Bu durum onu rahatsız ediyordu. Üzerine dikkatleri çekmek istemiyordu ve kendini güzel olarak da nitelendirmiyordu. Dış görünüş hakkındaki hiçbir şeye önem vermiyordu; ilgilendiğin şeyler eğitim, cesaret ve onurdu. Abilerinde olduğu gibi kendisinin de babasına, dünya üstündeki herkesten çok hayran olduğu ve sevdiği adama, benzemeyi, çıtı pıtı özelliklere sahip olmaya tercih ederdi. Aynada kendisine bakarken gözlerinde hep babasından bir iz arardı ama ne kadar uğraşsa da henüz bunu bulamamıştı.
“Bırak beni, dedim size!” diye bağırdı Aidan, sesi Kyra’ya kadar geliyordu.
Dünya üstündeki her şeyden çok sevdiği oğlan, küçük erkek kardeşinin yardım çağrısı karşısında dimdik, yavrusunu izleyen bir aslan gibi durdu. Leo da hemen arkasında kaskatı duruyordu ve sırt tüyleri dikleşmişti. Annelerinin uzun süre önceki ölümünden sonra Kyra, Aidan’a hiç sahip olamadığı anneyi vermek ve ona göz kulak olmak konusunda kendisini sorumlu hissetmişti.
Brandon ve Braxton onu yolun aşağısına doğru, kaleden uzağa, uzak ormanlığa giden ıssız yolda kaba bir şekilde sürüklediler ve kız onların, Aidan’ı bir mızrak kullanmaya zorladıklarını gördü, kendisi için fazla büyük bir mızrak. Aidan onlar için sataşılması çok kolay bir hedef haline gelmişti; Brandon ve Braxton kabadayılardı. Güçlülerdi, cesur sayılırlardı fakat gerçek yetenekten çok gösteriş yaparlar ve her zaman kendilerini içinden kendi başlarına çıkamayacakları belalara sokarlardı. Bu delirticiydi.
Kyra neler olduğunu anlamıştı. Brandon ve Braxton Aidan’ı avlarından birine sürüklemeye çalışıyordu. Ellerindeki şarap mataralarını fark etti ve daha öncesinden beri içmekte olduklarını anlayıp çok öfkelendi. Anlamsızca hayvan öldürmeye gidecekleri yetmiyormuş gibi, şimdi bir de tüm itirazlarına rağmen küçük kardeşlerini peşlerinden sürüklemeye çalışıyorlardı.
Kyra’nın içgüdüleri harekete geçti, eyleme geçti ve onlarla yüzleşmek üzere bayır aşağı koşmaya başladı; Leo da yanında koşuyordu.
“Yeteri kadar büyüdün artık,” dedi Brandon Aidan’a.
“Artık büyüyüp erkek oldun,” dedi Braxton.
Çim tepelerden aşağı doğru giderken Kyra kalben, onlara yetişmesinin çok da vaktini almayacağını biliyordu. Yola doğru koştu ve onlardan önce durdu; sert nefes alıp veriyordu, Leo da yanında duruyor, yolu kapatıyorlardı. Ağabeyleri de aniden durdular, şok olmuş halde ona bakıyorlardı.
Kız, Aidan’ın yüzündeki rahatlamayı görebiliyordu.
“Kayıp mı oldun?” diye alay edercesine sordu Braxton.
“Yolumuzu kapatıyorsun,” dedi Brandon. “Oklarına ve çubuklarına geri dön.”
İkisi alaycı şekilde güldüler, fakat o kaşlarını çatmış, kararlı bir ifade takınmıştı, Leo da yanında hırlıyordu.
“Şu yaratığı bizden uzaklaştır,” dedi Braxton, cesurca konuşmaya çalışmıştı ama sesindeki korku belli oluyordu ve mızrağının kabzasını sıktı.
“Peki Aidan’ı nereye götürdüğünüzü sanıyorsunuz?” diye sordu, son derece ciddiydi ve gözünü kırpmadan onlara bakıyordu.
Durakladılar, yüzleri yavaşça sertleşmeye başlamıştı.
