Sevilmiş - Морган Райс 2 стр.


Mahcup hissetti. Onu neden bu hâlde görmek zorunday- dı ki? Gerçekten içini kıpırdatan ilk adamla tanışması sıra- sında hoş gözükmesini sağlayacak bir fırsat bulamamasına ne demeliydi? Bu ambarda bir tuvalet yoktu, tuvalet olsa bile yanında makyaj malzemesi yoktu. Tekrardan utanarak uzak- lara doğru baktı.

“Ben uyuyalı epey oldu mu?” diye sordu.

“Emin değilim. Ben de yeni uyandım” dedi arkasına yas- lanıp elini saçında dolaştırarak. “Bu gece erken beslendim. Beni mayıştırdı.”

Caitlin ona baktı.

“Açıkla bana” dedi.

Caleb ona baktı.

“Beslenmek” diye ekledi. “Yani, nasıl oluyor? Gidip… in- sanları mı öldürüyorsun?”

“Hayır, asla” dedi.

Caleb söyleyeceklerini toparlarken odayı sessizlik kapladı.

“Vampir ırkındaki her şey gibi bu da biraz karmaşık” dedi. “Ne türden bir vampir ve hangi meclise bağlı olduğuna göre değişir. Ben sadece hayvanlar üzerinden beslenirim. Çoğun- lukla geyik. Zaten nüfusları  epey fazla, insanlar da onları avlıyor. Hatta insanlar onları avlayıp yemiyorlar bile.”

Yüzündeki ifade ağırlaştı.

“Ancak diğer meclisler pek bu kadar merhametli değildir. İnsanlardan beslenirler. Genellikle arzu edilmeyenlerden.”

“Arzu edilmeyenler derken?”

“Evsizler, aylaklar, fahişeler… Yoklukları fark edilmeyecek olanlar. Her zaman böyle olageldi. Irkın üstüne ilgi çekmek istemiyorlar.”

“Bu yüzden benim  meclisime,  vampir  neslime saf kan deriz. Diğerleri  ise saf değildir. Beslendiğin  şeyin… enerjisi sana zerk olur.”

Caitlin oturduğu yerde düşünüyordu.

“Peki ya ben?” diye sordu.

Caleb ona baktı.

“Neden  sadece bazen beslenmek istiyorum da geri kalan zamanlarda istemiyorum?”

Caleb kaşlarını çattı.

“Emin  değilim. Durum sende daha farklı. Sen melezsin. Bu çok enderdir… Şunu biliyorum ki yaşın geliyor. Diğer- leri tek bir gecede dönüşüverirler. Sendeyse bu bir süreçtir. Geçireceğin  değişimler,  tam olarak  oturman  biraz zaman alabilir.”

Caitlin geçmişi düşündüğünde açlık krizlerini ve nasıl da durduk  yerde baş gösterdiklerini hatırladı.  Nasıl olmuş da beslenmek dışında hiçbir şey düşünemez hâle getirmişlerdi onu! Korkunçtu.  Bunun  tekrar olması düşüncesi tüylerini ürpertiyordu.

“Bir daha ne zaman olacağını nasıl bilebilirim?”

Caleb ona baktı. “Bilemezsin.”

“Asla bir insanı öldürmek istemem” dedi. “Asla.”

“Öldürmek zorunda değilsin. Hayvanlardan beslenebilir-sin.”

“Yine bir yerden çıkamadığım zaman başıma gelirse?”

“Bunu  nasıl kontrol edeceğini öğrenmelisin. Biraz pratik ister, bir de irade. Kolay değildir; ama mümkündür.  Bunu kontrol edebilirsin. Her vampir bu süreçten geçer.”

Caitlin canlı bir hayvanı yakalayıp üstünden beslenme- nin nasıl olacağını düşündü.  Her zamankinden daha hızlı olduğunu biliyordu; fakat o denli hızlı olup olmadığından emin değildi. Gerçekten bir geyik yakalasaydı bile ne yap- ması gerektiğini bilemezdi.

Caleb’e baktı.

“Bana öğretir misin?” diye sordu umutla.

Bakışları kesiştiğinde kalp atışları kulağına gelecek kadar sertti.

