Cesurun Yükselisi - Морган Райс 4 стр.


“Lord’un Adamları en iyileri kendilerine ayırmışlar” diye açıkladı Baylor sıraların önünden, kendine özgü şekilde kasılarak yürürken. Önünden geçtiği bir ata dokundu, bir diğerine hafifçe vurdu. Hayvanlar onun varlığıyla canlanmış gibi görünüyordu.

Kyra her şeyi inceleyerek yavaşça yürüdü. Her bir at bir sanat eseri gibi görünüyordu, hayatında gördüğü tüm atlardan daha büyüklerdi, güzellik ve güçle dolulardı.

“Sen ve ejderhan sayesinde bu atlar artık bizim” dedi Baylor. “Şimdi yapılması gereken kendi atını seçmen. Baban ilk seçme hakkını sana vermemi emretti, kendisinden de önce…”

Kyra duygulanmıştı. Ahırı dikkatle incelerken üzerinde büyük bir sorumluluk yükü hissetti. Bunun hayatta bir kez yapabileceği bir seçim olduğunu biliyordu.

Elini atların sağrılarında gezdirirken, ne kadar yumuşak ve düzgün, ne kadar güçlü olduklarını hissetti. Hangisini seçeceği konusunda kararsızlık içinde kalmıştı.

“Nasıl seçeceğim?” diye sordu Baylor’a

Baylor gülümsedi ve başını salladı.

“Tüm hayatım boyunca atları eğittim” diye cevapladı. “Onları büyüttüm de tabii ve bildiğim tek bir şey varsa, o da hiçbir atın birbiriyle aynı olmadığıdır. Bazıları hız için yetiştirilir, bazıları dayanıklılık için; diğerleri ağırlık taşımak üzere yetiştirilirken, bazıları da güç için yetiştirilir. Bazısı bir şey taşımayacak kadar gururludur. Ve diğerleri, eh, diğerleri de çarpışma için yetiştirilir. Bazıları tek başına, mızrak dövüşü için gelişirken, bazıları da yalnızca savaşmak ister ve diğerleri hala savaş maratonu için yaratılmıştır. Bazısı en iyi arkadaşın olur; bazısı sana sırt çevirir. Bir atla kuracağın ilişki büyülü bir şeydir. Biri seni çekmeli ve sen de onu çekmelisin. Seçimini iyi yap. Atın her zaman seninle olacak, çarpışma zamanlarında ve savaş zamanlarında… Hiçbir iyi savaşçı atı olmadan bütün sayılmaz.”

Kyra yavaş yavaş yürüdü, kalbi heyecandan hızlı atıyordu. Sırayla atların önünde geçiyordu. Bazısı ona bakıyor, bazısı başını çeviriyor, bazısı kişneyip, sabırsızlıkla ayağını yere vuruyor ve bazısı da sabit duruyordu. Kyra bir bağlantı kurabilmeyi bekliyordu fakat hiçbir şey olmamıştı. Hüsrana uğramıştı.

Sonra aniden Kyra omuriliğinde bir ürperti hisseti, sanki bir yıldırım ona çarpmış gibiydi. Ahırda yankılanan tiz bir ses duyuldu, Kyra’ya atının o olduğunu söyleyen bir ses… Normal bir at sesi gibi değildi, biraz daha tok ve daha güçlü bir sesti. Tüm gürültünün içinden sıyrılmış, hepsinin üzerinde bir sesti, sanki kafesten kaçmaya çalışan bir aslanın sesi gibi… Ses Kyra’yı hem korkutmuş hem de kendine çekmişti.

Kyra sesin kaynağına, ahırın sonuna doğru döndü ve aynı anda ağaç bir yapının kırılma sesi duyuldu. Bölmelerin sarsıldığını gördü, her yerde ağaç parçaları uçuşuyordu ve ortama bir kargaşa hâkimdi. Birçok adam o tarafa doğru koşmuş, kırılan ağaç kapıyı kapatmaya çalışıyordu. Bir at toynaklarıyla kapıya vurmaya devam ediyordu.

Kyra aceleyle kargaşanın olduğu alana yöneldi.

