Cesurun Yükselisi - Морган Райс 3 стр.


“Çok uzun zamandır elime aldığım en iyi çelik” diye belirtti geniş bir şekilde sırıtarak. Senin sayende bir savaş başlatabilmeye yetecek silahımız var. Hepimizi çok daha güçlü hale getirdin.”

Kyra adamın sözleriyle her zaman olduğu gibi rahatlamıştı fakat yine de depresyon, kafa karışıklığı, ejderha tarafından küçük düşürülmüş olma durumundan kurtulamıyordu. Omuz silkti.

“Bunların hiçbirini ben yapmadım” diye yanıtladı. “Theos yaptı.”

“Fakat Theos senin için geri döndü” diye yanıtladı adam.

Kyra, şimdi boş olan gri gökyüzüne baktı ve merak etti.

“Ben emin değilim.”

Ardından gelen uzun ve yalnızca esen rüzgârla bölünen sessizlikte ikisi de gökyüzünü incelediler.

“Baban seni bekliyor” dedi Anvin sonunda, sesi ciddiydi.

Kyra Anvin’le birlikte yürümeye başladı. Çizmelerinin altındaki kar ve buz çıtırdıyordu. Avlunun ortasından geçerek tüm hareketliliğin ortasına doğru ilerlediler. Argos’un geniş kalesinin içinde yürürlerken, babasının düzinelerce adamının yanından geçtiler, her yerde adamlar vardı ve uzun yıllardır ilk defa rahatlamışlardı. Silahları ve diğer erzakı toplarlarken gülüyorlar, içiyorlar, birbirleriyle şakalaşıyorlardı. Cadılar Bayramındaki çocuklar gibiydiler.

Babasının onlarca askeri tek sıra olmuş, Pandesia tahıllarını elden ele geçiriyor, taşıyıcıları tepeleme dolduruyorlardı. İçinde birbirine çarptıkça şangırdayan kalkanlarla ağzına kadar dolu bir başka taşıyıcı daha geçti. O kadar tepeleme doldurulmuştu ki bazı kalkanlar kayıp aracın yanından yere düştü ve askerler düşenleri toplamak için o tarafa koştu. Etrafındaki tüm taşıyıcılar kalenin kapısına doğru ilerliyordu. Bazıları Volis yoluna dönerken, bazıları da babasının göstermiş olduğu başka yollara gidiyordu, hepsi ağzına kadar doluydu. Kyra gördükleriyle biraz da olsa teselli olmuştu; sebep olduğu savaşla ilgili şimdi biraz daha az kötü hissediyordu.

Bir köşeyi döndüler ve Kyra babasını gördü. Etrafı adamlarıyla çevriliydi, onayına sunulan düzinelerce kılıç ve mızrağı incelemekle meşguldü. Ona doğru dönüp yaklaştı ve adamlarına uzaklaşmalarını işaret etti. Adamlar onları yalnız bırakarak dağıldı.

Babası dönüp Anvin’e baktı. Anvin bir an ne yapacağını bilmez bir şekilde orada durdu, babasının bu, açıkça onun da uzaklaşmasını isteyen sessiz bakışına şaşırmış gibi görünüyordu. Sonunda Anvin de dönüp diğerlerine katıldı ve Kyra’yla babasını yalnız bıraktı. Kyra da şaşırmıştı. Babası daha önce hiçbir zaman Anvin’in uzaklaşmasını istememişti.

Kyra babasına baktı, babasının ifadesi her zamanki gibi ne düşündüğünü belli etmez haldeydi, bildiği ve sevdiği, yakın baba ifadesini değil, adamlarının arasındaki herkesin bildiği lider ifadesini takınmıştı. Babası da ona baktı ve Kyra, aklından aynı anda birçok düşünce geçerken, gerildiğini hissetti. Babası onunla gurur mu duyuyordu? Onları bir savaşa soktuğu için kızgın mıydı? Theos onu küçük düşürüp ordusunu yüzüstü bıraktığı için hayal kırıklığına mı uğramıştı?

