Ejderhaların Yükselişi - Морган Райс 3 стр.


Yabandomuzu öfkeden delirmişti. Kafasını yere eğdi, korkunç bir homurtu çıkarttı ve aniden saldırıya geçti.

Hayvan ağabeylerine doğru yaklaşırken Kyra korku içinde onu izledi. Boyutuna göre, hayatında gördüğü en hızlı şeydi ve çimenlerin üzerinde sanki bir ceylanmış gibi sekiyordu.

Hayvan yaklaşırken Brandon ve Braxton aksi yöne ok gibi fırlayarak can havliyle kaçmaya başladılar.

Aidan’ı orada, olduğu yere çakılmış, tek başına ve korkudan donmuş halde bırakmışlardı. Ağzı şaşkınlıkla açık kalmış, kabzayı tutan eli gevşemiş ve mızrak elinden yere yuvarlanmıştı. Kyra aksi halde de çok bir şeyin değişmeyeceğini, Aidan’ın denese de kendini savunamayacağını biliyordu. Yetişkin bir erkek bile kendini savunamayabilirdi. Ve yabandomuzu bunu fark etmişçesine bakışını Aidan’a çevirmiş ve doğrudan onu hedef almıştı.

Kyra, kalbi deli gibi çarparak harekete geçti. Bu durumda bir tek şansının olacağını biliyordu. Hiç düşünmeden ağaçları ittirerek ileri atıldı. Yayını çoktan hazırlamıştı. Tek bir atış şansının olacağını biliyordu ve bu atış mükemmel olmak zorundaydı. Yabandomuzu hareket etmiyor olsa bile, içinde bulunduğu panik halinde çok zor bir atış olacaktı; fakat oradan sağ kurtulmak istiyorlarsa atışının mükemmel olması gerekiyordu.

“AIDAN, YERE YAT!” diye bağırdı.

Oğlan hiç kıpırdamamıştı. Aidan yolunu kapatıyor ve temiz bir atış yapmasını engelliyordu. Kyra yayını kaldırıp ileri doğru koştu. Eğer Aidan çekilmezse o tek bir atışının da boşa gideceğini fark etti. Ağaçların arasında tökezleyerek ilerlerken ayakları karda ve nemli toprakta kayıyordu. Bir anlığına her şeyin bittiğini hissetti.

“AIDAN!” diye umutsuzca tekrar bağırdı.

Bu kez bir mucize oldu ve oğlan söz dinleyip son anda kendini yere attı. Artık Kyra’nın atış için açık bir görüşü vardı.

Yabandomuzu Aidan’a saldırırken Kyra için zaman yavaşladı. Kendini farklı bir boyuttaymış gibi hissetti. İçinde, daha önce hiç hissetmediği ve ne olduğunu tam olarak anlayamadığı bir şey yükseldi. Dünya daraldı ve belirginleşti. Kendi kalp atışlarının, soluğunun, yaprakların hışırtısının ve yüksekte gaklayan bir karganın sesini duyabiliyordu. Kendini, daha önce hiç olmadığı kadar evrenle uyum içinde hissetti. Sanki evrenle tek vücut olduğu bir başka gerçeklik boyutuna geçmiş gibiydi.

Kyra avuç içlerinin sıcak bir şekilde karıncalanmaya ve ne olduğunu anlamadığı bir enerjiyle dolmaya başladığını hissetti; sanki yabancı bir şey vücudunu ele geçiriyormuş gibiydi. Sanki çok kısa bir an parçası içinde kendini olduğundan daha büyük biri gibi hissetti; kendinden çok daha güçlü biri gibi.

Kyra bilinçsiz davranış durumuna geçmiş, tamamen içgüdülerinin ve hissettiği bu yeni enerjinin kontrolü ele almasına izin vermişti. Ayaklarını yere sabitledi, yayını kaldırıp, oku gerdi ve bıraktı.