“Nereye gidiyorsun?” diye bağırdı arkasından Baylor. “En iyi atlar burada.”

Fakat Kyra onu umursamadı ve hızlandı, kalp atışları git gide hızlanıyordu. Atın onu çağırdığını biliyordu.

Kyra ahırın sonuna doğru yaklaşırken Baylor ve diğerleri de ona yetişmek için acele ettiler. Kyra ahırın sonuna geldiğinde gördüğü karşısında nefesi kesildi. Kapının diğer tarafında bir ata benzeyen fakat normal bir atın iki katı büyüklükte, ağaç kütüğü kadar kalın bacakları olan bir hayvan duruyordu. Kulaklarının arkasında zar zor seçilen birer sivri boynuz vardı. Tüyleri diğerleri gibi siyah veya kahverengi değil fakat koyu kırmızıydı ve gözleri, diğerlerinin aksine, parlak yeşildi. Hayvanın gözleri doğrudan Kyra’ya yönelmişti ve bakışındaki yoğunluk onu göğsünden vurmuş, nefesini kesmişti. Kıpırdayamıyordu.

Yaratık ona doğru yükseliyor, hırıltıya benzer sesler çıkartıyor, dişlerini gösteriyordu.

“Bu nasıl bir at?” diye sordu Baylor’a, sesi fısıltının biraz üzerinde çıkmıştı.

Onaylamaz bir tavırla başını salladı.

“Bu bir at değil” dedi adam kaşlarını çatarak “bu bir yaratık. Bir ucube. Oldukça nadir bulunur. Bu bir Solzor. Pandesia’nın uzak köşelerinden getirilmiş. Lord Vali bu yaratığı ganimet olarak saklamış olabilir. Bu hayvana binemezdi; kimse binemez. Solzorlar vahşi yaratıklardır, eğitilemezler. Gel, değerli vaktini harcıyorsun. Atlara dönelim.”

Fakat Kyra olduğu yerde duruyordu, sanki oraya çivilenmiş gibiydi ve başka bir yöne bakamıyordu. Kalbi, sanki bunun kendisi için yaratılmış olduğunu düşünüyormuş gibi hızla çarpıyordu.

“Ben bunu seçiyorum” dedi Baylor’a.

Baylor ve diğerlerinin soluğu kesilmişti. Herkes ona delirmiş gibi bakıyordu. Ortama bir sessizlik hâkim oldu.

“Kyra” diye söze girdi Anvin “baban buna asla izin vermez”

“Bu benim seçimim, öyle değil mi?” diye cevapladı Kyra.

Anvin kaşlarını çatıp ellerini beline koydu.

“Bu bir at değil” dedi ısrarcı bir şekilde. “Bu vahşi bir yaratık.”

“Kısa sürede seni öldürecektir” diye ekledi Baylor.

Kyra adama döndü,

“İçgüdülerime güvenmemi söyleyen sen değiş miydin?” diye sordu. “Öyleyse geldiğim yer burası. Bu hayvan ve ben birbirimize aidiz.”

Solzor aniden devasa bacaklarını geri çekip bir başka ağaç kapıya vurup her tarafa ağaç parçacıklarının saçılmasına sebep oldu. Adamlar korkudan geri çekilmişlerdi. Kyra hayranlıkla bakıyordu. Vahşi, yabani ve görkemliydi. Orası için aşırı büyüktü, tutsak olmak için aşırı büyüktü ve diğerlerinden açık ara çok üstündü.

“Neden onu o alacakmış?” diye sordu Brandon öne çıkıp diğerlerini yolundan çekerken. “Sonuçta ben daha büyüğüm. Onu ben istiyorum.”

Henüs Kyra cevap bile veremeden Brandon hayvanı sahiplenmek üzere ileri atıldı. Hayvanın sırtına atladığı anda Solzor vahşi bir şekilde sıçradı ve Brandon’ı üzerinden attı. Oğlan ahırı uçarak geçti ve duvara yapıştı.

Daha sonra aynı şekilde Braxton ileri atıldı ve aynı anda hayvan başını hızla çevirip dişleriyle onun kolunu kesti.