Kyra, babasının konuşmadan önceki sessizliğine alışkın olduğu için bekledi. Artık hiçbir şey düşünemiyordu; ikisinin arasında her şey çok hızlı değişmişti. Babası son yaşananlarla birlikte değişirken, kendisini de bir gecede büyümüş gibi hissediyordu; sanki birbirleriyle nasıl ilişki kuracaklarını artık bilemiyor gibiydiler. O hala, bildiği ve sevdiği, ona gece geç vakitlere kadar hikâyeler okuyan babası mıydı? Yoksa artık onun komutanı mıydı?

Babası öylece durmuş kendisine bakarken ve aralarındaki sessizlik büyürken Kyra babasının ne diyeceğini bilemiyor olduğunu anladı. Yalnızca esen rüzgârın sesi duyuluyordu ve arkalarındaki adamların geceye hazırlık için yakmaya başladıkları duvarlardaki meşalelerin alevleri titreşiyordu. Sonunda Kyra sessizliğe daha fazla dayanamadı.

“Bunların hepsini Volis’e mi götüreceksin?” diye sordu yanlarından kılıçlarla dolu bir taşıyıcı geçerken.

Babası dönüp taşıyıcıyı inceledi, içinde bulunduğu düşten uyanmış gibiydi. Başını sallarken Kyra’ya bakmak yerine daha çok taşıyıcıyla ilgilendi.

“Volis’te artık bizim için ölümden başka bir şey yok” dedi babası, sesi kalın ve net çıkmıştı. “Şimdi güneye gidiyoruz.”

Kyra şaşırmıştı.

“Güney mi?” diye sordu.

Babası başıyla onayladı.

“Esephus” diye belirtti.

Denizin üzerinde konumlanmış kadim kale, güneydeki en büyük komşuları Esephus’a yapacakları yolculuğu düşününce Kyra’nın içi heyecanla doldu. Bir detayın farkına varınca daha da heyecanlandı: Babası oraya gitmeye karar verdiyse, savaşa hazırlanıyor demekti.

Babası sanki onun aklını okumuş gibi başını salladı.

“Artık geri dönüş yok” dedi.

Kyra babasına, uzun zamandır hissetmediği bir gurur duygusuyla baktı. Artık babası orta yaşlarını küçük bir kalenin güvenliğinde geçiren, kanaatkâr bir savaşçı değil, bir zamanlar tanıdığı, özgürlük için her şeyi riske atmaya hazır, gözü pek komutandı.

“Ne zaman yola çıkıyoruz?” diye sordu, kalbi hızla atıyor, ilk savaşı için sabırsızlanıyordu.

Babasını başını sallarken görünce şaşırdı.

“Biz değil” diye düzeltti babası “Ben ve adamlarım. Sen değil.”

Kyra mahzunlaşmıştı, babasının sözleri bir hançer gibi kalbini delmişti.

“Beni geride mi bırakacaksın?” diye sordu kekeleyerek. “Tüm bu olanlardan sonra? Sana kendimi ispatlamak için daha ne yapmam gerekiyor?”

Babası sert bir şekilde başını salladı ve Kyra babasının sertleşen bakışlarını görünce yıkıldı, esneklik göstermeyeceğini anlatan bir bakıştı bu.

“Dayının yanına gitmelisin” dedi babası ve bu bir rica değil bir emirdi. Bu sözler üzerine Kyra babası için nerede durduğunu anlamıştı, o artık babasının kızı değil, bir askeriydi. Bu durum onu incitmişti.

Kyra derin bir nefes aldı; öyle çabuk pes etmeye niyeti yoktu.

“Ben senin yanında savaşmak istiyorum” diye ısrar etti. “Sana yardım edebilirim.”

“Bana yardım ediyor olacaksın” dedi babası “olman gereken yere giderek. Onun yanında olman gerekiyor.”

Kaşlarını çattı, anlamaya çalışıyordu.

“Ama neden?” diye sordu.

Babası uzun bir süre, sonunda iç geçirene kadar, sessiz kaldı.