Oku bıraktığı anda bunun özel bir atış olduğunu farkındaydı. Okun, nereye gitmesini istediğini biliyormuş gibi hareket edip, havada süzülüşünü izlemesine gerek bile yoktu. Oku öyle bir güçle atmıştı ki, ok yaratığın sağ gözünden girmiş, durana kadar da kafatasının içinde neredeyse otuz santim derine saplanmıştı.

Yaratık, bacakları altında kıvrılırken aniden homurdandı ve yüzüstü karların üstüne düştü. Açıklıkta kayarak Aidan’ın olduğu yere kadar geldi. Kıvranıyordu ve hala canlıydı. Sonunda Aidan’a otuz santim kadar bir mesafede durdu. O kadar yakınlardı ki, neredeyse birbirlerine değiyorlardı.

Hayvan karların üzerinde kıpırdanıyordu. Kyra yayına yeni bir ok yerleştirmişti. Yabandomuzunu üzerinde durdu ve kafasının arkasından oku sapladı. Hayvan artık kıpırdamıyordu.

Kyra kalbi deli gibi çarparken, sessiz bir şekilde açıklıkta durdu. Ellerindeki karıncalanma hissi yavaşça geçiyor, enerji kayboluyordu. Az önce neler olduğunu merak ediyordu. Atışı gerçekten yapmış mıydı?

Bir anda Aidan’ı hatırladı. Ona doğru eğilip oğlanı kavradığında, oğlanın kendisine, sanki annesine bakıyormuş gibi baktığını gördü; gözleri korku doluydu fakat yaralanmamıştı. Oğlanın iyi olduğunu görünce içinde ani bir rahatlama hissetti.

Kyra arkasını döndüğünde iki ağabeyinin hala açıklıkta yerde yatıyor ve kendisine şoke olmuş biçimde ve büyülenmiş gibi baktığını gördü. Fakat bakışlarında başka bir şey daha vardı; onu rahatsız eden bir şey, şüphe… Sanki onlardan çok farklı biri gibiydi. Bir yabancı. Bu bakış, daha önce de ender olsa da kendisiyle ilgili meraklanmasına yetecek kadar çok gördüğü bir bakıştı. Döndü, ayaklarının dibinde yatan devasa büyüklükteki ölü yaratığa baktı ve kendisinin, on beş yaşında bir kızın, bunu nasıl yapabilmiş olduğunu merak etti. Bu durum yeteneklerinin ötesindeydi. Şanslı bir atışın da ötesinde…

Kendisinde her zaman herkesten farklı bir şeyler olmuştu. Orada öylece, uyuşmuş ve kıpırdamak isteyip yapamaz bir halde durdu. Bugün onu sarsanın yaratık değil daha çok ağabeylerinin kendisine bakışı olduğunu biliyordu Ve hayatı boyunca yüzleşmekten kaçtığı sorunun cevabını belki de milyonuncu kez merak ediyordu:

O kimdi?

BÖLÜM ÜÇ

Kyra kale yoluna koyulmuş olan ağabeylerinin arkasından yürürken, yabandomuzunun ağırlığı altında zorlanışlarını izledi. Aidan hemen yanında, takip oyunundan dönmüş olan Leo ise hemen topuklarının dibinde yürüyordu. Brandon ve Braxton mızraklarını birbirine bağlamış, üzerine ölü yaratığı koymuş, mızrakların uçlarını omuzlarının üzerine koymuş yürürken çok yorulmuşlardı. Asık suratlı tavırları ormanlıktan açık alana çıktıklarında, özellikle de babalarının kalesi görünür hale geldiğinde sert bir şekilde değişmişti. Her adımda Brandon ve Braxton daha özgüvenli hale geliyor, neredeyse eski kibirli hallerine dönüyorlardı. Hatta artık gülüyorlar ve aralarında kendi avlarıyla ilgili didişiyorlardı.

“Onu sıyıran benim mızrağımdı,” dedi Brandon Braxton’a.

“Ama” diye karşılık verdi, “Kyra’nın okuna doğru yön değiştirmesini sağlayan da benim mızrağımdı.”