Kolu kanamaya başlayan Braxton çığlık attı ve kolunu tutarak ahırdan dışarı kaçtı. Brandon ayaklarının üzerine doğruldu ve tabana kuvvet kaçtı. Solzor onu ısırmayı kıl payı ıskalamıştı.

Kyra olduğu yere mıhlanmış duruyordu fakat bir şekilde korkmuyordu. Kendisi için durumun farklı olacağını düşünüyordu. Bu yaratıkla arasında bir bağ hissetmişti, tıpkı Theos’la hissettiği gibi…

Sonra aniden Kyra cesur bir şekilde ileri gitti. Hayvanın tam önünde, ölümcül dişlerinin ulaşabileceği alanda duruyordu. Solzor’a, ona güvendiğini göstermek istiyordu.

“Kyra!” diye bağırdı Anvin endişeli bir ses tonuyla. “Geri çekil!”

Fakat Kyra onu duymazdan geldi. Yaratığın gözlerine bakarak olduğu yerde durdu.

Yaratık da ona bakıyordu. Gırtlağından düşük sesli bir hırıltı geliyordu, sanki ne yapacağına karar vermeye çalışır gibi bir hali vardı. Kyra korkudan titriyordu fakat diğerlerinin bunu görmesine izin vermeyecekti.

Kendini cesaretini göstermeye zorladı. Bir elini yavaşça kaldırıp ilerledi ve hayvanın kırmızı kürküne dokundu. Hayvanın hırıltısı yükselmişti ve dişlerini gösteriyordu. Kyra hayvanın içindeki öfke ve hüsranı hissedebiliyordu.

“Zincirlerini çözün” diye emretti adamlara.

“Ne!?” diye bağırdı herkes aynı anda.

“Bu zekice olmaz” dedi Baylor, sesinde korku vardı.

“Ne diyorsam onu yapın!” diye ısrar etti Kyra, içinde yükselen bir güç hissetmişti, sanki bu yaratığın iradesi onun üzerinden akıyordu.

Arkasından askerler ellerinde anahtarlarla koşturup zincirlerin kilitlerini açmaya başladı. Tüm bunlar olurken yaratık öfkeli bakışlarını bir an bile Kyra’dan ayırmamıştı, sanki onu tartıyor, ona meydan okuyormuş gibiydi, hırlıyordu.

Yaratık zincirlerinden kurtulur kurtulmaz ayaklarını sanki saldırmaya hazırlanıyormuş gibi yere vurdu.

Fakat garip bir şekilde saldırmadı. Onun yerine gözlerini Kyra’nın gözlerine sabitledi ve öfkesi yavaş yavaş hoşgörüye dönüşüyormuş göründü. Hatta belki de minnete…

Çok hafif bir şekilde başın eğmiş gibi göründü; bu çok belli belirsiz bir jestti, neredeyse fark edilmeyecek gibi, sadece Kyra’nın çözümleyebileceği gibi bir jest…

Kyra bir adım daha öne attı, hayvanın sağrısına tutunup hızlı bir hareketle üstüne çıktı.

İçerideki herkes şoke olmuştu.

İlk başlarda yaratık titredi ve sıçramaya başladı. Fakat Kyra bunun sadece gösteri amaçlı olduğunu hissetti. Onu gerçekten sırtından atmak istemiyordu, sadece kontrolün kimde olduğunu göstermek, onu sürekli sınırda tutmak için bir meydan okuma gösterisiydi. Yaratık, vahşi doğanın bir parçası olduğunu, hiç kimse tarafından evcilleştirilemeyeceğini göstermek istemişti.

Seni evcilleştirmek gibi bir isteğim yok dedi Kyra içinden. Yalnıza çarpışmada yoldaşın olmak istiyorum.

Solzor sanki Kyra’yı duyuyormuş gibi sakinleşmişti, hala şahlanma hareketleri yapıyordu fakat önceki kadar hırçın değildi. Kısa bir süre sonra hareketleri kesildi ve Kyra’nın altında mükemmel bir şekilde sabit durmaya başladı. Sanki onu korumak ister gibi, diğerlerine hırlıyordu.