“Canımız nereye isterse oraya götürüyoruz,” dedi Brandon.
“Onu avlanmaya götürüyoruz ve nasıl erkek olunacağını öğrenecek,” dedi Braxton, erkek kelimesinin üzerine özellikle can acıtıcı bir vurgu yapmıştı.
Fakat o pes etmedi.
“O daha çok küçük,” dedi kesin bir ifadeyle.
Brandon kaşlarını çattı.
“Kim demiş?” dedi.
“Ben diyorum.”
“Ve sen annesi misin?” dedi Braxton.
Kyra kıpkırmızı oldu, öfke doluydu ve annelerin o an orada olmasını her zamankinden çok istiyordu.
“Senin onun babası olduğun kadar,” diye yanıtladı.
Orada gergin bir sessizlik içinde durdular bir süre. Kyra Aidan’a baktı; çocuk korku dolu gözlerle kendisine bakıyordu.
“Aidan,” dedi, “bu yapmak istediğin bir şey mi?”
Aidan yere baktı, utanmıştı. Sessizce duruyor ve kızın bakışlarından kaçınıyordu. Kyra onun konuşmaktan korktuğunun ve ağabeylerinin kınama duygularını kışkırtmak istemediğinin farkındaydı.
“İşte sen de gördün,” dedi Brandon. “İtiraz etmiyor.”
Kyra öylece durdu, hayal kırıklığı içindeydi, Aidan’ın konuşmasını istiyordu fakat onu zorlayamazdı.
“Onu sizinle ava götürmeniz akıllıca olmaz,” dedi. “Fırtına geliyor. Çok yakında hava kararacak. Ormanlık tehlikelerle dolu. Eğer ona avlanmayı öğretmek istiyorsanız, onu biraz daha büyüdüğünde, başka bir gün götürün.”
Rahatsız bir şekilde kaşlarını çattılar.
“Sen avlanmak hakkında ne biliyorsun ki?” diye sordu Braxton. “Şu ağaçlarından başka ne avladın bugüne kadar?”
“Herhangi biri seni ısırdı mı hiç?” diye ekledi Brandon da.
Her ikisi de gülerken Kyra yanıyor ve ne yapması gerektiğini düşünüyordu. Aidan konuşmazsa yapabileceği çok fazla bir şey de yoktu.
“Çok fazla endişeleniyorsun kız kardeşim,” dedi sonunda Brandon. “Bizim gözetimimiz altındayken Aidan’a hiçbir şey olmayacak. Onu sadece biraz daha sertleştirmek istiyoruz, öldürmek değil. Onu düşünen tek kişinin sen olduğunu düşünebiliyor musun gerçekten?”
“Ayrıca, babamız da izliyor,” dedi Braxton. “Onu hayal kırıklığına uğratmak mı istiyorsun?”
Kyra ikisinin omuzlarının üzerinden çabucak yukarı baktı ve kulenin yukarısında, kemerli, dışarı bakan pencerede babasının durduğunu ve onları izlediğini gördü. Bu duruma engel olmadığı için içinde olağanüstü bir hayal kırıklı olduğunu hissetti.
Oğlanlar yanından geçmeye kalktılar fakat Kyra, inatçı bir şekilde yollarını tıkayarak durmaya devam etti. Eğer yapabilselerdi onu itekleyecek gibi bakıyorlardı fakat Leo aralarına girmiş hırlıyordu ve onlar da vazgeçtiler.
“Aidan, çok geç oldu,” dedi kız. “Bunu yapmak zorunda değilsin. Benimle kaleye dönmek ister misin?”
Küçük çocuğa dikkatle baktığında gözlerine dolan yaşları görebiliyor; aynı zamanda yaşadığı işkenceyi de hissedebiliyordu. Uğuldayan bir rüzgâr ve hızlanan kardan başka hiçbir şeyin bozmadığı uzun bir sessizlik oldu.
Sonunda eğilip bükülerek,
“Ava gitmek istiyorum,” diye yarım ağızla mırıldandı.
Ağabeyleri kızın yanından, omzuna çarparak ve Aidan’ı da sürükleyerek geçip yolun aşağısına doğru aceleyle yürüdüler. Kyra arkasını dönüp onları izlerken midesinde berbat bir his oluştu.
