordu.
Kana susamış kalabalık haykırdı.
Hırlayarak yanaşan aslan Ceres'e öyle bir darbe vurdu ki Ceres havada uçup yere çarparak indi. Bunun etkisiyle kılıç elinden fırlayıp bir kaç adım ötesine düştü.
Nefes almayı reddeden ciğerleriyle Ceres orada yatıyordu. Çaresizce hava almak istiyordu, başı dönüyordu, elleri ve dizleri üzerinde sürünerek kalkmaya çabaladı ancak çabucak yere düştü.
Yüzü, sert kuma yapışmış halde nefessiz yatarken aslanın Sartes'e doğru ilerlediğini gördü. Kardeşinin bu denli savunmasız bir durumda gördüğünde içi tutuştu. Nefes almaya zorladı kendini ve kardeşini kurtarmak için ne yapması gerektiğini net bir şekilde fark etti.
İçindeki enerji sel olurken bu an için ona güç verdi ve böylece Ceres ayağa kalktı, kılıcı aldı ve hayvana o kadar hızlı bir şekilde yetişti ki neredeyse uçtuğuna ikna olacaktı.
Hayvan ondan artık on adım uzaktaydı. Sekiz. Altı. Dört.
Ceres dişlerini sıkıp kendini hayvanın sırtına attı, parmaklarını ısrarlı bir şekilde sert kürküne geçirdi, odağını kardeşinden uzaklaştırmasına çaresizce ihtiyaç duyuyordu.
Aslan arka ayakları üzerinde durup gövdesini sallayarak Ceres'i öne arkaya itmeye başladı. Fakat demir gibi sağlam tutuşu ve kararlılığı hayvanın onu sırtından atma girişimlerinden daha güçlüydü.
Hayvn yeniden dört ayağının üstüne gelince Ceres aradığı fırsatı yakaladı. Kılıcını havaya kaldırıp hayvanın boynuna kılıcını sapladı.
Hayvan tiz bir çığlık atıp arka ayakları üzerinde dururken kalabalık tezahürat etti.
Pençesiyle Ceres'in arkasına uzanan hayvan tek bir hareketle Ceres'in sırtını yardı, acı içinde bağırdı Ceres. Pençeler derisine saplanmış hançerler gibiydi. Hayvan Ceres'i tuttu ve duvara fırlattı, Ceres Sartes'ten oldukça uzağa düştü.
"Ceres!" diye bağırdı Sartes.
Kulakları çınlayan Ceres oturmak için uğraş verirken sırtı zonkluyordu, ılık kan boynundan aşağı süzülüyordu. Yarasına bakmak için zamanı yoktu. Aslan yeniden ona doğru saldırıya geçmişti.
Yaratık üstüne atılırken Ceres'in başka seçeneği yoktu. Hiç düşünmedi, içgüdüsel olarak bir avucunu yukarı kaldırıp önünde tuttu. Bu, hiç görebileceğini düşünmediği bir şeydi.
Aslan tam zıpladığı sırada Ceres göğsünde sanki bir ateş topunun tutuştuğunu hissetti ve aniden elinden aslana doğru bir enerji topunun ateşlendiğini duyumsadı.
Aslan havada süzülürken yarı yolda aniden cansız kaldı.
Yere yapıştı, Ceres'in ayaklarının üstünde aniden durdu. Bir yanı hayvanın yeniden hayata dönüp Ceres'in işini bitireceğini bekliyordu, Ceres orada yatan hayvanı izlerken nefesini tutmuştu.
Fakat yaratık kıpırdamadı.
Şaşıran Ceres avucuna baktı. İçinden ne çıktığını göremeyen kalabalık, muhtemelen hayvanın daha önce bıçaklanmış olduğu için öldüğünü düşünüyordu. Fakat Ceres bundan fazlasını biliyordu. Bir takım gizemli güçler ellerinden çıkmış ve o anda yaratığı öldürmüşlerdi. Ne gücü vardı? Daha önce hiç böyle bir şey yaşamamıştı ve bunun ne anlama geldiğini anlayamıyordu.
