Yazılmış - Морган Райс 4 стр.


Birisi ona çarptı ve Maria balkabakları üzerinden kayıp yere düştü ve pantolonu çamura battı.

Kızgın bir şekilde, “Dikkat etsene!” diye bağırdı.

Kafasını kaldırıp baktığında bunun sarhoş çocuklardan birisi olduğunu gördü. Sınıfından yüzlerce kişi burada toplanmıştı, her zamanki geleneklerine göre büyük sonbahar eğlencesinden sonra okulun düzenlediği bu aptal “balkabağı toplama” partisi için bir araya geliyorlardı. Herkes kimsenin aslında balkabağı toplamadığını, herkesin balkabağı tarlasında oturup sıcak elma şırası ve çörek yediğini, okuldaki ayaktakımının ise şıraya cin kattığını biliyordu. İşte ona çarpan çocuk onlardan birisiydi. Bunu yaptığının bile farında değildi, güçlükle ayakta durarak yürüyüp gitmesi de yaptığı davranışı daha da kabalaştırıyordu. Maria onu tanıyordu ve bu yaşta içip duran çocukların hayatları boyunca hiçbir şey başaramayacaklarını düşünerek en azından bu düşünceyle avunuyordu.

Maria’nın kafasını toplaması gerekiyordu. Bütün bunların içinde olmaya daha fazla dayanamıyordu. Sadece buradan uzaklaşmak istiyordu. Hala çok üzgündü ve şimdi bunun nedenini bile bilmiyordu. En iyi arkadaşını kaybetmek, yanında Jasmine ve Becca olsa da, kendisini kötü hissetmesine neden oluyordu. Her şeyi daha da kötü hale getiren ise, hala Sage’i arzuluyor oluşuydu. Onu düşünmek çıldırmasına neden oluyordu.

Maria ayağa kalkıp yürümeye başladı.

Jasmine, “Nereye gidiyorsun?” diye sordu.

Maria omuz silkti. “Biraz hava almak istiyorum.”

Maria herkesi ittirerek kalabalığın arasından kendisine yol açtı, şehrin dışındaki tarlada giderek daha da ilerilere gitti, ellerinde bardak tutan, etrafta oturup kahkahalar atan çocuklara baktı, herkes mutlu görünüyordu. Kendisi dışında herkes. Ama şu anda hepsinden nefret ediyordu.

Maria kalabalığın dışına ulaşmayı başardı ve yürümeye devam etti, mısır tarlasındaki labirentin yanında, etrafında kimsenin bulunmadığı bir ot yığını buldu.

Başını ellerinin arasına aldı ve gözyaşlarına engel olmaya çalıştı. Kendisini çok üzgün hissediyordu ve bunun nedenini bilmiyordu. Bunun en büyük nedeninin, Scarlet’in hayatında çıkmış olması olduğunu düşünüyordu. Bunun nedenini de anlayamıyordu. Ve onun kendisinden hoşlanmadığını bilmesine rağmen Sage’i düşünmekten kendisini alamıyordu. Gözlerini kapadı ve onu ortaya çıkmasını diledi.

Sage, senin için her şeyi defa edebilirim, diye düşündü. Buraya gel. Seni istiyorum. Sana ihtiyacım var.

Karanlık, baştan çıkartıcı bir ses, “Senin gibi tatlı bir şey neden burada tek başına oturuyor=” dedi.

Maria ürktü ve gözlerini açtığında gördükleri karşısında şoke oldu. Bu Sage değildi. Ama belki de Sage’den daha da yakışıklı bir çocuktu. Siyah deri ayakkabılar, siyah deri pantolon, siyah bir tişört, küçük, siyah bir köpekbalığı dişi kolye ve bunlara uygun siyah deri ceket giyiyordu. Gri gözleri ve dalgalı, kahverengi saçları ve küçük, mükemmel bir gülümsemesi vardı. Hayatında gördüğü en seksi çocuktu: sırf onun için sahneden inmiş bir rock yıldızına benziyordu.

