Cehennem O'Dur - Öztürk Betül 3 стр.


Bir kez, kökleşmiş « kaybeden ülke » teşhisi konulan bir millete enjekte edilen olağan çare nedir? Örneğin Sandy Kasırgası zaten bir asırdan beri sallanan bu voodoo milleti yıktıktan sonraki Haiti meselesini ele alalım. Ülke ilk anda karantina ve uluslararası mutemetlik altına alındı. İkinci etapta, aynı anda sadece Dünya Bankası ve IMF yetkilileri tarafından önemli kararlar alınırken, okuma yazma bilmeyen milyonlarca insana (demokratik seçimlerle) en iyi fikri Hispaniola’nın küçük bir köyünde bir karnaval düzenlemek olan karizmatik bir soytarıyı tatlılıkla dayatan güçlü milletler geldi. Haiti yalıtılmış bir durumda olmaktan uzak. Uluslararası yardımlarla gelen fonlar yıkılmış ülkede belirli imtiyazlar elde etmek için kullanıldı. Bu dönem içinde, aynı fonlarla sağlık koşulları iyileştirilmedi.

Haiti ve bu çözümlerin, ülkelerin ilk başta içinde bulunduğu durumdan daha ciddi sorunlara yol açtığı yaklaşımların kullanıldığı diğer kara delikleri inceledik.

Esas olarak, bu milletlerin kleptomanları ve teknik "ortakları", sonuç elde etmek için çelişkili dogma ve reformlar uygulamaya koyduklarından, bu durum yoksul ülkelerin daha da gerilemesine neden oluyor. John Maynard Keynes ve Harry Dexter White’ın takipçileri ve diğer uluslararası finans kuruluşlarının, mali destekçileri ve faiz bağışçılarının isteklerine göre hareket ettiklerini size ilk söyleyen ben değilimdir. Bu, israf ve kötü yönetimin tekrarlanmasına yol açar. Ve eğer felaketin bol olduğu bir yeri öğrenmek isterseniz Haiti, Port-au-Prince’deki Kıskançlık Şehri’ni ziyaret etmekten çekinmeyin ve orayı barış elçilerinin, Birleşmiş Milletler görevlilerinin kiraladığı villalarla kıyaslayın.

« Bu son seferimmiş ve ölmekte olanlara hitap eden ölmek üzere bir adam gibi vaaz ettim. »

Richard Baxter

Günümüzde, iktisatçılar bir teorinin geometrik bir tarz dışında geliştirilemeyeceğini iddia ediyor; matematiksel bir model ile açıklanamayan herhangi bir olgu mantıksız kabul ediliyor. Diğer bir deyişle, eğer her şey bir şaşırtıcı bir denklemle açıklanmadan ifade edilmezse, o zaman bu kitap intihardan önceki bir mektup olarak okunabilir. Yine de, ne metrodaki trenin altına atlamak ne de bir Budist tapınağına çekilecek kadar bunalımda değilim. Bu baskıya eğilim göstermeyen ve sözü edilebilir ilkelerin estetikle ve malesef şeytani anlaşmaların doğuşuna vesile olan klasik müsrif iktisatçılara teşekkür etmeliyim.

Halk yığınlarının sefalet ve ümitsizliği ile azınlık kesimin zenginlik ve israfı arasındaki zıtlık karmaşık bir özet değil daha ziyade ahlaki bir tiksinmeye giden küresel ölçekte gözlenebilir gerçekliğidir. Sömürgeciliğin acımasız uygulanış yöntemlerinden kalan kast sistemini yansıtan sömürgecilik sonrası toplumsal tabaka göz önündeyken, batılı revizyonistler, üçüncü dünya ülkelerinin kabuslarının sömürgecilikle alakası olmadığını iddia ediyorlar. Ve marjinalleşmiş insanların karanlık bir gelecekten kaçmasına yardım etmek için ölçüsüz bir devlet başkanının dayatılmasını bir kenara bırakırsak, çok az şey yapıldı. Tüm bunlar, sosyo-politik-ekonomik yamyamlığın (kapitalizm) gelişmeye, gerçeklere ve bu ülkelerin olanaklarına uyum sağlamadığını söylemek için.