“Sahip olduğun…” diye başladı babası “…yetenekler, benim anlamadığım şeyler. Bu savaşı kazanmak için ihtiyacımız olan yetenekler. Yalnızca dayının nasıl geliştirilebileceğini bildiği yetenekler.”

Babası uzanıp anlamlı bir şekilde omzunu tuttu.

“Bize yardım etmek istiyorsan” diye ekledi “halkımıza yardım etmek istiyorsan, orada olman gerekiyor. Bir başka askere ihtiyacım yok, senin sunacağın eşsiz yeteneklere ihtiyacım var. Başka hiç kimsenin sahip olmadığı yetenekler.”

Babasının gözlerindeki samimiyeti gördü ve ona katılamayacak olduğu için berbat hissederken sözleriyle bir iç rahatlığı bulmuştu. Aynı zamanda içindeki merak da iyice artmıştı. Babasının hangi yeteneklerden bahsettiğini merak ediyordu ve dayısının kim olabileceğini merak ediyordu.

“Git ve benim sana öğretemeyeceklerimi öğren” diye ekledi babası. “Daha güçlü geri gel. Ve kazanmama yardım et.”

Kyra babasının gözlerine baktı ve saygıyı hissetti, sıcak geri dönüşü ve yeniden iyileşmiş hissetti.

“Ur yolu oldukça uzun” diye ekledi babası. “Batıya ve kuzeye üç günlük sürüş mesafesinde. Escalon’u tek başına geçmek zorunda olacaksın. Hızlı ve gizlilik içinde at sürmek, yollardan uzak kalmak zorunda olacaksın. Burada olanlar yakında her yana ulaşır ve Pandesia lordları öfkeli olacaktır. Yollar tehlikeli olur, ormanlıklardan gideceksin. Kuzeye git, denizi bul ve denizi sürekli gözünün önünde tut. Bu senin pusulan olacak. Kıyı şeridini takip et, Ur’u bulacaksın. Köylerden uzak dur, insanlardan da uzak dur. Kesinlikle durma. Nereye gittiğini kimseye söyleme. Hiç kimseyle konuşma.

Babası onu omuzlarından sıkıca tuttu. Babasının gözlerinin telaşla karardığını gördü ve korktu.

“Beni anladın mı?” diye sordu babası. “Bu, tek başına bir kızdan öte, herhangi bir erkek için bile tehlikeli bir yolculuk. Sana eşlik etmesi için yanına kimseyi veremem. Bunu tek başına yapabilecek kadar güçlü olmana ihtiyacım var. Öyle misin?”

Kyra babasının sesindeki korkuyu, endişeli bir babanın sevgisini duyabiliyordu. Babasının ona bu tip bir istekte güvendiğini bilmenin gururuyla başıyla onayladı.

“Öyleyim baba” dedi Kyra gururla.

Babası ona şöyle bir baktı ve sanki tatmin olmuş gibi başını salladı. Yavaşça gözleri yaşla doldu.

“Tüm bu adamlarım arasında” dedi “tüm bu savaşçıların arasında en çok ihtiyacım olan sensin. Ağabeylerin değil ve hatta en güvendiğim askerlerim bile değil. Sadece sen bu savaşı kazandırabilecek tek kişi sensin.”

Kyra’nın kafası karışmıştı ve şaşkına dönmüştü; babasının tam olarak ne demek istediğini anlayamamıştı. Tam soru sormak için ağzını açtığı sırada onlara doğru birinin yaklaşmakta olduğunu fark etti.

Hareketin olduğu yöne dönüp baktığında, babasının ahırbeyi Baylor’ın tanıdık bir gülümsemeyle yaklaştığını gördü. Kısa boylu, kilolu, kalın kaşları ve tel gibi saçları olan adam alışılmış kasılarak yürüyüşüyle onlara yaklaştı ve Kyra’ya gülümsedi, sonra dönüp sanki onay bekliyormuş gibi babasına baktı.

Babası adama başıyla onay verdi ve Baylor ona dönerken Kyra neler olup bittiğini merak etti.

“Bana bir yolculuğa çıkacağınız söylendi” dedi Baylor, sesi burnundan geliyor gibiydi. “Bu yolculuk için bir ata ihtiyacınız olacak.”