Kyra, yalanlarına öfkeden kızararak onları dinliyordu. Domuz kafalı ağabeyleri şimdiden kendilerini hikâyelerine ikna etmeye çalışıyordu ve dahası gerçekten de buna inanır gibilerdi. Daha şimdiden, babalarının salonunda herkese kendi avlarından bahsederek böbürlenişlerini gözünde canlandırabiliyordu.

Durum delirticiydi. İçinden onları düzeltmek geçtiyse de bir şekilde adaletin çarklarının işleyeceğine inanıyordu. Biliyordu ki gerçek eninde sonunda ortaya çıkardı.

“Sizi yalancılar,” dedi Aidan. Kızın yanında yürürken, olanlar yüzünden sarsıldığı her halinden belliydi. “Yabandomuzunu Kyra’nın öldürdüğünü biliyorsunuz.”

Brandon omzunun üzerinden Aidan’a sanki bir böceğe bakıyormuş gibi bir bakış attı.

Sen nereden bileceksin ki?” diye sordu Aidan’a. “Sen o sırada altına kaçırmakla meşguldün.”

İkisi birden güldüler; sanki her adımda hikâyeleri kuvvetleniyor gibiydi.

“Ve siz de korku içinde kaçmıyor muydunuz?” diye sordu Kyra Aidan’ı savunarak; duruma bir saniye daha katlanamayacaktı.

Bu soru karşısında her ikisi de sessizliğe gömüldü. Kyra gerçekten de haklarından gelebilirdi fakat sesini yükseltmesi bile gerekmemişti. Mutluluk içinde, kendini iyi hissederek ve içinde kardeşini kurtarmış olduğunu bilerek yürüdü. İhtiyacı olan tek tatmin de buydu.

Kyra omzunda küçük bir el hissetti. Dönüp baktığında Aidan’ın ona gülümsediğini, onu teselli etmeye çalıştığını ve kendisini tek parka halinde sağ kurtardığı için açıkça minnettar olduğunu gördü. Kyra aynı minnettarlığı ağabeylerinden de görüp göremeyeceğini merak etti. Sonuçta, o ortaya çıkmamış olsa diğer ikisi de ölmüş olabilirdi..

Kyra her adımında önünde zıplayan yabandomuzunu gördü ve yüzünü buruşturdu; keşke ağabeylerim onu o açıklıkta, ait olduğu yerde bırakmış olsaydı, diye düşündü. Bu lanetli bir hayvandı, Volis’ten değildi ve buraya ait değildi. Bu kötüye işaretti, özellikle Dikenli Orman’dan geliyorsa ve özellikle de Kış Ayı arifesinde. Okumuş olduğu eski bir atasözünü hatırladı: ölümden döndükten sonra asla böbürlenmeyin. Ağabeylerinin kaderleriyle oynamakta olduğunu ve evlerine karanlığı getireceklerini hissetti. Durumun daha kötü şeylerin habercisi olduğunu düşünmekten kendini alıkoyamıyordu.

Bir tepeye vardıklarında tüm kale ve yeryüzünün büyük bir kısmı önlerinde seriliydi. Rüzgârın şiddetini artırması ve artan kara rağmen Kyra eve varmış olmaktan son derece rahatlamış hissediyordu. Kırsal alandaki bacalardan yükselen duman ve babasının kalesinin yumuşak, sıcak parlaklığı ateşlerle aydınlatılmıştı ve hepsi de yaklaşan alacakaranlığa hazırdı. Yol genişledi, köprüye doğru daha bakımlı bir hal aldı ve dördü hızlarını artırıp son düzlüğü de hızlı bir şekilde geçtiler. Yol havaya ve yaklaşan geceye rağmen festival coşkusuna girmiş insanlarla doluydu.