Kapitalizmin küresel arenasında, en azından aynı ölçekteki diğer milletlerle yarışabilecek kapasite büyüme ve gelişmeye dönük bakış açılarını önceden belirler. Burundi Cumhuriyeti ve Belçika Krallığı hemen hemen aynı yüzölçümü ve nüfusa sahip ve ekonomik bakış açısıyla birbirinden çok uzaklaşamayacak iki ülke. Aslında Burundi’nin Gayri Sarfi Milli Hâsılası Belçika’nınkinden iki yüz kat daha küçük. Küçük Krallığında Gayri Sarfi Milli Hasılası’ndan aşırı fazla borca sahip olması bir yana, Belçika bu beceriyi nasıl elde etti? Evet, Belçika’yı Burundi ile daha fazla kıyaslayarak açıklamak için tarihi gerçeklere yönelmeliyiz. Krallık milli zenginliğini elde etmek için zalimce bir yol benimsedi. Almanlar 1887-1965 arasında Burundi’nin sosyokültürel yapılarını yerle bir ederken Belçika Kralı 2. Leopold ve sonrasında millet olarak Belçika, bugün « Demokratik »Kongo Cumhuriyeti diye bilinen kendisinden sekiz kat daha büyük bir ülkenin zenginliklerini sadistçe talan etti. Ve İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Burundi, Milletler Cemiyeti tarafından Almanların ellerinden alınıp büyük komşuları tarafından ağır bir sömürgeciliğe maruz kalması için Belçika’ya verildi. Kaderin cilvesi ki Belçika’nın milli borcunu Burundi ile kıyaslayın ; ağzınızın sularının akacağını garanti ederim !!!

Şunu belirtmek de ilginç olacak, gelişmekte olan ülkeler küresel düzensizliğe dair tek kanıtım değil. Bir yanda da, halkalara tek tip bir ihtiyaç sepeti dayatmayı dileyip merdivenin alt basamağındaki nüfusun %99’unu batırarak başarısız olan merkezi ekonomiler var. Yıkılmış olan Sovyetler Birliği, gerçek anlamda bir duvarla karşılaşana dek komünizmi mükemmel şekilde yerleştirmişti. Buna karşılık liberal pazar, zirveye kurulmuş olan %1’lik küçük grubu tatmin etmek için en güçlülerin hayatta kalmasına olanak sağlayan zararlı kuralıyla bizi batırıyor. Geçtiğimiz günlerde, Amerikan Kongresi, yalnızca bir kez, sözde "batmayacak kadar büyük" olan çok sayıdaki Kuzey Amerika bankasını yeniden canlandırmak için iki partili şekilde birleşti, tıpkı sigorta şirketleri gibi. Buna karşılık, aynı Kongre 2013 yılında, Amerikan nüfusunun bir kısmının yoksulluk sınırının zar zor üzerine çıkmasına izin veren sağlıklı gıda programında birkaç milyar dolar kesintiye gitti.

Dünya ticaretinin durumunu titiz bir şekilde incelerseniz, Kapitalizm modelinin kazanç getiren uluslararası ticaret akış ilkelerinin aynı ekonomilerin kalbine nasıl hapsolduğunu fark edebilirsiniz. Diğer ülkeler basit hammadde ve ucuz el işçiliği sağlayıcısı olmaya indirgendi. Ama yağlı ve şişman kadın kayıtsızca ıslık çalmayı kesme noktasında, ayaklarının üzerinde duramayacak kadar semirdi. General Motors 2010 yılında Avrupa otomobil endüstrisindeki aşırı kapasite nedeniyle Belçika, Anvers’deki fabrikasını kapattı. Ardından Avrupa ve Kuzey Amerika’da faaliyet gösteren diğer sektörlere ait fabrikalar da kapılarını kapattı.