Maria bunun bir şaka olup olmadığını anlamak için birkaç defa gözlerini kırpıştırdı ve etrafına bakındı. Ama burada ondan başka kimse yoktu ve başkasıyla değil, ta kendisiyle konuşuyordu. Cevap vermeye çalıştı, ama kelimeler boğazına takılıp kaldı.

Tek söyleyebildiği şey, “Tatlı mı?” oldu, kalbi yerinden fırlayacakmış gibi atıyordu.

Çocuk güldü, bu Maria’nın hayatında duyduğu en güzel sesi.

“Haydi, herkes eğleniyor. Sen neden eğlenmiyorsun?”

Çocuk hiç beklemeden ona yaklaştı, elini uzattı ve Maria hiç fark etmeden onun elini tutmuş, ot yığının üstünden atlamıştı ve onu takip etmeye başlamıştı bile, ikisi el ele, tek başlarına mısır labirentinin içinde dolaşıyorlardı. Çocuk aklını başından almıştı, bunun normal olup olmadığını durup düşünmek aklına bile gelmiyordu. En büyük fantezilerinden biri gerçekleşmişti ve aklını başından almıştı. Şimdi soru sormanın sırası değildi.

Bütün aklı çocuğun kendi elini tutan elindeydi; titreyen sesiyle çekingen bir şekilde, “Şey… kimsin sen?” diye sordu.

İçeri girerlerken yüzünde bir gülümsemeyle, “Mısır labirenti için kendime bir eş arıyordum,” dedi. “Bu benim şanslı günüm. Adın Maria, değil mi?”

Maria merak içerisinde ona baktı.

“Adımı nereden biliyorsun?”

Gülümsedi ve bir kahkaha attı.

“Yakında beni tanıyacaksın,” dedi, “her şeyi nasıl bildiğimi öğreneceksin. Adıma gelirsek: bana Lore diyebilirsin.”

*

Lore Scarlet’in arkadaşıyla el ele yürüyor, onu ne kadar kolay baştan çıkarttığını düşünerek kendisiyle gurur duyuyordu. Bu insanlar çok kırılgan, çok toydular - bu adil değildi. Güçlerini kullanmak zorunda bile kalmadan sadece birkaç saniyede onun elini tutmuştu bile. Bir tarafı ondan beslenmek, vücudundan tüm enerjiyi çekmek ve tıpkı diğer insanlara yaptığı gibi ondan kurtulmak istiyordu.

Ama diğer tarafı ona sabırlı olmasını söylüyordu. Sonuçta şehrin ta diğer ucundan gelmiş ve buraya onun için inmişti. Lore Scarlet’e ulaşmanın bir yolunu bulmaya çalışıyordu ve uçarken Maria’nın evrene gönderdiği güçlü duygularla karşılaşmış; onun Sage’i ne kadar arzuladığını ve ne kadar umutsuz olduğunu hissetmişti. Bu onu bir mıknatıs gibi çekmişti.

Lore gökyüzünden kartal bakışlarıyla Maria’nın yerini tespit etmiş ve ona doğru dalışa geçtiğinde çok uygun bir av olduğunu fark etmişti, bu kadar yalnız, bu kadar hassas – ve Scarlet’e bu kadar yakın. Eğer birisi Scarlet’e nasıl ulaşılacağını biliyorsa, bu Maria olmalıydı. Lore onunla arkadaş olmaya, onu Scarlet’in yerini öğrenmek için kullanmaya ve işi bittiğinde onu öldürmeye karar verdi. Bu sırada onunla eğlenebilirdi de. Bu sorunlu insan istediği her türlü fanteziye inanırdı.

Maria yürürlerken titreyen sesiyle, “Şey… Anlamıyorum,” dedi gergin bir şekilde. “Bana yeniden açıklar mısın. Buralarda… yeni olduğunu mu söyledin?”

Lore güldü.

“Bir bakıma,” dedi.

Maria, “Peki, bizim okula mı gideceksin?” diye sordu.

“Okul için pek vaktim olduğunu sanmıyorum,” diye cevapladı.

“Ne demek istiyorsun? Benimle aynı yaşta değil misin?”