“Beslenmek  ırkımızda kutsaldır. Her zaman yalnız yapı- lır” dedi yumuşak ve özür diler bir şekilde. “Tek istisnası..”

“Tek istisnası?”

“Evlilik törenleridir. Karıyla  kocayı birbirine bağlamak için.”

Caleb gözlerini kaçırdığında ruh hâlinin değiştiği görüle- biliyordu. Caitlin kanın yanaklarına hücum ettiğini hissetti ve içerisi birden daha sıcak oluverdi.

Oluruna bırakmaya karar verdi. Şu an açlık krizleri çek- miyordu ve o noktaya geldiğinde bu sınavı geçebilirdi. Bu olduğunda Caleb’in kendi yanında yer alacağını umdu.

Hem beslenmeyi, vampirleri ya da kılıçları pek de öyle aman aman umursuyor değildi. Bilmek  istediği şeyler ona dair şeylerdi ya da ona karşı gerçekten neler hissettiği hak- kında. Ona sormak istediği bir dolu soru vardı. Neden her şeyi  benim için riske attın? Hepsi kılıcı bulmak için miydi? Yoksa başka bir şey mi? Kılıcı bulduğunda hâlâ yanımda kala- cak mısın? Bir insanla romantik şeyler yaşamak  yasak olsa da benim için bu sınırı çiğner miydin?

Ancak korkuyordu.

O da bunların yerine basitçe şöyle dedi, “Umarım  kılıcını buluruz.”

Sersem, dedi kendi kendine. Söyleyebildiğinin  en iyisi bu mu? Düşündüklerini  söyleme cesaretini toplayamaz  mısın bir kerecik?

Ancak Caleb’in enerjisi o kadar yoğundu ki ne zaman onun yanında olsa berrak bir şekilde düşünmek zorlaşıyordu.

“Umarım”  diye yanıt verdi. “Sıradan bir silah değil bu. Türümüz tarafından asırlardır göz konulmuş bir şey. Şimdi- ye kadar dövülmüş en iyi Türk kılıcı. Tüm vampirleri öldü- rebilecek bir metalden yapılma olduğuna dair söylentiler var. O elimizdeyken kimse karşımızda duramaz. O olmadan…”

Lafı yarıda bıraktı; sözünün sonunu getirmekten çekini- yor gibiydi.

Caitlin, Sam’in orada olup babalarının  peşine düşmek konusunda önayak olmasını dilerdi. Gözleriyle ambarı tek- rar taradı. Ondan kalma bir iz görünmüyordu. Keşke telefo- nunu yolda kaybetmemiş olsaydı; hayat çok daha kolay hâle gelebilirdi.

“Sam her zaman buraya uğrardı” dedi. “Burada olacağın- dan çok emindim. Buraya geri geldiğini biliyorum, bundan eminim. Yarın okula gideriz ve arkadaşlarımla konuşurum. Neymiş ne değilmiş, bakacağım.”

Caleb başıyla onayladı. “Babanın nerede olduğunu bildi- ğini mi düşünüyorsun?” diye sordu.

“Ben… bilmiyorum” diye cevap verdi. “Ancak Sam’in ba- bam hakkında benden çok daha fazla şey bildiğini  biliyorum. Onu ta ne zamandır bulmaya çalışıyor. Eğer bir şeyler bilen birisi varsa o da kardeşimdir.”

Caitlin hafızasını kurcaladığında,  Sam’in sürekli arayıp tarayarak ona yeni ipuçları gösterip sonra da her daim hayal kırıklığına uğradığı tüm o zamanları hatırladı. Her gece oda- sına gider ve yatağının köşesine otururdu. Babalarını bulma arzusu içinde dolup taşan, onunla birlikte yaşayan bir canlı gibiydi. Caitlin de aynı şekilde hissediyordu; fakat onun ka- dar tutulmuş değildi. Bazı açılardan onun hayal kırıklığını seyretmek çok daha zordu.

Caitlin berbat çocukluğunu, kaçırdıkları her şeyi düşün- dü ve birden hislerine hâkim olamadı. Gözünün  kenarında bir damla yaş oluştuğunda utanarak onu eliyle sildi. Caleb’in bunu görmemiş olmasını umuyordu.