« Koketsu ni irazunba koji wo ezu. »

Japon Bilgeliği

Karşılıklı ekonomik doktrinlerini göz önünde bulundurursak Küba ve İngiltere ihtiyatsızca yol alıyorlar. İki ekonomik saldırı planını değerlendirirken (yoksulluk, kirlilik, savaş vs.) insani sağduyumuz bize bu iki yaklaşımın da iyi olmadığını söylüyor. Eski Sovyetler Birliği ve Çin’in, acımasızca sütten kesercesine, kafalarını deliliğin belgelenmiş formu olan psikiyatrik kapitalizmin kolaylıklarına gömene kadar, komünist cezaevi kurumuna bir son vermeye karar vermiş olduklarını öğrendiğimde umudun zirvesine çıkmıştım!

Şu anda dünya tamamlanmış ve somut alternatiflerin eksikliğini yaşıyor. Birkaç çılgın ekonomik krizden sonra dünya barbarlık ve kapitalizmin eksiklerinin dindışı olmadığını kabul ediyor. Silip süpüren mali tufanlar ışığında, ister kemer sıkma ister harcama yoluyla olsun, bu yöntemlerin hiçbiri hayatta kalacak bir çözüm olarak ortaya çıkmadı, bunlar daha ziyade zorluk içindeki bir sınıfın taşlamaları. Burada olabildiğince basit bir biçimde yeni pazarların, küresel ekonomik sistemi gençleştirmek için cesaretlendirilmesi gerektiğini kesin olarak belirtebilirim. Ama bunun için, son tufandan kaçınmak adına yeni eğilimler geliştirilmeli.

Bu değişiklik, "yoksul" ülkeleri uluslararası ekonomik sistemle bütünleştirmek bir yana dursun, bir diğer ifadeyle bu ülkelerin sömürülen nesneler olmaktan aktif üretici ve tüketici olmaya geçmeleri ama aynı zamanda eski dünya düzeninden kalan mevcut pazar anlayışını da yıkmaları konusunda uygun sosyo-politik-ekonomik formüller uygulanmasını gerektiriyor.

İnsanlık kadar usta bir şekilde, süper kadının gelip bizi kurtaracağı kapımın basamağında bekleme alışkanlığı edindim. Daha sonra 1945 yılında, Amerikan ve İngiliz gem ive uçak gemileri Japon kıyılarına yaklaşacakken sıradan gençlere Şark Güneş İmparatorluğu’nu kurtarmak için hayatlarını feda etmelerini istediklerini öğrendim. Hiroşima ve Nagazaki’ye yapılan nükleer saldırıların kurbanlarının sayısı bu gençlerin cesaretini ülkeleştirmeye izin veriyor. Nanjing katliamı ve Japon askerlerinin seks köleliğine maruz kalan kadınların dramını öğrendikten hemen sonra, kapitalizme yaptığım saldırılar yüzünden benden kamikaze diye bahsetmelerinden dolayı gücendim.

Bize dayatılan kendi kendimizi mahvetmemizin sonunu gösterecek düdüğü beklemekten yorulmuş olarak, Kapitalizmimiz veya sosyo-politik-ekonomik adaletsizliklerle bağdaştırdığınız aynı sızlanma çığlığıyla sizi rahatsız etmeyeceğim. Sizi bulutlardan yere indirmek adına, çözüm ne en düşük maaşların yükseltilmesi ne de geçici çare olacak sosyo-politik-ekonomik bir tedaviden başka bir şey olmayan vergi kalkanları oluşturmak.