O kimdi ki güçleri olsundu?
Korkmuş bir halde, elini yere koydu.
Tereddütlü gözlerini kaldırınca stadyumun susmuş olduğunu gördü.
O anda merak etmeden duramadı. Olanı onlar da görmüş müydü?
İKİNCİ BÖLÜM
Sonsuza uzayan bir his gibi süren bir saniye için, Ceres orada acıyla ve olanlara inanamayarak hissiz bir şekilde otururken tüm gözleri üstünde hissediyordu. Olayın yankılarından ziyade içinde pusuda bekleyen, o aslanı öldüren doğa üstü güçten korkuyordu. Etrafını çeviren onca insandan ziyade artık tanıyamadığı kendiyle yüzleşmekten çekiniyordu.
Birden sersemlemiş kalabalık kükremeye başladı. Onun için tezahürat ettiklerini anlaması için biraz zaman geçmesi gerekti.
Kükremelerin arasından bir ses duyuldu.
"Ceres!" diye bağırdı yanındaki Sartes. "Yaralı mısın?"
Hala Stadyum zemininde yatmakta olan kardeşine doğru döndü ve ağzını açtı ancak ağzından tek bir kelime çıkmadı. Nefesini tüketmişti ve başı dönüyordu. Gerçekten olup biteni görmüş müydü? Diğerleri bilemezdi ama bu mesafeden kardeşinin olan biteni görmemiş olması mucize sayılırdı.
Ceres ayak seslerini duydu ve birden biri iki güçlü el onu ayağa dikti.
"Hemen çık!" diye kükredi Brennius, solundaki açık kapıya doğru onu sürükleyerek.
Sırtındaki yaraların delikleri ağrıyordu ancak kendini gerçeğe dönmeye zorladı; Sartes'i tutup ayaklarının üstüne getirdi. Birlikte çıkışa doğru yönelerek kalabalığın tezahüratlarından kurtulmaya çalıştılar.
Kısa süre sonra karanlık, havasız bir tünele vardıklarında Ceres içeride düzinelerce savaşçı gördü, arenadaki bir kaç zafer anı için sıralarını bekliyorlardı. Bazıları gözlerini kapatmış derin düşüncelerle banklarda otururken diğerleri kaslarını çalıştırıyor,bir ileri bir geri yürüyerek kollarını şişiriyorlardı. Diğerleri ise kısa süre içinde kendilerini içinde bulacakları kan gölü için silahlarını hazırlıyordu. Az önce olan biten dövüşe şahit olan bu adamlar ona gözlerinde hayretle baktılar.
Ceres meşalelerin gri tuğlalara yumuşak bir ışık bırakarak aydınlattığı yer altı koridorlarından aceleyle geçerken duvarlarda asılı olan çeşit çeşit silahı geride bırakıyordu. Sırtındaki ağrıyı görmezden gelmeye çalışıyordu ancak attığı her adımla sırtına yapışan sert kumaş sebebiyle bunu yapmak çok zordu. Aslanın pençeleri tenine mıhlanan hançerler gibiydi ancak şimdi derisi zonklarken çok daha kötü hissettiriyordu.
"Sırtın kanıyor," dedi Sartes, titrek sesiyle.
"İyileşeceğim. Nesos ve Rexus'u bulmamız gerekiyor. Kolun nasıl?"
"Ağrıyor."
Çıkışa ulaştıklarında ardına kadar açık olan kapının önünde iki İmparatorluk askeri bulunuyordu.
"Sartes!"
Ne olduğunu anlayamadan askerlerden biri kardeşini, diğeri de onu tuttu. Direnmenin anlamı yoktu. Diğer asker sanki bir pirinç çuvalıymış gibi onu omzuna atıp taşıdı. Tutuklanmaktan korkarak sırtına vurdu ancak nafileydi.
Stadyumdan çıkar çıkmaz asker onu yere attı, Sartes de yanına düştü. Olaya tanık olan bir kaç kişi sanki akacak kanına susamış gibi etrafında yarım daire oluşturup olan biteni izlemeye koyuldu.