Ancak Caleb görmüştü. Onun olduğu tarafa bakıp sade- ce Caitlin’i seyretti.

Yavaşça yerinden  kalkıp  onun yanına oturdu. O kadar yakındı ki enerjisini hissedebiliyordu. Çok yoğundu. Kalbi çarpmaya başladı.

Caleb, bir parmağını hafifçe onun saçında dolaştırıp yü- zünün üstüne düşen telleri geri attı. Sonra parmağını gözü- nün kenarına ve ardından yanaklarına doğru götürdü.

Caitlin yere bakar şekilde kafasını aşağıda tuttu; onunla göz göze gelmeye çekiniyordu. Kendisini  incelediğini hisse- debiliyordu.

“Tasalanma” dedi yumuşak ve Caitlin’i bütünüyle gevşe- ten derin sesiyle. “Babanı bulacağız. Birlikte yapacağız.”

Caitlin bunun için tasalanmıyordu. Tasalarının kaynağı Caleb’di. Onu ne zaman bırakacağını düşünüp duruyordu.

Yüzüne  dönüp baksa  onun öpüp öpmeyeceğini  merak etti. Dudaklarını hissetmek için yanıp tutuşuyordu.

Başını çevirmeye çekindi. Bunu yapması için gereken ce- sareti toplayıncaya kadar sanki saatler geçti.

Ancak Caleb zaten diğer tarafa dönmüştü.  Kuru otlara yaslanmış, gözleri kapalı,  ateşin aydınlattığı  yüzünde hafif bir gülümsemeyle uyuyakalmıştı.

Caitlin daha yakına sokulup arkaya yaslandı. Başı onun omzundan birkaç santim ötedeydi. Neredeyse temas edecek- lerdi.

Neredeyse… Bu kadarı onun için yeterliydi.

İkinci Bölüm

Caitlin ambarın kapısını açtığında kısık gözleriyle karla kaplı bir dünyanın karşısında kalakaldı. Beyaz gün ışığı, çarptığı her şeyden yansıyordu. Daha önce hiç tecrübe et- mediği bir acı çekerken elini gözlerine götürdü. Gözleri onu resmen öldürüyordu.

Caleb  kollarıyla boynunu  ince ve şeffaf bir malzemeyle sarmayı bitirir  bitirmez onun yanına geldi. Bir sargı gibi duruyordu;  fakat teninin üstüne koyar koymaz yok oluyor gibiydi. Caitlin gerçekten orada bir şey olup olmadığına bile rahatlıkla cevap veremezdi.

“O nedir?”

“Ten sargısı”  dedi Caleb, gözleri aşağı bakarken.  Kol- larıyla omuzlarını tekrar ve tekrar, dikkatlice sarıyordu. “Güneş  ışığına çıkmamızı sağlayan şey bu. Bu olmazsa te- nimiz yanar.” Gözlerini ona çevirdi. “Senin ihtiyacın yok, henüz.”

“İhtiyacın olduğunu nasıl anlarsın?” diye sordu.

“İnan bana” dedi sırıtarak. “Anlarsın.”

Caleb elini cebine götürüp ufak bir göz damlası çıkardıktan sonra her iki gözüne birkaç damla bıraktı. Sonra dönüp ona baktı.

Caitlin’in  gözlerinin yandığı aşikar olmalıydı  ki Caleb, nazikçe elini alnına götürdü. “Kafanı arkaya yatır” dedi.

Caitlin denileni yaptı.

“Gözlerini aç” dedi.

Caitlin gözlerini açınca Caleb, her iki gözüne birer damla damlattı.

Öyle bir acı verdi ki Caitlin,  başını eğip gözlerini kapa- mak zorunda kaldı.

“Ah” dedi gözlerini  ovuşturarak.  “Eğer bana kızdıysan söylemen yeterliydi.”

Caleb sırıttı. “Üzgünüm.  İlk seferde biraz yakar; ama sonra alışırsın. Güneşe duyarlılığın birkaç saniye içinde yok olacak.”

Caitlin gözlerini kırpıştırarak açtı. Nihayet tam olarak aç- tığında gözleri yeniden harika durumdaydı. Caleb haklıydı. Tüm acı uçup gitmişti.