Hoşunuza gitsin veya sizi öfkelendirsin, kalan nöronlarınızın birkaçını, nüfusun %99'unu yukarı çekerek ve merdivenin alt basamağındaki az gelirli olanların %1'ine özen göstererek genel kavramların yerini potansiyel olarak değiştirebilecek yeni bir toplumsal, politik ve ekonomik forma maruz bırakacağım. Ve Sezar, size söylemek istediğim şu ki, okuyucu, kaderime karar vermeniz gerekecek!

BÖLÜM III


Yoksul İnsanlar Görüyorum

« İyi yönetilen bir ülkede yoksulluk utanç verici bir şeydir. Kötü yönetilen bir ülkede ise zenginlik utanç vericidir.»

Konfüçyüs

Benim gözümde, insanı en çok çöktüren internet sitelerinden birisi, fanatiklerinden biri tarafından M. Night Shyamalan’a adanandı. Hint kökenli bir Amerikalının büyük bir seyirci kitlesine sahip bir sinema devine dönüştüğünü ve senarist, yapımcı ve yönetmen olarak da Bollywood sinemasının beklenen klişelerinden uzak (şarkı söylemek ve dans etmek gibi) bir şekilde aynı başarıyı elde ettiğini görmek yeterince etkileyici. Ben bizzat ilk filmi Altıncı His’ in (1999) büyük bir hayranıyım. Gişede elde ettiği makbuzlar, insan türünün çoğunun bu filmi izlediğini düşünmenize yol açıyor. Mağarada yaşayanlar için işte senaryosu: Cole, ölü olduklarını bilmeyen ruhlarla konuşabilen bir çocuktur. 90’lı yıllar boyunca Hollywood’un en büyük yıldızlarından birinin oynadığı, bunalımdaki bir psikatrist tarafından gözlenmektedir: Bruce Willis. Filmin en bilinen sahnelerinden birinde yavaş çekimde çocuğun, ardından Cole’ü oynayan Haley Joel Osman’ın ürkmüş halde mırıldanan yüzüne yaklaşılır : « Ölü insanlar görüyorum. » Bu replik hızla bir kült haline geldi.

Ben de genç Cole ile benzer bir durumdaymışım gibi hissediyorum. Benim savaşım, hayata olan yaklaşımımı tamamen değiştirdi. Elbette keşişler ve münzevilere hiçbir zaman özenmedim, ama sürekli olarak bıçak üstündeymişim ve tüm hislerimle çevremi tarayıp bilinç durumumu artırmam gerekiyormuş gibi hissediyorum. Günlük hayatımı işgal eden yeni önceliklerimle beraber, uyumakta zorlanıyorum ve işteyken veya insanlarla tartışırken aklım yolunu kaybediyor. Zihniniz şunu bunu suçlayıp şikâyet eden seslerle dolu olduğu zaman, hayat Rus dağlarına dönüyor. Kendime sordum, hangi şeytani ruh beni ele geçirmiş olabilir? Morali bozuk bir psikiyatriste ödeme yapacak imkânım yok, hele de Bruce Willis'e (denedim). İblislerimden kurtulmak için gittiğim yoldaki saplantılarıma neden olan önemli olayları, bundan mahrum kalmış olanlar için anlatmayı deneyeceğim. Yoksulları görmemezlik edemem!