“Öyleyim. Ama okulu uzun zaman önce bitirdim.”

Lore neredeyse yüzyıllar önce diyecekti, ama neyse ki son anda buna engel olmuştu.

“Uzun zaman önce mi? Ne demek istiyorsun? İleri zeka ya da ona benzer bir şey misin?” Maria ona hayran hayran ardına kadar açılmış gözlerle bakıyor, Lore da ona gülümsüyordu.

“Bunun gibi bir şey,” dedi. “Her neyse, arkadaşların partide mi?” diye sordu.

Maria kafasıyla onayladı.

“Evet biri dışında hepsi… Neyse onunla da artık arkadaş olmadığımıza göre, evet hepsi orada.”

Lore meraklı bir şekilde “Kimin dışında?” diye sordu.

Maria’nın yüzü kızardı.

“Eski en iyi arkadaşım. Orada değil. Ama söylediğim gibi, artık onunla arkadaş değiliz.”

“Scarlet mi?” diye sordu, daha sonra bu kadar hızlı davrandığı için pişman oldu.

Marika şüpheli bir şekilde ona baktı.

“Bütün bunları nasıl biliyorsun? Yoksa beni mi takip ediyorsun?”

Lore Maria’nın kendisinden uzaklaştığını hissetti, onu kaybetmek istemiyordu. Ona baktı, yanaklarına dokundu, Maria’nın da kendisine bakmasını sağladı ve tüm gücüyle gözlerinin içine baktı. Maria gözlerini kırptı ve böylece Lore onun zihninden son otuz saniyedeki konuşmalarını sildi.

Maria birkaç kez gözlerini kırptı, daha sonra Lore onun elini tuttu ve yürümeye devam ettiler.

Ucuz kurtulduk, diye düşündü. Şimdi yeniden deneyelim.

“Arkadaşların partide mi?” diye sordu.

Maria kafasıyla onayladı.

“Evet biri dışında hepsi… Neyse onunla da artık arkadaş olmadığımıza göre, evet hepsi orada.”

Lore meraklı bir şekilde “Kimin dışında?” diye sordu.

Maria’nın yüzü kızardı.

“Eski en iyi arkadaşım. Orada değil. Ama söylediğim gibi, artık onunla arkadaş değiliz.”

Lore uzunca bir süre durdu, ne söyleyeceğine karar vermeye çalışıyordu.

Dikkatli bir şekilde, “Aranızda neler oldu?” diye sordu.

Maria omuz silkti ve sessizce yürümeye devam ettiler, ayakkabıları ekinler üzerinde çıtırtılar çıkartıyordu.

Lore sonunda, “Bana anlatmak zorunda değilsin,” dedi. “Bir arkadaş tarafından yüzüstü bırakılmanın ne demek olduğunu bilirim. Kuzenim Lore. Bir zamanlar abi-kardeşi gibiydik. Şimdi konuşmuyoruz bile.”

Maria tutkuyla ona baktı.

“Bu çok kötü,” dedi. “Ne oldu?”

Lore omuz silkti.

“Bu çok uzun bir hikâye.” Yüzyıllar öncesine ait, diye eklemek istedi ama buna engel oldu.

Maria onu anlıyordu, kafasını sallayarak onayladı.

Maria, “Beni anladığına göre,” dedi, “o zaman sana anlatacağım. Neden bilmiyorum, ama seni tanımamama rağmen her şeyi anlayacağını hissediyorum.”

Lore yatıştırıcı bir şekilde ona gülümsedi.

“İnsanlar üzerinde böyle bir etkiye sahip olduğum söylenir,” dedi.

Maria, “Her neyse,” diye devam etti, “arkadaşım Scarlet, hoşlandığım bir çocuğu benden çaldı. Artık o çocuğa ilgi duymuyorum gerçi.”

Maria durdu ve Lore daha çok şey söylemek istediğini sezdi ve onun zihnini okudu:

Seninle tanıştığımdan beri ona ilgi duymuyorum.

Lore gülümsedi.

Lore kafasını sallayarak, “Başkasının sevgilisini elinden almak,” dedi. “Bundan kötüsü yok.”