“Birçoğumuz  zorunda kalmadıkça hâlâ gün ışığında do- laşmaya çıkmaz. Hepimiz gün ışığında daha zayıfız; ama ba- zen çıkmak zorunda kalırız.”

Ona baktı.

“Hani şu bahsettiğin okul” dedi. “Uzakta mı?”

“Kısa bir yürüyüş mesafesi” dedi onun koluna girip kar- ların içinde yürümeye başlayarak. “Oakville  Lisesi. Birkaç hafta öncesine kadar orası benim de okulumdu. Arkadaşla- rımdan bir tanesi Sam’in yerini biliyor olmalı.”

*

Oakville Lisesi tam Caitlin’in  hatırladığı gibiydi. Tekrar burada olmak gerçeküstü geliyordu ona. Binaya baktığında sanki kısa bir tatile çıkmış da şimdi normal hayatına geri dönmüş gibi hissetti. Hatta kısa bir süreliğine önceki hafta olan her şeyin sadece manyakça  bir rüya olduğuna inandı için için. Tekrardan her şeyin normale döndüğünü, her şeyin tıpkı eskisi gibi olduğunu hayal etti. Bu iyi hissettiriyordu.

Ancak başını çevirip yanında duran Caleb’i gördüğünde hiçbir şeyin normal olmadığını anladı. Buraya gelmesinden daha gerçeküstü olan bir şey varsa o da yanında Caleb ile dönmüş olmasıydı. Eski okuluna kolunda bu yakışıklı mı yakışıklı, 180 santimden  daha uzun boylu,  geniş ve yapı- lı omuzları olan, tamamen siyah giyinmiş, uzun siyah deri ceketinin boynunu kapayan, yüksek yakalarının üstünden hafif uzun saçlarının süzüldüğü adamla girecekti. Caleb tam da şu popüler genç kız dergilerinden birinin kapağından fır- lamış gibi duruyordu.

Caitlin, diğer kızlar kendisini gördüğünde tepkilerinin ne olacağını hayal etti. Düşündükleri  onu gülümsetti. Hiç- bir zaman özel bir popülaritesi olmamış ve hiçbir erkek ona özel bir ihtimam göstermemişti. Adı sanı duyulmamış biri sayılmazdı -bazı iyi arkadaşları olmuştu- fakat hiçbir zaman en popüler grubun  ortasında olmuş da değildi. Ortalarda bir yerde olduğunu tahmin ediyordu. Böyleyken  bile hep birbirine yapışık dolaşan, koridordan burnu yukarıda bir edayla yürürken kendileri kadar kusursuz olmayan herkesi görmezlikten  gelen en popüler  kızların birkaçı  tarafından hor görüldüğü zamanları anımsıyordu. İşte şimdi, belki dik- katlerini çekerdi.

Caitlin ve Caleb merdivenlerden çıkıp okulun geniş çiftli kapısının içinden geçti. Caitlin saatine baktı: 8:30. Harika. İlk ders neredeyse bitiyor olmalıydı ve birkaç saniye içinde koridorlar insanla dolacaktı. Bu onları daha az göze batar hâle getirirdi. Böylece güvenlik görevlileri ya da koridor kar- tı gibi şeyler hakkında endişelenmesine gerek kalmazdı.

Tam da onu duymuşçasına zil çaldı ve birkaç saniye için- de koridorlar dolmaya başladı.

Oakville’in iyi tarafı, şu berbat New York City lisesinden apayrı  bir dünya olmasıydı.  Burada  koridorlar  doluyken bile manevra yapacak bir sürü yer oluyordu. Duvarlarda- ki büyük camlar ışığın ve gökyüzünün içeri sızmasına izin veriyordu ve gittiğiniz her yerde ağaçları görebiliyordunuz. Bu kadarı bile burayı neredeyse özlemesine yetiyordu;  ne- redeyse.

Okul artık canına yetmişti. Teknik olarak mezun olması- na sadece birkaç ay kalmış olmasına rağmen son birkaç haf- ta içinde bir sınıfta birkaç ay daha kıçının üstünde oturup resmî bir diploma aldığında öğreneceğinden çok daha fazla şey öğrendiğini hissediyordu. Öğrenmek hoşuna gidiyordu; fakat geriye asla dönmese şimdiki mutluluğundan bir gram eksilmezdi.