Kyra çok da şaşırmamıştı. Kış Ayı Festivali yılın en önemli tatillerinden biriydi ve herkes yaklaşan ziyafete hazırlanmakla meşguldü. Çok sayıda insan asma köprünün üzerinden, satıcılardan istedikleri malları alabilmek ve kaledeki ziyafete katılabilmek için acele içinde koşturuyor; eşit sayıda diğerleri ise festivali aileleriyle kutlayabilmek için evlerine doğru acele içinde hareket ediyordu. Malların taşındığı kağnılar her iki yönde de hareket ediyor, duvar ustaları hisarlara eklenecek yeni bir duvar için durmaksızın çalışıyor, çekiçlerinin sesi havada sabit, besi hayvanlarının ve köpeklerin seslerinin arasına karışıyordu. Kyra bu havada çalışmaya nasıl devam ettiklerini, ellerinin uyuşmasını nasıl engellediklerini hep merak etmişti.

Köprüye girip kalabalığa karıştıklarında Kyra etrafına baktı ve gördükleri karşısında karnına ağrı girdi. Pandesia tarafından atanmış yerel Vali Lordun askerleri olan Lordun Adamlarından bir bölümü, üzerlerinde kendilerine özgü kızıl zincirli zırhlarıyla kapının yakınında duruyorlardı. İnsanlarda bir infial durumu hissetti; kendisi de aynı kızgınlığı paylaşıyordu. Lordun Adamlarının varlığı her zaman bir baskı unsuruydu fakat Kış Ayı zamanı bu daha da fazla artıyordu. Orada bulunmalarının tek sebebi halkından her ne toplayabilirlerse almaktan başka bir şey değildi. Kyra’ya göre onlar leş yiyicilerdi, Pandesia istilalarından bu yana kendilerini güce kaptırmış olan aşağılık aristokratlar için kabadayı ve leş yiyiciler.

Bu durumun suçlusu, bu adamlara teslim olan eski kralın zayıflığıydı ve bu adamlar çok az işlerine yaramıştı. Artık, rezil bir halde bu adamlara saygı göstermek zorundaydılar. Durum Kyra’yı öfkeyle doldurdu. Bu durum babasını ve onun muhteşem savaşçılarını, hatta tüm halkını, soylu köylülerden başka bir şeye dönüştürmemişti. Umutsuzca ayağa kalkıp özgürlükleri için savaşmalarını, önceki kralın korktuğu savaşa girmelerini istedi. Fakat bir taraftan da biliyordu ki, eğer şimdi ayağa kalkarlarsa Pandesia ordusunun gazabını üzerlerine çekerlerdi. Eğer içeri girmelerine izin vermiş olmasalar büyük olasılıkla onlara karşı koyabilirlerdi fakat şimdi, artık bu adamlar kök salmışken çok az seçenekleri vardı.

Köprüye ulaştıklarında kalabalığa karıştılar ve onlar ilerledikçe insanlar, durdu, onlara baktı ve yabandomuzunu birbirine gösterdi. Kyra ağabeylerinin bu yük altında zorlanarak ve oflaya poflaya yürüyüşlerinden az da olsa bir zevk aldı. Onlar ilerledikçe kafalar kendilerine çevrildi ve insanların ağızları açık kaldı; hem halk hem de savaşçılar, devasa yaratıktan etkilenmişti. Kyra ayrıca birkaç batıl inançlı bakışın da farkına vardı. Bazı insanlar bunun bir kötüye işaret olup olmadığını düşünüyordu.

Fakat tüm gözler, gurur içinde yürüyen ağabeylerindeydi.

“Festival için iyi bir av!” dedi bir çiftçi, onlarla beraber sokağa girmiş, öküzünü yürütüyordu..

Brandon ve Braxton gururlandılar.

“Babanızın meclisinin yarısını doyurur o!” dedi bir kasap.

“Nasıl başardınız?” diye sordu bir ayakkabıcı.

İki kardeş birbirlerine baktı ve sonunda Brandon adama sırıttı.

“İyi bir fırlatış ve korkusuzlukla,” diye yanıtladı kabaca.