Kyra artık sakinleşmiş olan Solzor’un sırtından aşağıdakilere baktı. Bir grup şoke olmuş adam, ağızları bir karış açık kalmış, ona bakıyordu.

Kyra’nın yüzüne yavaş yavaş geniş bir gülümseme yerleşti, büyük bir zafer duygusu hissediyordu.

“Bu” dedi, “benim seçimim. Ve onun adı Andor.”

*

Kyra Andor’u Argos’un avlusunun ortasına doğru sürdü. Babasının tüm adamları, o sert adamlar onun yürüyüşünü hayranlıkla izlediler. Hiçbirinin daha önce böyle bir şey görmediği açıkça belli oluyordu.

Andor, sanki kafeste tutulmuş olmasının intikamını almak ister gibi, tüm adamlara hırlayıp, onları süzerken Kyra hayvanın sağrısını nazik bir şekilde tutup onu sakinleştirmeye çalışıyordu. Baylor hayvanın üstüne yeni bir deri eyer koyduğunda Kyra dengesini ayarladı ve o kadar yüksekte sürmeye alışmaya çalıştı. Bu yaratık altındayken her zamankinden daha güçlü hissediyordu.

Hemen yanında Dierdre, Baylor’ın onun için seçtiği, çok güzel bir kısrağa biniyordu ve ikisi Kyra uzakta, kapının yanında kendisini bekleyen babasını fark edene kadar kara doğru ilerlediler. Babası adamlarıyla beraber duruyordu. Hepsi onu görmek istiyordu ve hepsi de korku ve hayranlıkla onu izliyordu. Hepsi onun böyle bir hayvana binebiliyor olması karşısında donakalmışlardı. Kyra adamların gözlerindeki hayranlığı görebiliyordu. Bu durum yolculuğu öncesi ona cesaret vermişti. Olur da Theos onun için geri dönmezse hiç olmazsa altına bu muhteşem yaratık olacaktı.

Kyra hayvanın sırtından indi ve Andor’u sağrısından tutup yönlendirerek babasının yanına geldi. Babasının gözlerindeki endişe kıpırtılarını fark etti. Bunun bu yaratıkla mı yoksa çıkmak üzere olduğu yolculukla mı ilgili olduğunu bilmiyordu. Babasının gözlerinde endişe ona moral vermiş, önünde uzanan her neyse ondan korkanın sadece kendisi olmadığını, babasının her şeye rağmen onu umursadığını fark etmesini sağlamıştı. O kısacık zaman diliminde babası savunmasını düşürmüş ve ona sadece kendisinin anlayabileceği bir gözle bakmıştı, bir babanın sevgisi ile… Babasının onu bu görece göndermekle ilgili bocalamakta olduğunu görebiliyordu.

Babasından birkaç adım uzakta, yüzü ona dönük olarak durdu ve adamlar vedalaşmayı izlemek üzere toplandıklarında aralarında bir sessizlik oluştu.

Kyra babasına gülümsedi.

“Merak etme baba” dedi. “Beni güçlü olmak üzere yetiştirdin.”

Babası başını salladı, morali düzelmiş gibi davranmaya çalışıyordu fakat öyle olmadığı görülebiliyordu. Ne de olsa o hala bir babaydı.

Babası bakışlarını gökyüzünde gezdirdi.

“Keşke ejderhan şimdi senin için gelseydi” dedi. “Escalon’u dakikalar içinde geçebilirdin. Veya daha da iyisi, yolculuğunda sana katılır ve yoluna her kim çıkarsa küle çevirirdi.”

Kyra buruk bir şekilde gülümsedi.

“Theos artık gitti baba.”

Babası yeniden ona döndü, gözlerinde merak vardı.

“Sonsuza kadar mı?” diye sordu, adamlarını savaşa götüren, bilmek zorunda olan fakat sormaya korkan bir komutanın sorusuydu bu.

Kyra gözlerini kapatıp bir cevap alabilmek için konsantre olmayı denedi. Theos’un ona cevap vermesini istedi.