Kyra kafası karışmış şekilde kaşlarını çattı.

“Benim bir atım var” diye cevapladı, avlunun ilerisinde bağlı duran, Lord’un Adamlarıyla girdikleri savaşta bindiği güzel ata bakarak.

Baylor gülümsedi.

“O bir at değil” dedi.

Baylor tekrar Kyra’nın babasına baktı ve babası başıyla onay verdi. Kyra neler olduğunu anlamaya çalışıyordu.

“Beni takip edin” dedi adam hiç beklemeden ve aynı anda dönüp ahıra doğru yürümeye başladı.

Kyra kafası karışmış bir şekilde adamı izledi ve sonra babasına baktı. Babası başıyla onayladı.

“Onu takip et” dedi babası. “Pişman olmayacaksın.”

*

Kyra Baylor’la birlikte karlı avluyu geçerken, Anvin, Arthfael ve Vidar da onlara katılmışlardı ve birlikte aceleyle uzaktaki alçak, taş ahıra doğru yürüdüler. Yürürlerken Kyra Baylor’ın ne demek istemiş olabileceğini düşündü, onun için düşündüğü atın nasıl bir şey olduğunu merak etti. Ona göre bir at diğerinden çok da farklı değildi.

Neredeyse 100 metre uzunluğunda geniş taş ahıra yaklaşırlarken Baylor gözleri zevkten büyümüş olarak Kyra’ya döndü.

“Lordumuzun kızının, o her nereye giderse onu götürebilecek, kaliteli bir ata ihtiyacı var.”

Kyra’nın kalp atışları hızlanmıştı. Daha önce ona Baylor tarafından bir at verilmemişti, bu yalnızca kendini kanıtlamış savaşçılara özel bir onurdu. Hayatı boyunca, yeteri kadar büyüdüğünde bu şekilde bir ata sahip olma hayalini kurmuştu ve işte şimdi kazanıyordu. Bu ağabeylerinin bile henüz tadamadığı bir onurdu.

Anvin gururlu bir şekilde başıyla onayladı.

“Bunu hak ettin” dedi.

“Eğer bir ejderhayı yönetebiliyorsan” dedi Arthfael gülümseyerek “büyük ihtimalle Büyük Bir Atı da idare edebilirsin.”

Ahıra yaklaştıklarında küçük bir kalabalık da toplanmaya başladı ve onların yürüyüşüne katıldı. Adamlar silah toplama işlerine ara veriyorlardı. Belli ki Kyra’nın nereye götürüldüğünü merak ediyorlardı. Ağabeyleri Brandon ve Braxton da onlara katılmıştı, hiçbir şey söylemeden Kyra’ya bakıyorlardı, gözlerinde kıskançlık vardı. Daha sonra hemen başka yöne baktılar, onu herhangi bir şekilde övmek şöyle dursun, onu kabullenmek için bile her zamanki gibi, aşırı gururlulardı. Kyra onlardan başka bir şey görmeyi bekleyemediği için üzgündü.

Kyra ayak sesleri duydu ve sesin geldiği yöne dönünce Dierdre’nin de kendisine katıldığını gördü.

“Buradan gideceğini duydum” dedi Dierdre yanına gelince.

Kyra varlığıyla rahatlamış bir şekilde yeni arkadaşının yanında yürüdü. Birlikte valinin zindanlarında geçirdikleri zamanı düşündü, çektikleri onca acıyı, kaçışlarını ve o anda aralarında bir bağ hissetti. Dierdre kendisinin yaşadıklarından çok daha berbat şeyler yaşamıştı. Kyra onu incelediğinde, gözlerinin çevresinde hala siyah halkaların olduğunu, bir acı ve üzüntü havasının hala üzerinde olduğunu gördü ve ona ne olacağını merak etti. Onu o kalede tek başına bırakamayacağını fark etti. Ordu güneye giderken Dierdre yalnız kalacaktı.

“Bir yol arkadaşı işime yarayabilir” dedi Kyra, kelimeleri söylerken kafasında bir fikir oluşmuştu.