Yüzünü kaleye dönüp kulenin yukarısına baktı fakat babası çoktan gitmişti.
Kyra üç erkek kardeşini yaklaşan fırtınanın içine, Dikenli Ormana doğru gözden kaybolurlarken izledi ve midesinde bir ağrı oluştu. Aidan’ı kapıp geri getirmeyi düşündü ama onu utandırmak da istemiyordu.
Oluruna bırakması gerektiğini biliyordu ama bırakamıyordu. İçinde bir şey ona izin vermiyordu. Bir tehlike seziyordu, özellikle de Kış Ayı arifesinde. Ağabeylerine güvenmemişti; Aidan’a zarar verecek değillerdi ama umursamaz ve aşırı sertlerdi. Hepsinden daha kötüsü yeteneklerine aşırı güveniyorlardı. Bu da oldukça kötü bir kombinasyondu.
Kyra daha fazla dayanamadı. Eğer babası hiçbir şey yapmıyorsa, kendisi yapmalıydı. Artık yeteri kadar büyümüştü ve kendinden başka kimseye hesap vermek zorunda değildi.
Kyra koşmaya başladı, ıssız kasaba yolunda, yanında Leo’yla birlikte, Dikenli Ormana doğru yola çıktı.
BÖLÜM İKİ
Kyra kalenin hemen batısındaki, ağaçların sıklığından etrafı görmenin neredeyse imkânsız olduğu Dikenli Ormana girdi. Ormanın içinde, yanında Leo’yla birlikte yavaşça ilerlerken, kar ve buz ayağının altında çıtırdıyordu. Yukarı baktı. Sonsuza kadar uzanıyormuş gibi görünen dikenli ağaçların içinde cüce gibi kalmıştı. Bunlar dikenlerle dolu, budaklı dalları ve kalın siyah yapraklı çok yaşlı ağaçlardı. Buranın lanetli olduğunu hissediyordu; oradan hiç iyi bir şey gelmemişti. Babasının adamları birçok avdan yaralı olarak dönmüşler, birçok sefer de Ateş Duvarından kaçan bir trol, buraya sığınmış ve köylülere saldırmak için bir saldırı alanı olarak kullanmıştı.
Kyra ormana girdiği an ürperdiğini hissetti. Burası daha karanlık, daha soğuk, hava daha nemli, dikenli ağaçların çürümüş toprak gibi kokusu havayı ağırlaştırıyor ve devasa ağaçlar gün ışığından geri kalan ne varsa engelliyordu. Kyra tetikteydi ve ağabeylerine son derece öfkeliydi. Buralarda yanında birkaç savaşçı olmadan gezinmek çok tehlikeliydi; özellikle de gün batımında. Her sesle irkiliyordu. Uzaktan bir hayvanın sesi duyuldu. Korkarak da olsa ne olduğunu görmek için dönüp baktı; ama ağaçlar çok sıktı ve hiçbir şey görememişti.
Leo ise arkasında hırlıyordu ve bir süre sonar yanından ayrıldı..
“Leo!” diye seslendi arkasından.
Ama kurt çoktan gitmişti.
Kız içini çekti. Rahatsız olmuştu ama kurt hep öyleydi; ne zaman önünden bir başka hayvan geçse peşine takılırdı. Fakat kız biliyordu ki, kısa süre içinde dönecekti.
Kyra artık tek başına yola devam ediyordu ve orman gittikçe kararıyordu. Uzaktan gelen bir gülme duyduğunda ağabeylerinin izini takip etmekte zorlanmaya başlamıştı. Sesin geldiği yana dönüp dikkat kesildi ve kalın ağaçların arasından ağabeylerini görmeye uğraştı.
Kyra fark edilmek istemediği için, uygun bir mesafede geride kaldı. Eğer Aidan onu görürse çok utanacağını ve onu geri göndereceğini biliyordu. Başlarını bir belaya sokmadıklarından emin olmak için onları gölgeden takip etmeye karar verdi. Aidan için utanmaktansa bir erkek olduğunu hissetmek daha iyi olacaktı.