"Tekrar Stadyuma girerseniz," diye homurdandı asker, "asılırsınız."
Askerler onu şaşırtarak tek kelime etmeden dönüp kalabalık arasında kayboldular.
Kalabalığın uğultusunda derin bir ses, "Ceres!" diye bağırıyordu.
Ceres kafasını kaldırınca rahatlayarak Nesos ve Rexus'un ona doğru geldiklerini gördü. Rexus kollarını ona dolarken nefesi kesildi Ceres'in. Kendini geri çekti, gözleri endişe doluydu.
"İyi olacağım," dedi.
Kalabalık gruplar Stadyum'dan çıkarken Ceres ve diğerleri onların aralarına karışıp sokaklara yöneldiler, daha fazla olay istemiyorlardı. Çeşmeli Meydan'a yürürken hala başı dönen Ceres olup biteni zihninde tekrar tekrar oynatıyordu. Yanındaki kardeşlerinin bakışlarını fark ediyor ve ne düşündüklerini merak ediyordu. Gücüne tanık olmuşlar mıydı? Muhtemelen olmamışlardı. Aslan çok yakındı. Fakat yine de ona bambaşka bir saygıyla bakıyorlardı. Onlara ne olduğunu anlatmayı her şeyden çok istiyordu ama bunu yapamayacağını biliyordu. Ne yaptığından kendi bile emin değildi.
Aralarında konuşulmayan çok şey vardı ancak şu an bu kalabalığın ortası bunları dillendirmek için uygun değildi. Hemen güvenli bir şekilde eve gitmelilerdi.
Stadyumdan ne kadar uzaklaşırlarsa sokaklar o kadar tenhalaşıyordu. Yanında yürüyen Rexus, bir elini aldı ve parmaklarını onunkine kenetledi.
"Seninle gurur duyuyorum," dedi. "Kardeşinin hayatını kurtardın. Kaç kız kardeş böyle bir şeyi yapabilir, emin değilim."
Gülümsedi, gözleri şefkatle doldu.
"Yaraların derin görünüyor," diye gözlemde bulundu ona bakarken.
"İyi olacağım," diye mırıldandı.
Yalan söylüyordu. İyi olacağından kesinlikle emin değildi, eve gideceğinden bile şüpheliydi. Kan kaybından dolayı başı dönüyordu ve bulanan midesi ile sırtını kavurarak ona işkence eden güneş de pek yardımcı olmuyordu.
Nihayet, Çeşmeli Meydan'a vardılar. Dükkanların önünden geçerken bir satıcı onları izleyerek meyve sepetini yarı fiyatına vermeyi teklif etti.
Sarter dişlerini göstererek sırıttı ki Ceres bunu garipsedi; sonra sağlıklı koluyla bakır bir parayı yukarı tuttu.
"Sanırım sana biraz yemek borçluyum," dedi.
Ceres dehşetle nefesini tutarak, "Bunu nereden buldun?" diye sordu.
Altın arabadaki zengin kız iki para atmıştı, bir değil; fakat herkes adamlar arasındaki dövüşe o kadar odaklanmıştı ki kimse fark etmedi," diye cevapladı Sartes, sırıtışını hiç bozmadan.
Ceres öfkelenmişti ve Sartes'in elindeki paraya el koyup onu yere fırlatmaya hazırlandı. Kanlı paraydı neticede, zenginlerin parasına ihtiyaçları yoktu.
Elinden almak için uzanırken yaşlı bir kadın göründü ve yollarını kesti.
"Sen!" dedi, Ceres'i göstererek; sesi o kadar yüksekti ki sanki Ceres'in doğruca içine işliyordu.
Kadının teni yumuşaktı ancak şeffaf gibiydi, mükemmel kıvrımlı dudakları yeşile boyanmıştı. Uzun, kalın, siyah saçları meşe palamudu ve yosunlarla süslüydü, kahverengi gözleri uzun kahverengi elbisesiyle uyumluydu. Güzel görünüyor diye düşündü Ceres, o kadar ki bir anlığına büyülenmiş gibi oldu.