Koridorda yürürlerken Caitlin tanıdık yüzler görmek için etrafı taradı. Yanlarından geçenler çoğunlukla ikinci sınıfta- kiler ya da çömezlerdi, eski sınıfından birisini göremiyordu. Ancak yanlarından geçerken kızların suratlarında oluşan ifa- deyi görmek onu şaşırtmıştı: Abartısız oradan geçen her kız Caleb’e bakıyordu. Tek bir kız bile bunu saklama zahmeti- ne girmemişti, hatta gözlerini başka tarafa çeviremiyorlardı. İnanılmazdı. Sanki koridorda kolunda Justin Bieber ile yü- rüyormuş gibiydi.

Caitlin kafasını çevirdiğinde tüm kızların durup hâlâ onla- rı izlediğini gördü. Birçoğu birbirine bir şeyler fısıldıyordu.

Onun bunun farkında  olup olmadığını  merak  ederek gözlerini Caleb’e çevirdi. Fark etmişse bile buna dair hiçbir işaret göstermiyordu, kesinlikle umursamıyormuş gibiydi.

“Caitlin?”  dedi şaşkınlığını belli eden bir ses.

Caitlin o tarafa döndüğünde  taşınmadan önce arkadaş olduğu kızlardan biri olan Luisa’nın orada durmakta oldu- ğunu gördü.

“Aman Tanrım!” dedi Luisa  heyecanla ve sarılmak  için kollarını iki yana açtı. Daha Caitlin’in hamle yapmasına fır- sat kalmadan Luisa ona sarılmıştı. Caitlin  de karşılık verdi. Tanıdık bir yüz görmek iyi gelmişti.

“Ne oldu sana?” diye sordu Luisa. Her zamanki gibi he- yecanlı bir telaş içinde ve hafif Hispanik aksanıyla konuşu- yordu. Ne de olsa sadece birkaç yıl önce Porto Riko’dan gel- mişti. “Kafam  karıştı! Ben senin taşındığını düşünmüştüm! Sana mesaj ve e-posta attım ama hiç cevap vermedin…”

“Özür dilerim” dedi Caitlin. “Telefonumu kaybettim ve bir bilgisayarın karşısına geçmeyeli haftalar…”

Luisa dinlemiyordu. Caleb’i  şimdi fark etmişti ve büyü- lenmiş gözlerle ona bakıyordu. Ağzı tam anlamıyla bir karış açıktı.

“Arkadaşın kim?” diye sordu sonunda fısıldayarak. Cait- lin gülümsedi. Daha önce arkadaşını hiç böyle bocalarken görmemişti.

“Luisa, bu Caleb” dedi Caitlin.

“Memnun oldum” dedi Caleb, gülümseyip elini uzatırken.

Luisa bakmayı sürdürdü. Elini sersem bir şekilde yavaşça ileri uzattı. Görünüşe göre dili tutulmuştu. Böyle bir adamı nasıl düşürdüğünü  anlayamıyormuşçasına  Caitlin’e baktı. Ancak farklı bir şekilde sanki onun kim olduğunu bilmiyor- muş gibi bakıyordu.

“Şey…”  dedi Luisa gözleri fal taşı gibi açılarak, “…şey… yani…nerede…yani…  ikiniz nasıl tanıştınız?”

Bir anlığına Caitlin  nasıl cevap vermesi gerektiğini dü- şündü. Luisa’ya her şeyi anlattığını hayal etti. Bu fikir onu gülümsetti. Kesinlikle işe yaramazdı.

“Bir… konserin ardından tanıştık” dedi Caitlin.

En azından kısmen doğruydu.

“Aman Tanrım, ne konseri? New York’ta mı? Black Eyed Peas mi yoksa?” diye sordu telaşla, “Çok kıskandım! Onları görmek için çıldırıyorum!”

Caitlin, Caleb’i bir rock konserinde hayal edince gülüm- sedi. Nedense  onu öyle bir resmin içinde düşünemiyordu artık.

Назад Дальше