Ayaklarının altında bir dalın çıtırdamasıyla Kyra olduğu yere çöktü. Çıkarttığı sesin kendisini ele verebileceğinden endişe etmişti ama sarhoş ağabeyleri hiçbir şeyin farkında değillerdi. Yaklaşık otuz metre uzağında, hızla yürüyorlardı ve çıkarttıkları sesler çıtırtıyı bastırmıştı. Aidan’ın vücut dilinden onun ne kadar gergin olduğunu ve neredeyse ağlamak üzere olduğunu anlayabiliyordu. Mızrağını, gerçek bir erkek olduğunu kanıtlamak istercesine sımsıkı tutuyordu fakat çok büyük bir mızrak için çok garip bir kabzası vardı ve ağırlığı altında zorlanıyordu.
“Buraya gel!” diye seslendi Braxton birkaç adım arkasından takip etmekte olan Aidan’a dönerek.
“Neden korkuyorsun?” dedi Brandon da.
“Korkmuyorum—” diye diretti Aidan.
“Sessiz olun!” dedi Brandon aniden, Aidan’ı durdurdu. Bir avcunun için Aidan’ın göğsündeydi ve ifadesi ilk defe bu kadar ciddiydi. Braxton da durdu. Hepsi gerilmişti.
Kyra bir ağacın arkasını kendine siper alarak erkek kardeşlerini izlemeye devam etti. Açıklığın ucunda duruyorlar ve sanki bir şey fark etmişler gibi doğrudan karşıya bakıyorlardı.
Gözünü dört açmış şekilde ileri doğru süründü. Daha iyi bir görüş açısı arıyordu. İki büyük ağacın arasına geldiğinde durdu. Diğer üçünün neye baktıklarına dair bir anlık görüntü yakalamıştı. Orada, açıklığın ortasında, meşe palamutlarını yemekte olan bir yabandomuzu duruyordu. Öyle sıradan bir yabandomuzu değildi. Hayvan devasa büyüklükte bir Kara Boynuzlu Yabandomuzuydu ve uzun, kıvrık beyaz dişleri, biri burnunun üzerinden çıkan, diğer ikisi de kafasının üstünde yer alan üç uzun ve keskin boynuzlarıyla hayatında gördüğü en büyük yabandomuzuydu. Neredeyse bir ayı büyüklüğünde olan bu hayvan acımasızlığı ve şimşek kadar hızlı oluşuyla bilinen, ender görülen bir hayvandı. Birçok insanın çok korktuğu ve hiçbir avcının karşılaşmak istemeyeceği bir yaratıktı.
Kyra’nın kollarındaki tüyler kalkmıştı ve Leo’nun yanında olmasını diliyordu. Fakat bir yandan da orada olmadığına minnettardı. Biliyordu ki Leo bu hayvanın da peşine takılırdı ve karşılaşmadan sağ çıkıp çıkamayacağından emin değildi. Kyra ilerlemeye başlarken sakince omzundan yayını aldı ve içgüdüsel olarak oklarına uzandı. Yabandomuzunun oğlanlardan ve kendisinden ne kadar uzakta olduğunu hesaplamaya çalıştı. Durumun hiç de iyi olmadığının farkındaydı. Temiz bir atış yapmasını engelleyebilecek çok fazla ağaç vardı ve bu büyüklükte bir hayvan için hataya yer yoktu. Dahası, tek bir okun onu indirmeye yetip yetmeyeceğinden de şüpheliydi.
Kyra erkek kardeşlerinin yüzlerindeki korku ifadesini fark etti ve hemen sonrasında Brandon ve Braxton’ın korkularını, alkolün etkisiyle daha da abarttıkları, sahte bir ifadeyle örtmeye çalıştıklarını gördü. Her ikisi de mızraklarını kaldırmışlar ve birkaç adım ilerlemişlerdi. Braxton Aidan’ın olduğu yerde çakıldığını fark etti ve küçük çocuğu omzundan tutup yürümeye zorladı.