Maria’nın elini daha da sıktı ve Maria ona yarım bir gülümsemeyle baktı.

Lore, “Peki, onunla artı arkadaş değil misiniz?” diye sordu.

Maria kafasını salladı.

“Hayır. Onunla bütün ilişkimi kestim. Bu konuda içimde kötü bir his var. Yani hala en çok arananlar listemde ve Facebook’ta ve her yerde onunla arkadaşız. Henüz bu kadar ileri gitmedim. Ama onu ne arıyor ne de mesaj gönderiyorum. Eskiden birbirimize günde yüz tane mesaj yazardık.”

“Ona mesaj göndermeyi denedin mi?”

Maria kafasını salladı.

“Bu konuda konuşmak bile istemiyorum.”

Lore şansını fazla zorlamaya başladığını hissetti. Onu baştan çıkartmak, Scarlet hakkında bilmesi gerekenleri öğrenmek için yeterince zamanı olacaktı. Bu sırada onun güvenini kazanmalıydı – kendisine tam olarak güvenmesini sağlamalıydı.

Mısır labirentinin ortasına ulaştılar ve burada durup beklediler. Maria uzaklara bakıyordu ve Lore onun ne kadar gergin olduğunu hissedebiliyordu.

Maria, “Peki, şimdi ne yapacağız?” diye sordu, elleri titriyordu. “Geri mi dönsek?” diye sordu.

Lore onun zihnini okudu:

Umarım geri dönmek istemez. Umarım beni öper. Lütfen, beni öp.

Lor eğildi, Maria’yı yanaklarından tuttu ve onu öptü.

İlk başta Maria geri çekilip onu hafifçe ittirdi.

Ama daha sonra Lore’un öpücüğünün çekiciliğine kapıldı. Lore onun kendisine tamamen teslim olduğunu hissedebiliyor ve artık tamamen kendisine ait olduğunu biliyordu.

YEDİNCİ BÖLÜM

Scarlet sabahın erken saatlerinde gökyüzünde uçuyor, gözyaşlarını siliyordu, hala köprü altında yaşadıklarının etkisi altındaydı ve ona neler olduğunu anlamaya çalışıyordu. Uçuyordu. Buna inanamıyordu. Nasıl olduğunu bilmiyordu ama kanatları çıkmıştı ve havada süzülmeye başlamış, sanki dünyadaki en doğal şeymiş gibi uçmaya başlamıştı. Işığın gözlerini neden acıttığını, güneş altında teninin niye yandığını anlayamıyordu. Neyse ki bulutlu bir gündü ve bundan dolayı biraz rahatlamıştı, ama yine de kendisini tuhaf hissediyordu.

Scarlet kendisini kaybolmuş, yapayalnız hissediyor ve nereye gideceğini bilemiyordu. Bütün bu olan bitenden, annesinin onu öldürmek istediği ve hepsinin ondan nefret ettiği ortaya çıktıktan sonra eve dönemeyeceğini biliyordu. Arkadaşlarına da dönemezdi; sonuçta Maria artık ondan nefret ediyordu ve diğerlerinin de ona sırtını dönmesini sağlamıştı. Okula da dönemezdi, birden normal hayatına dönmesi imkânsızdı, özellikle de partide Vivian ile ettiği kavgadan sonra.

Scarlet’in bir tarafı bir yere kıvrılıp ölmek istiyordu. Dünyada ev diye tabir edebileceği hiçbir yerin kalmadığını hissediyordu.

Scarlet evinin bulunduğu mahalleye gitti ve evinin üzerinden geçti, orayı yukarıdan görmek içinde ilginç bir hissin doğmasına neden oldu. Scarlet kimsenin onu göremeyeceği kadar yukarıdan uçuyordu ve mahallesini ilk defa kuş bakışı görüyordu. Kusursuz bir şekilde sıralanmış evleri, dikdörtgen ev bloklarını, temiz sokakları, uzun ve sivri kiliseyi gördü; her yerden geçen kabloları, telefon direklerini, çoğu yüzlerce yıllık olan bazısı eğri, bazısı sac olan çatıları gördü. Çatılarda yuva yapmış kuşları ve ona doğru yükselen yalnız mor bir balon gördü.