Fakat sadece can sıkıcı bir sessizlik vardı. Bu durum onu Theos’la hiçbir bağlantı kurmuş olup olmadığını düşünmeye itti; yoksa her şeyi sadece hayal mi etmişti?

“Bilmiyorum baba” diye cevapladı dürüstçe.

Babası başıyla onayladı, olayları olduğu gibi kabul edip kendine güvenmeyi öğrenmiş bir adamın tavrıyla kabullenmişti durumu.

“Sakın unutma…” diye söze girdi babası.

“KYRA!” diye bağıran heyecanlı bir ses araya girdi.

Kyra sesin geldiği yöne döndüğünde adamlar yolu açıyordu ve Aidan’ın, yanında Leo’yla birlikte, babasının adamlarından birinin sürdüğü bir taşıyıcıdan atlayıp kendisine doğru koştuğunu görünce Kyra’nın içi neşeyle doldu. Oğlan karın içinde tökezleyerek kendisine doğru koşuyordu ve Leo da ondan çok daha hızlı, onun birkaç adım ötesindeydi ve Kyra’nın kollarına atılmak üzereydi.

Leo Kyra’yı yere devirip göğsünün üstüne çıktı, yüzünü yalamaya başladı ve Kyra da gülmeye başladı. Şimdiden Kyra’yı korumaya başlayan Andor hırlamaya başladı ve Leo yere atlayıp onunla yüz yüze geldi ve o da hırlamaya başladı. İkisi de korkusuz yaratıklardı ve ikisi de Kyra’yı eşit derecede korumak istiyorlardı. Kyra onurlandığını hissetti.

Kyra hemen ayağa kalkıp ikisinin arasına girdi, Leo’yu geride tutuyordu.

“Sorun yok Leo” dedi. “Andor benim arkadaşım. Ve Andor,” dedi ona dönerek “Leo da benim arkadaşım.”

Leo itaatkar bir şekilde geri çekildi. Andor hala hırlıyordu fakat artık daha sessizdi.

“Kyra!”

Kyra dönüp Aidan’ın kollarına atıldığını gördü. Oğlanın küçük elleri sırtına sarılırken Kyra uzanıp onu sıkıca kucakladı. Bir daha hiç göremeyeceğini düşündüğü küçük erkek kardeşine sarılmak iyi hissettirmişti. Hayatının dönüştüğü girdapta bir parça normal kalan tek şey oydu, hiç değişmeyen tek şey…

“Burada olduğunu duydum” dedi oğlan aceleyle, “ve seni görmek için bir araca atlayıp geldim. Geri döndüğünü gördüğüme çok sevindim.”

Kyra buruk bir şekilde gülümsedi.

“Korkarım çok uzun bir süre değil kardeşim” dedi.

Aidan’ın gözlerinden bir endişe dalgası geçti.

“Gidiyor musun?” diye sordu yıkılmış bir şekilde.

Babaları araya girdi.

“Dayısını görmeye gitmesi gerekiyor” diye açıkladı. “Şimdi bırak da gitsin.”

Kyra babasının dayınızı değil de dayısını dediğini fark etmişti ve bunun nedenini merak etti.

“O halde ben de ona katılmalıyım!” dedi Aidan gururla.

Babası başını salladı.

“Hayır, katılmamalısın” diye cevapladı.

Kyra küçük kardeşine gülümsedi, her zamanki gibi cesurdu.

“Babamızın sana başka bir yerde ihtiyacı var” dedi.

“Cephede mi?” diye sordu Aidan babasına dönerek umutlu bir şekilde. “Esephus’a gitmek için hazırlanıyorsun” diye ekledi aceleyle. “Duydum! Ben de sana katılmak istiyorum!”

Fakat babası başını salladı.

“Sen Volis’e gidiyorsun” diye cevapladı. “Orada kalacaksın ve arkada bırakacağım adamlar tarafından korunacaksın. Cephe şimdilik sana göre bir yer değil. Bir gün olacak.”

Aidan hayal kırıklığı ile kıpkırmızı oldu.

“Fakat ben de savaşmak istiyorum baba!” diye itiraz etti. “Boş bir kalede kadınlar ve çocuklarla kalmak istemiyorum!”

Назад Дальше