Dierdre ona baktı, gözleri şaşkınlıkla açılmıştı ve gülmeye başladı; üzerindeki kötü hava dağılmıştı.

“Bunu soracağını umuyordum” diye yanıtladı.

Anvin konuşulanları duymuştu, kaşlarını çattı.

“Babanın buna onaya vereceğini sanmıyorum” diye araya girdi. “Önünde önemli bir görev var.”

“Ben engel olmam” dedi Dierdre. “Zaten Escalon’u geçmem gerekiyor. Babamın yanına dönüyorum. Tek başıma gitmemeyi tercih ederim.”

Anvin sakallarını sıvazladı.

“Baban bundan hoşlanmayacak” dedi Kyra’ya. “O bir sorumluluk haline gelebilir.”

Kyra Anvin’in bileğine güven verecek şekilde dokundu, azimliydi.

“Dierde benim arkadaşım” dedi, konuyu kapatmak üzere. “Onu tek başına bırakmayacağım, senin de hiçbir adamını arkanda bırakmayacağın gibi. Bana her zaman ne derdin? Kimseyi geride bırakma.

Kyra içini çekti.

“Ben Dierdre’ye o zindandan çıkışta yardımcı olmuş olabilirim” diye ekledi Kyra “ama o da kurtulmama yardım etti. Ona borçluyum. Üzgünüm ama babamın ne düşündüğü küçük bir konu. Escalon’u geçecek olan benim, o değil. Dierdre benimle geliyor.”

Dierdre gülümsedi, Kyra’nın yanına sokuldu ve kolunu onun koluna doladı. Adımlarında yeni bir gurur vardı. Kyra onu yolculukta yanına alma fikri nedeniyle iyi hissediyordu ve her ne olursa olsun onun doğru kararları vereceğini biliyordu.

Kyra ağabeylerinin yakınında yürümekte olduklarını fark etti ve onunla ilgili biraz daha koruyucu olmadıkları, yolculuğunda ona katılmayı teklif bile etmedikleri için hayal kırıklığı yaşamaktan kendini alamadı; daha çok kendisiyle rekabet halindeydiler. Ağabeyleriyle ilişkilerinin doğasının böyle olması onu üzdü fakat insanları da değiştiremezdi. Böylesinin daha iyi olduğunu fark etti. Onlar gösterişle doluydu ve düşüncesizce bir şey yapıp başını derde sokabilirlerdi.

“Ben de sana eşlik etmek istiyorum” dedi Anvin, sesi suçlulukla doluydu. “Escalon’u tek başına geçmen fikri pek hoşuma gitmedi.” İçini çekti. “Fakat babanın bana her zamankinden çok ihtiyacı var. Güneye giderken kendisine katılmamı istedi.”

“Ve ben de” diye ekledi Arthfael. “Ben de sana katılmak istiyorum fakat güneye giden adamlara katılmakla görevlendirildim.”

“Ve ben de babanın yokluğunda geride kalıp Volis’i korumalıyım” diye ekledi Vidar.

Kyra adamların desteği nedeniyle duygulanmıştı.

“Merak etmeyin” dedi Kyra. “Önümde sadece üç günlük bir yol var. İyi olacağım.”

“Olacaksın” diye araya girdi Baylor yaklaşarak. “Ve yeni atın da bundan emin olmamızı sağlayacak.”

Sözleri bittikten sonra Baylor ahırın kapısını iterek ardına kadar açtı ve herkes alçak taş binaya girdi. İçeride atların kokusu ortama hâkim olmuştu.

Kyra içeri girdikten sonra gözleri içerinin loşluğuna yavaşça alıştı. Ahır nemli ve soğuktu, heyecanlı atların sesleriyle doluydu. Bölmelere yukarı aşağı bir göz gezdirdi ve hayatında gördüğü en güzel atların orada olduklarını gördü; büyük, güçlü, çok güzel atlar. Siyah ve kahverengi ve her biri bir şampiyondu. Burası tam bir define sandığıydı.

Назад Дальше