Kasım ayına özgü rüzgârlar yüzüne çarpıyordu, hava serindi ve Scarlet üşüyordu. Yere inmek, bir yerde ısınmak istiyordu.

Scarlet uçmaya devam ederken düşünmeye çalışıyordu, görebileceği tek kişi, zihninde beliren tek yüz Sage idi. Baloda sözünü tutup gelmemiş ve onu ekmişti ve bundan dolayı ona hala kızgındı. Scarlet onun kendisini artık görmek istemediğini düşünüyordu.

Ama ne olup bittiğinden tam olarak emin değildi. Belki, küçük bir ihtimal de olsa gelmemi olmasının başka bir nedeni olabilirdi. Belki de kendisini gerçekten seviyordu.

Scarlet bunu düşünmeye devam ettikçe onu görmeyi daha da çok arzulamaya başladı. Tanıdık bir yüz görmeye, dünyada ona önem veren, onu seven bir kişiye ihtiyacı vardı. Veya en azından bir zamanlar onu sevmiş olan birine.

Scarlet kararını verdi. Döbdü ve batıya, nehre, Sage’in yaşadığını bildiği yere doğru ilerledi. Şehrin dışında uçmaya devam etti, ana yollara bakıyor ve bunları yol işareti olarak kullanıyordu. Ona çok kısa bir süre sonra ulaşabileceğini düşününce kalbi hızla çarpmaya başladı.

Uçarak şehrin dışına çıktığında altındaki arazi de değişti: mükemmel bir şekilde dizilmiş evler ve blokların kaybolmuş; evlerin sayısı azalmış, büyük tarlalar ve daha fazla ağaç görünmeye başlamıştı… Tarlalar ve araziler birkaç dönümden onlarca dönüme kadar farklı büyüklükteydiler… Şimdi konakların olduğu bölgeye yaklaşıyordu.

Scarlet nehrin kenarına vardı ve dönüp nehir boyunca uçarken altında önlerindeki büyük yolları ile yaşlı meşe ağaçlarıyla ve görkemli kapılarla çevrili bütün o malikâneleri görebiliyordu. Hepsi birer refah, tarih, para ve güç göstergesiydi.

Scarlet bunlardan en büyüğünün ve en zarif olanını üzerinden geçti, taştan yapılmış bu eski ev yoldan birkaç kilometre uzaktaydı, hemen nehir kenarına kondurulmuştu ve güzel kuleleriyle evden çok bir kaleye benziyordu. Üzerindeki gökyüzüne doğru yükselen on beş bacası sanki cennete işaret ediyor gibiydi. Scarlet yukarıdan görene kadar Sage’in evinin bu kadar güzel olduğunun farkına varmamıştı.

Scarlet dalarak daha aşağıdan uçmaya başladı, kalbi yerinden fırlayacakmış gibi atıyordu, çok gergindi. Sage onu yeniden görmek isteyecek miydi? Ya istemezse ne olacaktı? Eğer onu görmek istemezse Scarlet ne yapacağını kestiremiyordu.

Scarlet yumuşak bir şekilde ön kapının önünde yere indi, kanatları kayboldu ve kafasını kaldırıp önündeki gösterişli taş binaya baktı – ve bunu yapar yapmaz da hayal kırıklığına uğradı. Gördüğü şeye bir türlü anlam veremiyordu: bütün ev, tamamı, çakılan tahtalarla kapatılmıştı. Güzel, işlemeli pencerelerin yerinde alelacele çakılmış kontrplaklar vardı; en son buraya geldiğindeki bütün o hareketin yerinde şimdi hiçbir şey yoktu.

Ev terk edilmişti.

Scarlet bir gıcırtı duydu. Yan tarafa baktığında paslı bir kapının rüzgârda yavaş yavaş sallanarak gıcırdadığını gördü. Sanki burada binlerce yıldır kimse yaşamıyormuş gibiydi.

Назад Дальше