“Senden bir erkek yapmanın vakti geldi,” dedi Braxton. “Bu yabandomuzunu öldürürsen nesiller boyunca adından söz ederler.”
“Kellesini getirirsen hayat boyu bir üne kavuşursun,” dedi Brandon.
“Ben…korkuyorum,” dedi Aidan.
Brandon ve Braxton onunla dalga geçtiler ve alaycı şekilde güldüler.
“Korktun demek!” dedi Brandon. “Peki ya babamız bunu söylediğini duyarsa ne der sence?”
Yabandomuzu dikkat kesilmiş, kafasını kaldırmış ve parlak sarı gözleriyle direkt olarak onlara bakmaya başlamıştı. Yüzünde hırlamayla birlikte kızgın bir ifade oluşmuştu. Dişlerini gösterecek şekilde ağzını açtı. Salyaları akıyordu ve karnının derinliklerinden bir yerden kaba bir gurultu geldi. Kyra bulunduğu mesafeden bile bir korku hissediyor ve Aidan’ın hissettiği korkuyu hayal etmeye çalışıyordu.
Kyra tedbiri elden bırakmış olarak ileri atıldı; çok geç olmadan onlara yetişmeye kararlıydı. Erkek kardeşlerinin birkaç adım gerisine geldiğinde bağırdı:
“Onu rahat bırakın!”
Sert sesi sessizliği deldi ve erkek kardeşleri açıkça korkmuş bir şekilde donakaldılar..
“Yeteri kadar eğlendiniz,” diye ekledi. “Bu kadarı yeter.”
Aidan rahatlamış görünürken, Brandon ve Braxton onula dalga geçmeye başladılar.
“Sen ne bilirsin ki?” diye bağırdı Brandon. “Gerçek erkeklere karışmaktan vazgeç.”
Yabandomuzu onlara doğru hareketlenirken derinden hırıldadı. Kyra da hem korku hem de öfkeyle ilerledi.
“Eğer bu yaratığın karşısına çıkacak kadar aptalsanız, buyrun,” dedi. “Fakat Aidan’ı buraya, yanıma göndereceksiniz.”
Brandon hiddetlenmişti.
“Aidan burada gayet iyi,” diye karşılık verdi Brandon. “Nasıl savaşılacağını öğrenmek üzere, değil mi Aidan?”
Aidan sessizce durdu, korkudan donakalmıştı.
Açıklıktan bir hışırtı geldiğinde Kyra Aidan’ın kolundan yakalamak için bir adım daha atmak üzereydi. Yabandomuzunun gitgide yaklaştığını gördü; her seferinde tehditkâr bir adım atarak yaklaşıyordu.
“Eğer kışkırtılmazsa saldırmaz,” diye ağabeylerini uyardı Kyra. “Bırakın gitsin.”
Fakat ağabeyleri onu umursamadı ve her ikisi de yüzlerini hayvana dönüp mızraklarını kaldırdı. Ne kadar cesur olduklarını kanıtlamak istercesine açıklığa doğru yürüdüler.
“Ben kafasına nişan alacağım,” dedi Brandon.
“Ben de boğazına,” diye onayladı Braxton.
Yabandomuzu daha gürültülü bir şekilde homurdandı, ağzını daha geniş açtı ve salyalarını akıtarak bir tehditkâr adım daha attı.
“Geri dönün!” diye bağırdı Kyra umutsuzca.
Fakat Brandon ve Braxton ilerledi, mızraklarını kaldırdı ve aniden fırlattılar.
Mızraklar havada süzülürken Kyra endişe içinde izledi ve kendisin en kötüye hazırladı. Dehşete düşmüş şekilde Brandon’ın mızrağının hayvanın kulağını sıyırıp geçtiğini fakat kan dökülmesi ve hayvanın kışkırtılmasına yettiği, Braxton’ın mızrağınınsa kafasının birkaç metre üzerinden uçup arkaya düştüğünü gördü.
Brandon ve Braxton ilk kez korkmuş görünüyorlardı. Orada, ağızları açık, suratlarında aptal bir ifade ve alkolün verdiği parlaklık korkuya dönmüş olarak öylece duruyorlardı.