Tara’nın Haitili göçmenler olan ailesi, kızlarının doğumu üzerine, onu Florida’nın güneyinde (emekli Amerikalıların krallığı) yetiştirmek için New York ve onun zorlu yaşamından kaçmıştı. Karşılaştığımız zaman kafasında yalnızca tek bir fikir vardı: ailesinin göç döngüsünü tersine çevirmek ve hiçbir zaman uyumayan şehirde yaşamaya gitmek. Florida'da karşılaştığım, propagandasına sürekli reklamı da ekleyen, New York’un şovenist kalabalığı, bu şehri vaat edilmiş topraklar, fırsat ve coşkunun kalıcı nirvanası gibi görmemi sağladı. Hayallerindekinden ziyade Massachusetts’in küçük, çekici bir şehrine taşındığımızda karımın uğradığı hayal kırıklığını takdir edersiniz. O esnada ben çalışmalarım için düzenli olarak New York’a gidiyordum. Kaydolduğum yüksek lisans dersleri, gökdelenler ile yılın her günü turistlerin akın ettiği Times Square'ın arasında, Manhattan’ın kalbinde bulunuyordu. Onu ısırma hayalleri kuranları oraya yerleşmeden önce, bu şehrin çılgınlığını bilinçli bir şekilde incelemelerinin daha iyi olacağı ve yaşlılar ile zenginlerin vebadan kaçar gibi buradan kaçtıkları konusunda uyarmak için "Büyük Elma"da (New York) yeterince zaman geçirdim.

New York, yeryüzündeki en açgözlü mali suçluların (Borsa ve Nasdaq) sığınağı ve aynı zamanda en kötü şekilde yönetilen uluslararası kuruluşun merkezidir: BM. New York'un Gayri Sarfi Milli Hâsılası, Suudi Arabistan'ınkinden daha büyük ve İsviçre'ninkinin ise neredeyse iki katı, milyarder bir belediye başkanına (Michael Bloomberg) sahipti, aynı zamanda tüm zencileri için yarı resmi bir multimilyoner belediye başkanı (Sean John Combs namı diğer Puff Daddy) var ve dünyanın daha fazla ihtişamla hesaba kattığı şey Broadway'in duvarlarında afişe edilmiş ve gülünç ölçüde pahalı olan lüks mağazaların vitrinlerinde Bergdorf Goodman gibi sunulmuş durumda. Şimdilik süründürücü sefalet ve Brooklyn'deki Brownsville gibi bir mahallenin özelliği haline gelmiş düzenli kan banyoları üzerinde bile durmadan, şehir bu yetersiz noktadayken yoksullarıyla nasıl uygun biçimde ilgilenecek? Bir an bile duramayacak kadar meşgul olan kalabalıkların geçip gittiği bu caddelerin her köşesinde yüzlerini görmemek benim için imkânsız. Neden Donald Trump gibi milyarderlere doymuş bir şehirde yoksullar için çözüme biraz benzeyen bir şey bulmak neden zor? Alışveriş teorisi gardını alıyor...

New York merkezi garından geçiş sıklıkla, orada sürünen akıl hastalarından kaçmak ve yerde yatan insanlarla bütün göz temasından kaçınmaktan ibarettir. Bu üzücü gösteri sıkça Efkaristiya (öğle yemeği param) dağıtan bir rahibe dönüşmemle sonuçlanıyor. Kış gelirken, haç yolumu oluşturan dilencileri giderek daha az görüyordum. Nihayet midemi yakan bu korkunç suçluluk duygusunu hissetmeden düzgün bir yemek yiyebiliyordum. Ama kendi kendime soruyordum, sığınacak yeri olmayan alıştığım bu kalabalık bu kadar iyi nerede saklanabilirdi? Aslında mucizevî hiçbir yanı yoktu, yalnızca hava durumu. Uğursuz kış belirdiğinde daha iyi ısınmış bir yer bulmayı denemişler ve onları görmek çok daha zor olmuştu.

2013 yılında evsizlerin sayısı o kadar artmıştı ki, çok sayıda insan, yetişkinler gibi çocuklar da sığınaklarda kalamıyordu. Kalacak yeri olmayan savaş gazilerinden bahsetmiyorum bile… Şu anda dünyanın en zengin ülkesi olan Birleşik Devletler ulusu savunma çağrısına karşılık verenlere yardım için elinden geleni yapmıyor ve ulusunu korumak için hayatını riske atan bu asil bireyleri kendi kaderlerine terk ediyorsa yakınlık gösterebilecekleri başka birini bilmiyorum.

Назад Дальше