“Eğer ormana hiç gitmezseniz,” diye ekledi Braxton, “ne bulacağınızı bilemezsiniz.”

Birkaç adam tezahürata bulundu ve sırtlarına vurdu. Kyra kendine karşı koyup dilini tutu. Bu insanların onayına ihtiyacı yoktu; o ne yapmış olduğunu biliyordu.

“Yabandomuzunu onlar öldürmedi!” diye bağırdı Aidan içerlemiş bir şekilde.

“Kapa çeneni,” diye fısıldadı Brandon ona dönüp. “Bir kelime daha edersen herkese hayvan saldırdığında altına kaçırdığını anlatırım.”

“Ben öyle bir şey yapmadım!” diye itiraz etti Aidan.

“Sana inanırlar mı dersin?” diye ekledi Braxton.

Brandon ve Braxton gülerlerken, Aidan, sanki ne yapması gerektiğini sorarcasına Kyra’ya baktı.

Kız kafasını salladı.

“Boşa çaba sarf etme,” dedi kardeşine. “Gerçek her zaman ortaya çıkar.”

Köprüyü geçerlerken kalabalık güruhu iyice artmıştı; nihayetinde ise kalabalıkla omuz omuza hendeği geçmişlerdi. Kyra alacakaranlık çöktükçe, köprünün başında ve sonunda meşaleler yanarken ve kar hızını artırırken havadaki heyecanın arttığını hissedebiliyordu. İleri baktığında kalbi hızlandı; babasının bir düzine askeri tarafından sürekli korunan, devasa, kemerli taş geçidi görmüştü. Kapının üzerinde, şimdi kaldırılmış durumda olan, demir kapı vardı. Sivriltilmiş uçları ve kalın parmaklıkları herhangi bir düşmanı dışarıda tutmaya yetecek kadar güçlüydü ve bir boru sesiyle derhal indirilmeye hazır bekliyordu. Geçit neredeyse on metre yüksekliğindeydi ve üzerinde tüm hisarı kaplayan geniş bir platform vardı. Güçlendirilmiş gözetleme yerleri bulunan geniş taş siperler her zaman tetikte kalınmasını sağlıyordu. Volis iyi bir kaleydi ve Kyra burada bulunmaktan her zaman gurur duyardı. Ona daha fazla gurur veren şey ise kalede yaşayan savaşçılardı: Babasının adamları, Escalon’un en iyi savaşçıları, kralın teslim oluşuyla dağıldıktan sonra, babasına mıknatısla çekiliyormuşçasına, yavaş yavaş Volis’te tekrar toplanıyordu. Birçok sefer babasına krallığını ilan etmesi için baskı yapmıştı, ki bütün halkı da bunu istiyordu; fakat babası belli belirsiz kafasını sallıyor ve bunun kendisinin yöntemi olmadığını belirtiyordu.

Geçide yaklaştıklarında babasının bir düzine kadar adamı atlarıyla dışarı çıktılar. Onlar, kalenin dışındaki, alçak, taş duvarlarla çevrili, geniş, dairesel toprak set olan eğitim alanına doğru at sürerken kalabalıklar da onlara yol açıyordu. Kyra dönüp gidişlerini izledi Kalp atışları hızlanmıştı. Eğitim alanı en sevdiği yerdi. Oraya gidip saatlerce çalışmalarını izleyebilirdi. Yaptıkları her hareketi, atlarını sürüş şekillerini, kılıçlarını çekişlerini, mızraklarını savuruşlarını, gürzlerini sallayışlarını dikkatle incelerdi. Bu adamlar, yaklaşan karanlığa ve yağan kara rağmen, hatta festival arifesinde çalışmaya çıkmışlardı. Çünkü kendilerini daha iyi hale getirmek için eğitim yapmak istemişlerdi. Çünkü içeride oturup ziyafet çekeceklerine savaş alanında olmayı tercih ederlerdi, tıpkı kendisi gibi. Bunların gerçek halkı olduğunu hissediyordu.

Назад Дальше